31.01.2011
Sataşmaca
Haftaya birilerine sataşarak başlıyorum :) Konumuz yemek blogları. Daha önce de söylediğim üzere, blog bir anlamda kişisel bir günlüktür zaten insanların da bu işi ticarete dökmesini ve "fazla" ciddiye almasına da anlam veremiyorum. Evet ne yapıyorsak en iyisini yapmak olsun hedefimiz ama abartmayalım yani blog yazarlığı altında başka amaçlar gütmeyi de doğru bulmuyorum. Ama dediğim gibi herkes günlüğüne istediğini yazmakta özgür.
Yemek bloglarına gelince, bazıları var ki beni benden alıyor gerçekten. Beni benden almasının iki farklı nedeni var. Öncelikle uyarlama deyince siz ne anlarsınız ben direkt tıpkı sözlük anlamında olduğu üzere, insanın kendi durumuna uygun hale getirdiği serbest çeviriyi anlarım. Bir takım oldukça popüler! yemek bloglarında uyarlama tarifler görüyoruz çok şükür ki hangi tariften uyarladıklarını belirtiyorlar; fakat tarifin aslında diyelim ki bitter çikolata kullanılmış olsun blog yazarı arkadaşımız alıyor bu bitter çikolata yerine beyaz çikolata kullanıyor ve yeni bir tarif yaratmış gibi yazıyor. Bu bana komik, saçma ve okuyucuyla ... geçmek gibi geliyor. Yahu şu tarifi gördüm türkçesi de şu siz isterseniz beyaz, sütlü çikolata kullanın de bitir yazını öyle değil mi?
Gelelim beni benden almasının birinci nedenine. Yahu bir tarif ki neredeyse gittim markete aldım dondurulmuş mantıyı tencereye 1 litre su koydum kaynattım süzdüm koyduğum tabağa üzerine de yoğurt döktüm kıvamında. Haa bir de mesela havuç doğranıyor sonra çok özgün! kimsenin düşünemediği birşey yapılıyor üzerine susam dökülüyor mesela oldu mu sana çok özgün! süper bir tarif. Bilmem şahsen ben yemek blogu yazıyor olsam havuç rendelemenin ve üzerine susam dökmenin tarifini vermeye utanırdım.
Gelelim ikinci nedenine. Bu tariflere harika, süper yazan insanları. Körler ile sağırların birbirini ağırladığı durumları hiç mi hiç anlamıyorum, gerçekten. Nasıl oluyorda biri çıkıp Kral çıplak diye bağırmıyor onu da anlamıyorum. Haa ben bunu birkaç kez yaptım baktım ki herkes baa saldırıyor vakit kaybedemem dedim körlerle sağırlar bloglarında birbirlerini ağırlamaya görsünler dedim ve kenara çekildim. Burası da benim özgür alanım öyle değil mi, buradan Kral Çıplak diye bağırırım ben de :)
Tabii tüm yemek blogları böyle değil. Çok severek takip ettiğim en basit yemeklere bile farklılık katabilen çok şey öğrendiğim yemek blogları da var.
Tüten ben
Ağzı dursa blogu durmayan
28.01.2011
Vicdan
Ah be vicdan ne yaptın sen bana böyle... Zor iş hayatında profesyonel olmak zor. Bir kere şöyle tam anlamıyla profesyonel olayım dedim karşıma vicdan çıktı.
Benden profesyonel falan olmaz arkadaş! Nasıl sızlıyorsun be vicdan.
Ama iş hayatı öyle değil mi? Vicdanı kapının dışında bırakıp bu çok güvenli! çok bilmiş binalara öyle giriş yapmak gerekiyor öyle değil mi?
Ah bugün o gözyaşlarını göreceğimi bilseydim arkadaşım hiç senin adına profesyonel davranır mıydım ben. Affet beni ben sadece işin gereğini yapıyordum.
Tüten ben
vicdanı sızlayan
Çocuk Gibi
Çocukların en büyük özgürlüklerinden biri de istedikleri zaman ağlayabilmeleri bence. Bir çocuk ağladı mı herkes doğal buluyor çünkü.
Ve bazen sebebsiz ve de nedensiz de ağlamak istiyor insan iç ve dış mihraplar izin vermiyor sanki.
Bir de düşündüm de, ben küçükken anne ve babama göre "gereksiz" yere ağlarken hep şu cümleyi duyardım: "Tamam ağlayabilirsin ama odanda git ve odanda ağla bitince gel yanımıza" (sanırım bu benim anne&babama özel değildir bunu genellikle uygular ebebeyvler) Ehh oda da uzun süre ağlanmıyordu; çünkü bazen sadece ilgi istenildiği için ağlıyordu insan. Kimbilir belki de sırf bu yüzden sulu gözlü olmama rağmen gözyaşlarım boğazımda düğümlenir yaşsız ağlarım çoğu zaman.
Diyeceğim o ki bir çocuk "gereksiz" yere bile ağlıyor olsa yanlız bırakmamak gerekir. Sarılmak, okşaman ve belki sadece usulca yanında oturmak gerekir.
Tüten ben
Çocuk gibi
NOT:Dün akşam oturayım da Babam&Oğlu'u tekrardan seyredeyim şöyle hüngür hüngür ağlayayım dedim koca izin vermedi hööytttt dedi ağlamaktan ölürüz dedi bilemedi ki zaten ağlamak istiyordum :) Onun yerine başka bir film izledik ağlamadan uyuduk :)
27.01.2011
Duygusallığın Başı Tez Kesile
Muhteşem Yüzyılı izlemeyen varsa bile konusunu az çok biliyordur. Ben dizide şunu görüyorum, bir hayat gerçeğini daha doğruluyor tarih!
Duygularını yönetemeyen kadın ki bu Mahidevran oluyor,sonunda mutlaka kaybeden oluyor. Çünkü duyguları artık onu yönetmeye başlıyor insanın duyguların esiri olması çok çok feci bir durum. Ve herkes o kadına acımaya başlıyor kocası, sevgilisi hariç. Kocası ise nefret etme boyutuna geliyor o kadından inanamıyor. Başka kadınlar bu hale aşktandır dese de açıklamalar bulsada ki hiç kimse duyguların esiri olmuş bir insana malesef saygıyla bakmıyor. Herkes üzülüyor ve o insanı son derece aciz görüyor, henüz böylesi bir kadına saygı duyanı görmedim.
Bu durumu kendimden de o kadar iyi bilirim ki. Güray'a deli gibi aşıktım ve ben değil duygularım beni yönetiyordu. İçime resmen bir mahidevran kaçmıştı ve evet ailem olmak üzere kimse bana saygı duymuyordu. Kimse naif yaklaşmadı. kimse kız aşık kimyası değişmiş ondan bundan demedi bana. Herkes üstüme geldi benim. Acıdılarda bunu biliyorum. Peki ya Güray işte Güray benden nefret ediyordu o dönem. Ne aşkımın yüceliği ilgilendiriyordu onu ne de aşktan ne hale geldiğim. Tıpkı Süleman:) gibi o da nasıl bu hale geldiğime anlam veremiyordu ve zerre kadar da acımıyordu bana.
Gelelim Hürrem Sultana. Öyle ya da böyle kadın duygularının esiri değil akıllı çünkü akıllı duygularını yönetmeyi becerebiliyor. Esiri olmamış duygularının işte buna şapka çıkaracaksın arkadaş. Kadın entrikacı falan değil düpedüz akıllı. Süleman'a yavaştan aşık oluyor, kıskançlık yok mu var, delirmek yok mu var ama bu duygulara teslim olmak yok işte. Kadını yöneten kıskançlığı değil aklı aklı.
Gelelim bana, bu dönemden sonra ben içimdeki Mahidevranı öldürdüm ve Hürrem'i uyandırdım. Duygularımın esiri olmayı bıraktım ve onları yönetmeye başladım. Tabii ki bu akşamdan sabaha olmadı bir süre aldı. Söylemiştim öyle değil mi, gürayla 7 sene flört ettiğimizi :) Elbette 7 sene birfiil flört edemedik sayısını bilmediğim kadar ayrılmışızdır 2-3 ay hiç birbirimizi görmediğimiz ve hatta dibe vurduğumuz bir dönem tamamen herşeyi insani ilişkilerimizi bile sonlandırmayı düşünmüşüzdür. Ama bakınız şimdi kendisi pek bir aşık koca :). Ben ne zaman ki duygularımı yönetmeyi becerdim hayatım, hayatımız tadından yenmez bir hal aldı. Bu iş yazıldığı gibi kolay olmadı tabii ama verdiğim çabaya, emeğe herşeyden önce kendi adıma değdi. Evet bizim ilişkimizde ratingleri sallardı dizi olsaydı :)
Diyeceğim o ki, bir insanın kendisine yapabileceği en güzel yatırım duygularını kontrol etmesini öğrenmek. Bu sadece aşk için geçerli değil elbet hayatın geneli için geçerli. Aynı şeyi iş hayatımda da yaşadım ve bugün ki refahıma, başarıma eriştim. İsteyene seve seve bu konuda koçluk verebilirim :)
Ama şunu da belirteyim arada sırada içimdeki Mahidevran'ımı da uyandırabilirim hiç belli olmaz yani :) biliyorsunuz arada ölülerin ruhu terkettikleri vücudu ziyaret edebiliyor ;)
Tüten ben
MahiHürrem.
25.01.2011
İstanbul İstanbul dedim de sana geldim...
Ayağımın tozuyla yazıyorum. Nihayet İstanbul'dayım ve hatta işteyim.
3 Günlük Mardin programı beni fazlasıyla yordu. Ülkemizin harika bir coğrafyası olduğuna inanıyorum. Çok fazla yer gördüğümü söyleyemem ama Türkiye gibisini görmedim gerçekten. Muhteşem zenginliklerimiz var. Dahası paha biçilmez tüm milletleri kıskandıracak bir medeniyetler atlasındayız biz.
Ama ben ülkemizin çoğu yerinde olduğu üzere Mardin'de de üzüldüm. gittiğim yerlere beğenmedim derdim eskiden sonra Mardin gezisinde doğru cümleyi buldum ben gittiğim yerlerde çok üzülüyorum dolayısıyla da beğenmedim diyorum. Ben o Mardin'in anlatılan ve muhteşem tarihinin ruhunu hissedemedim. Şu restorasyon çalışmaları yok mu beni benden alıyor. Bence biz bu işi beceremiyoruz kaldı ki restorasyon yapılan her yer ruhunu fazlasıyla kaybediyor bence.
Allahınızı severseniz eski, tarihi bir yapıya girdiğinizde duvarına asılmış ısıtıcıyı görürseniz nasıl o ruhu yakalayabilirsiniz? Yakalayan varsa bravo vallahi. Veya elektrik kabloları çekilmiş bir mağara size ne hissettirir? Bana hiçbirşey hissettirmiyor malesef!
Hele eski yapılar ve yeni yapılar birbiri içine girince yani bir yanda eski, tarihi bir bina yanında dikilmiş biçimsiz bir ev nasıl o şehiri güzel bulabilir ki bir insan. Ben bulamıyorum üzgünüm gerçekten.
Mardin ben de müthiş üzüntü ve hayal kırıklığı yarattı. Beklentim çok yüksekti belki de bilemiyorum. Ama siz bana aldırmayın gidin ve görün.
Mardin'in etimolojik anlamı deli yılan demekmiş. Şu meşhur Şahmaran hikayesi de oradan geliyormuş. Mardin'de delice yapılacak tek şey yemek yemek. Harika bir mutfakları var ama onu da tek bir yerde yakalayabilirsiniz Cercis Restaurant. Tek bir caddesi var 1. cadde ve hayat orada geçiyor.
İstanbul'a öyle bir yorgunlukla indim ki size anlatamam. Ama havaalanından çıkar çıkmaz yüzümü yalayan o soğuk hava için şükrettim. Şükran doluyum ki İstanbuldayım.
İstanbul dışında özlediğim biri daha var. Özlemle bekliyorum akşam olsun da kalbinin üzerine başımı koyayım kalbinin atışını duyayım ve işte huzur bu diyeyim.
Tüten ben
İstanbul
3 Günlük Mardin programı beni fazlasıyla yordu. Ülkemizin harika bir coğrafyası olduğuna inanıyorum. Çok fazla yer gördüğümü söyleyemem ama Türkiye gibisini görmedim gerçekten. Muhteşem zenginliklerimiz var. Dahası paha biçilmez tüm milletleri kıskandıracak bir medeniyetler atlasındayız biz.
Ama ben ülkemizin çoğu yerinde olduğu üzere Mardin'de de üzüldüm. gittiğim yerlere beğenmedim derdim eskiden sonra Mardin gezisinde doğru cümleyi buldum ben gittiğim yerlerde çok üzülüyorum dolayısıyla da beğenmedim diyorum. Ben o Mardin'in anlatılan ve muhteşem tarihinin ruhunu hissedemedim. Şu restorasyon çalışmaları yok mu beni benden alıyor. Bence biz bu işi beceremiyoruz kaldı ki restorasyon yapılan her yer ruhunu fazlasıyla kaybediyor bence.
Allahınızı severseniz eski, tarihi bir yapıya girdiğinizde duvarına asılmış ısıtıcıyı görürseniz nasıl o ruhu yakalayabilirsiniz? Yakalayan varsa bravo vallahi. Veya elektrik kabloları çekilmiş bir mağara size ne hissettirir? Bana hiçbirşey hissettirmiyor malesef!
Hele eski yapılar ve yeni yapılar birbiri içine girince yani bir yanda eski, tarihi bir bina yanında dikilmiş biçimsiz bir ev nasıl o şehiri güzel bulabilir ki bir insan. Ben bulamıyorum üzgünüm gerçekten.
Mardin ben de müthiş üzüntü ve hayal kırıklığı yarattı. Beklentim çok yüksekti belki de bilemiyorum. Ama siz bana aldırmayın gidin ve görün.
Mardin'in etimolojik anlamı deli yılan demekmiş. Şu meşhur Şahmaran hikayesi de oradan geliyormuş. Mardin'de delice yapılacak tek şey yemek yemek. Harika bir mutfakları var ama onu da tek bir yerde yakalayabilirsiniz Cercis Restaurant. Tek bir caddesi var 1. cadde ve hayat orada geçiyor.
İstanbul'a öyle bir yorgunlukla indim ki size anlatamam. Ama havaalanından çıkar çıkmaz yüzümü yalayan o soğuk hava için şükrettim. Şükran doluyum ki İstanbuldayım.
İstanbul dışında özlediğim biri daha var. Özlemle bekliyorum akşam olsun da kalbinin üzerine başımı koyayım kalbinin atışını duyayım ve işte huzur bu diyeyim.
Tüten ben
İstanbul
24.01.2011
Mardin Kapı Şen Ola
Mardin'den herkese selam ola. Mezopotamyanın tan ortasındayım ve Tevrata göre cennet bahçesindeyim (cenneti daha farklı hayal ederdim)
Demek isterdim ki Mardin'deyim ufak bir kaçamak yaptık sevgiliyle ama hayır malesef iş için burdayım ve sabah saat 5:00'den beri ayaktayım.
İlk izlenim burada insanlar tahmin edildiği üzere veya önyargılı olunduğu üzere "kaba" değiller. Herkes arapça konuşuyor Türkçe sanki ikinci dilleri siz türkçe konuşunca ancak türkçe cevap veriyorlar, kendi aralarında dilleri Arapça ve benzerleri yani Sürranice falan da konuşuyorlardır heralde de bilmeyene yani bana hepsi arapça gibi geliyor.
Son yıllarda iş seyahatleri için çok gelişmiş olduğunu söylüyorlar gelişmemiş halini düşünmek bile istemiyorum.
Butik otel kavramıma bir de Anadolu butik oteli eklendi. Kaldığım bu meşhur en iyi kalınacak yere butik otel diyorlarsa sanırım bizim ev Butik Oteller kitabında yer almalı. Sevgiliyle bunu düşünmeliyiz evimizi kiraya vermeyi falan :)
Birazdan Mardin'i gece göreceğim muhteşem bir görüntü olduğunu söylüyorlar. Hoş sabah da aynı şeyi söylemişlerdi de ben pek bir muhteşemlik göremedim belki de bu benim arızamdır bilemem.
"Anadolu deyince aklıma biz geliyor. Bir yanda ben bir yanda sen"
Tüten ben
Mardin yorgunu
23.01.2011
21.01.2011
Yok mu Eğlendiren
Canım sıkıldı sebebsiz yere en kötüsü de bu değil mi? Canımı neyin sıktığını bilmiyorum ki üzerine gideyim veya çözümünü bulayım.
Acabalarım var tabii de onları da kendime saklıyorum. Yani acaba şundan mı sıkılıyorum bundan mı diye? Bilemedim işte. Kadınsı bir durumdur belki de hormonların bir oyunudur falandir filandir. Aslında işte insanoğlunun nankörlüğüne güzel bir örnek. Sağlık yerine sıhhat yerinde aşk&sevgi daim, iş güç var daha ne olsun. Neşe olsun ee hadi olsun!
Aslında dilimde hangi şarkı var biliyor musunuz? Kadının adını da unuttum iyi mi? "Can read a mind can read a mind no we can not read a mind" Bazen diyorum insanların ne hissettiğini gerçek hislerini hissedemeseydim birazcık farkındalığı düşük biri olsaydım hayat belki de daha kolay olurdu. Ve bir de keşke kalbimin tam ortasında ince ayar bir terazi olmasaydı adaletin peşinde olan her daim!
Tüten ben
öyle böyle şöyle
20.01.2011
Foto Cafe
Yolukar'ların açacağı Foto Cafe'ye bekleriz sizi efendim. Sevgilim ve ben dün akşam karar verdik, bugün zengin oluyoruz ve Foto Cafe açıyoruz, sizi de bekleriz.
Dün akşam yemek yerken Süper Loto'nun 7. kez devrettiği haberini duyduk. Dedik ki bu Tanrı'dan bir mesaj bize. Yahu hem zengin olmak istiyorsunuz hem de kaç haftadır ertelediğim sayısal lotoyu oynamıyorsunuz yoksa siz hala böyle çalışarak çok mu zengin olacağınızı sanıyorsunuz :)
Dedik tamamdır mesaj alındı. Yemek bitti Süper Loto oynandı. (Gördüğünüz üzere evimizde bolca hazır oynanmayı bekleyen kupon da var. Geriye sadece oynamak kalmıştı)
Daha haberi duyar duymaz kocacığım şöyle dedi. Çalışmayı bırakıyorum ve sen de bırakıyorsun. Deli mi ne, sanki ben çalışmaya devam edeceğim. Ama biliyor ki ben çalışmadan durmam dolayısıyla hemen bana bir iş üretti. Sana Cafe açayım oranın mutfağında çalış dedi sen ne yapacaksın dedim. Ben bütün gün Playstation oynayabilirim dert değil dedi. Yok olmaz dedim. Fotoğraf işiyle ilgilenirim o zaman dedi. Hehh tamam oldu dedim. O zaman en iyisi Foto Cafe açalım dedik. Arka tarafta sevgilimin fotoğraf okulu, cafe de öğrencilerin ve kocamın resimleri hoş sohbetlerin olduğu benim leziz tatlılarımın servis edildiği, para bok ya biz de bakarsınız Magnum fotodan hoca falan çağırırız cafe'de ders verir sohbet eder.
Yaa ama tabii bir de dünya sehayatleriyle çok yoğun olacağız öyle de bir programımız var. Görüyor musun sen hayatımız çok yoğun olacak. Nasıl yetişeceğiz tüm bunlara biz ahh ahhh :)
Daha ne hayallerimiz var gerçekleceği günü bekleyen ve eminim gerçekleşecek olan.
Tüten ben
Kahveci güzeli ;)
Önemli Not: Bu fikir Yolukar ailesine aittir. Fikrimizin uygulandığını görürsek gelir o cafe'yi yakarız, ifşa ederiz, rezil ederiz. Evet biz pis bir aileyiz :)
19.01.2011
Ben Bugünlerde.....
Bilin bakalım ben bugünlerde en çok ne rüya görüyorum. Evet tıpkı resimdeki gibi hamile olduğumu veya hamilelik üzerine rüyalar görüyorum.
Dün gece de bir tane gördüm.
Ne güzeldi oysa ki hiçbir bekletim yokken sadece istiyorken o %20'lik şanlı gruba dahil olmuş ve ilk denemede hamile kalmıştım. Doktorlar hamile olduğumu duyunca kaç yıllık evlisiniz dediklerinde yıl değil 1 ay oldu henüz diyorduk da gözleri yerlerinden çıkıyordu adamların.
Neyse ne diyelim her işte vardır bir hayır. Bizden giden herşey bir başka şekilde bize döner. Ama dönenler delilik kadrosundan dönmesinde :)
Minnakcığım bak biz seni bekliyoruz, gönlümüzde yerin hazır. Nazlanmadan gel canım benim tamam mı? Artık şu anneciğin böyle rüyalar görmek yerine seni kucağına aldığının mutlu bir aile olduğunun rüyasını görsün olur mu benim biricik minnağım tamam mı benim hemen de gelecek olan güzel, akıllı minnağım. Yol tarifine ihtiyacın varsa babana sor o yolları iyi biliyor aman trafiğe takılma kırmızı ışık falan dinleme geç de gel canım benim ;)
Tüten ben
işte öyle birşey :)
Baba Evine Dönmek Zormuş
Beni sevmeyen birileri varsa ve bu haberi almak için sabırsızlananlar sanırım yazının başlığı en çok onları heyecanlandırmıştır :) Ama hiç heveslenmesinler herşey yolunda :)
Sevgilim 2 günlüğüne iş sehayatine gidince kaldım mı tek başıma. Bir gece önceden belki gitmezsiniz demeye başladım. Annemlerle aynı apartmanda oturuyoruz ve henüz evleneli 4 ay oldu. Ve ben evde yanlız kalmayı çok severim. Hele annemlerle yaşarken eve geç gelmelerine bayılırdım o evde yanlız kalmak harika gelirdi bana. Uzun süreliğine gittiklerinde de yanlız uyumak ve kalmak konusunda sıkıntı yaşamazdım birazcık tedirgin olurdum ama bu sadece 5 dakika yerine 15 dakika da uykuya dalmaya sebebiyet verecek bir tedirginlik olurdu. Bu arada yatağıma da bayılırdım. Herkes o küçük yatakta nasıl yatıyorsun çok rahatsız bir yatağa benziyor derken benim için cennetten bir köşeydi yatağım.
Pazartesi günü sevgili gitti. Annemi aradım bu gece bizde yatar mısın dedim, önce tamam dedi. Sonra akşam eve gittiğimde sen burada yat odan nasıl olsa duruyor dedi. Yok sen gel illa dedim hatta hemen kendi evime indim ve orada vakit geçirdim. Annemlerin evi artık bana kendi evimmiş hissini vermiyor. Evimi çok seviyorum. İndim kendimle başbaşa kaldım. Tamam insanın kendisiyle başbaşa kalması da güzel ama zaten sevgili evdeyken de mıçmıç yaşamıyoruz ki biz herkes kendiyle başbaşa kalabilecek düzeni kurabiliyor. Ahh olsaydı da playsation oynasaydı dedim dermişim :) Yok öyle bir cümle kurmadım sanırım o cümleyi 1 hafta gibi uzun süreli ayrılıklarda dayanamadığım durumda söylerim.
4 ay önce mışıl mışıl uyuyduğum yatağa uzandım yok gözüme uyku girmedi sağa dön sola dön tavana bak mışıl mışıl uyuduğun geceleri hatırla ıhhh ıhhh hiçbirşey kar etmedi.
Bölük pörçük tıpkı bir başkasının evinde veya tatilin ilk gününde otel odasında uyurmuş gibiydim, huzursuz ve yerini yadırgamış biçimde.
Bu kadar kısa sürede kendi evime karşı geliştirdiğim bağlılığa sevindim. Evlilik adına güzel bir huy edinmişim kısacık sürede ;) İnsanın kalbi neredeyse evi de orası sanırım.
Tüten ben
Evini çok seven
18.01.2011
Beklenti
Beklenti içersine girmek bence insanın başına gelecek nadir zor sınavlardan biri. Ne zaman bekleme moduna geçsem aklıma hep o Samuel Beckett'in meşhur ve bir o kadar da güzel oyunu Godot'u Beklemek gelir. Godot hiçbir zaman gelmez. O kadar güzel bir oyundur ki insanın o bekleme haliyet-i ruhunu o kadar güzel anlatırki. Okumayanınız varsa okumasını tavsiye ederim. Tiyatro oyunlarını da okumak en az kitap okumak kadar keyiflidir.
Beklenti hali benim bünyeme ters geliyor. Sanki yabancı bir madde şırıngalamışım gibi. Kimyam, ruhum ve yavaştan yavaşa beni esir alan yeni bakış açım. Bir ruh haline yavaştan yavaşa girmek en tehlikelisi tıpkı eroin gibi yavaştan yavaşa farkında olmadan alışmak veya o meşhur kurbağı pişirme hikayesindeki gibi altını kısık açmak ocağın ve kurbağının piştiğinin farkında olmaması gibi. Evet bunların farkında olmam güzel engelleyebileceğim anlamına geliyor. Dur diyebileceğim bu hale. Ama dur demek istemiyorum ben kırmızı ışık yakıp içimde bekliyor olmasını istemiyorum bu duyguya. Aksine yeşil ışık yakıp sen geç hızlıca geç hız limiti yok buralarda demek istiyorum. Oysaki şuan içimde bu duyguya sarı ışık yakmış durumdayım. Yani bekle diyorum ona da bekle adına yarışır biçimde bekle oracıkta. Ne durmasına izin vermiyorum ne gitmesine araftayız ikimizde.
Sonra kendime kızıyorum bunca yol katettin sen diyorum olumlu düşünme konusunda, duygularını yönetebilme konusunda ciddi yol katetmişken neden diyorum kendime neden mücadale etmiyorsun. Ne sanmıştın diyorum kendime bir kere mücadele edeceksin ve bitecek miydi? Sen değil misin mücadeleyi başyapıt yapan bu hayatta. Ben iç sesimle bitmek bilmeyen bir tartışma müzakeredeyken evet müzakare ediyoruz kavga değil o beklenti denen zat'a ne git ne kal diyebiliyorum. Belli ki o da bir karar vermemi istiyor. Sarı ışık bunca zaman yanmaz diyor.
Biliyorum beklenti benim bu hayatta kendimi geliştirmem için vermem gereken sınavlardan biri. Ama çoktan seçmeli değil bu sınav önümde şıklar yok. Yazılı ve sözlü bir sınav bu. Soruları ben hazırlamışım aslında ve değerlendirme kurulunda da sadece ben varım. Bu işin zor olduğunu söylemek bile zor geliyor bana.
Umut denilen o saf suya beklenti karışınca suyun rengi değişiyor berraklığını yitiriyor ve o suyun içindeki beklentiyi ayrıştırmak o kadar zor ki. Suya karışan katı bir madde değil ki elini sok ve al oradan.
En bilindik yola başvuruyorum sürekli suyumun berrak olduğunu söylüyorum zihnimde berrak bir su resmi tutuyorum ve sürekli ona bakıyorum. Bugünlerde elimden başka hiçbirşey gelmiyor. Biliyorum beklenti sen de bir karar vermemi istiyorsun sarı ışıkta durmam seni de rahatsız ediyor. Bu sefer geldiğin bünye seni ne alıyor içine ne kovuyor.
Tüten ben
Beklenti-siz
17.01.2011
5N 1K/ Doktor ama Hangi Doktor ve Niye, Niçin, Neden, Nasıl, Ne zaman?
(Araya haftasonu girince Pazartesileri 2 konu birden yazasım geliyor)
Merak etmekteyim bana ve benim çevremdekilere mi özel yoksa Türkiye'deki durum mu budur. Yurtdışında da böyle mi oluyor. Gerçekten kafamın içinde o kadar çok soru varki bu konuyla ilgili. Konu nedir diyeceksiniz.
Neden biz tek bir doktora gitmekle tatmin olmuyoruz. Neden 2. bir görüş ve hatta 3. bir görüş daha almak istiyoruz. Neden bu döngü bir kere başladı mı sonu gelmiyor.
Bilenler biliyor, bir düşük olayı yaşadım. Gittiğim doktor bilinen özel bir jinekoloji kliniğinin doktoru. Enerjisi de oldukça iyi biri. Ama düşük olayından sonra etrafımda istinasız herkes neden bir başkasına daha gitmediğimi sordu. Bir çok kişiden acaba bir başkasına daha gözüksen mi cümlesini duydum. Ve evet bingo! kafam karıştı. Acaba gözükmeli miydim? Sağlık öyle bir konu ki insanın içine kurt düşmeye görsün o kurt tahta kemirir misali insanın içini kemirmeye başlıyor. İnsan ya bir gün tuhhh bak ihmaliniz olmş keşke lafını duymak istemiyor. Vicdanı, mantığı, aklı, kalbi hepsinin arasında sıkışıp kalır yani ben kalıyorum.
Hele bir de özel sigortası olunca insanın para da cepten çıkmayınca daha çok aaa ama imkanın varken neden başka doktorlara da gözükmüyorsun ki lafını çok sık duyuyor.
Bana mı rastgeldi bilmiyorum. Ama benim hikayelerimde doktorların söyledikleri hiç birbirini tutmadı. Hayır efendim öyle değil böyle denildi. 1 görüş 2. bir görüşle çarpısınca 3. bir görüş daha almak durumunda hissediyor insan kendini, ben hissettim. Halbuki ne saçma hangisini hangi bilgi ile değerlendirecekse insan. Günün sonunda inanmak istediğimize inanmıyor muyuz? Aslında farkında olmasak da devreye hissettiklerimiz girmiyor mu? Yani aslında önsezilerimizle ilerliyoruz biraz da bize daha yakın söylemle.
Özetle, gerçekten karmaşık bir haldeyim. Kime niye neden nasıl ve ne zaman güveneceğimi bilemiyorum. Bilindik bir yol seçip Allah doğrusuyla karşılaştırsın diyorum çünkü bu konuda kendimi çok çaresiz hissediyorum.
Tüten ben
Çare-siz
Pazar Kahvaltısı
Pazar Kahvaltılarını sevmeyen var mıdır? Saat kaçta uyanılırsa uyanılsın istenirse öğlen yemeği saati olsun, Pazar günleri kahvaltı yapılır ve pek de bir keyifli olur.
İşte bu Pazar bizim evdeki kahvaltı, kahvaltıların en güzeliydi. Çünkü resimde de görüldüğü üzere dün kahvaltıyı kocam hazırladı. Bu yazmaya değer mi ne var bunda diyebilirsiniz. Eğer mutfak ve kocanız üvey kardeş olamayacaklarsa bile hatta uzaktan akraba bile değillerse tek tanışıklıkları adem&havvadan ibaretse evet bu yazmaya değerdir.
Sabah demeyeyim öğlene doğru uyandık şakacı kocam sana bir iki haberim var dedi. 1 hamileyim :) 2 bu sabah kahvaltıyı ben hazırlıyorum düşünün yani aslında söylemek istediği şey hamile olmam ne kadar imkansız ise kahvaltıyı da hazırlamam o kadar imkansız. Dalga mı geçiyorsun sen dedim. yooo dedi kahvaltı bugün benden.
Valla pek bir keyifliydi. Oturdum müzik eşliğinde gazeteleri okudum, mis gibi temiz havayı içime çektim mutfaktan harika kokular içeri yayıldı. nasıl da güzel bir kahvaltı hazırlamış. Hiç mutfağa girmeyen bir erkek olarak o domatesleri nasıl küp küp doğramış o biberleri nasıl küçücük yapmış dahası nasıl etrafı dağıtmamış hiç bilemedim.
Evlilik güzel birşey :)
Tüten ben
Keyifli
14.01.2011
Perşembe Geceleri
Perşembe Gecesi= Kitap okuma gecesi bizim evde, bundan böyle.
Herşey bir maille başladı :) Aslında ondan da önce benim biz niye evlendik evleneli doğru düzgün kitap okumuyoruz diye sıklıkla Güray'ın beyninin etini yememle başladı. Sürekli dırdır ettim. Biz niye kitap okumuyoruz artık. Sen de okumuyorsun hiç. Yarın öbür gün ebeveyn olacağız çocuğumuza hiç doğru örnek olmayız. Ayrıca biz kitap okumayı çok severiz neden okumuyoruz ki bence ayıp ediyoruz sorgu ve sualleri aldı başını gitti. Vicdan azabıyla bazı geceler başucumdaki kitaptan 1-2 sayfa okuyup uykuya yenik düştüm. Gürayın kitabı ise başucumda bardak altlığı şeklinde aylarca durdu.
Sonra yine Evreka dedim ben :) Bir mail attım sevgiliye. Ah şu benim herşeyi planlama huyum :).
Dedim ki; sevgil:
Pazartesi: Dizi
Salı: Evde sinema
Çarşamba: Dizi
Perşembe: Kitap okuma
Cuma: Serbest
gecesi olsun mu?
Sevgili de oldu bu iş dedi ve bekledik ki Perşembe gelsin. Dün akşam yemeğimizi yedik. Yayıldık koltuğa herkes kitabını eline aldı arkada fon müziği yukarıdaki resimde gördüğünüz "Happiness"(Mutluluk) ve "Peace" (Barış) yastıkları kucaklarımızda başladık kitaplarımızı okumaya. Ben Elif Şafak'ın son hikaye kitabını Firarperest'i okuyorum oldukça beğendim hikayeleri. Sevgili, Sil Baştan adlı kitabı okuyor. Hoş sevgilim ortamın güzelliğinden mi yoksa yaptığım yemeğin harika olmasından mı bilemeyeceğim bir yarım saat sonra şekerleme moduna geçti.
Salı gecesi benim mesaiye kalışım sebebiyle sinema gecesini yapamamıştık hadi hatrı kalmasın diye kitap okuma seansından sonra onu da yaptık. Black Swan diye oldukça etkileyici bir film seyrettik.
İşte bizim evin halleri, deymeyin keyfimize. Birşey itiraf edeyim. Dün akşam kitap okurken, film seyrederken aklımda bir kare daha vardı. İçerdeki odada uyuyan ve eve tazecik kokusunu yayan bir minnak olduğunu hayal ettim. Arada mıkırdanıyor biz de gidip bakıyoruz. Hadi gel minnak bekliyoruz ;)
Tüten ben
Gecelerin piri :)
Not: Resim çekmek için çok uğraşan sevgiliye ve resimlere teşekkürler.
13.01.2011
Eureka! Buldum ;)
Evett ne istediğimi bulmanın kutlu haftasını başlatıyorum. Bu harika kelimeyi dilimize kazandıran Arşimet'e Allahtan rahmet dilerim toprağı bol olsun :) Hikayeyi bilmeyenler için kısa bir özet: "Söylentiye göre şekilsiz bir cismin haciminin, suya battığı anda su hacmindeki değişikliği bularak bulunabileceğini keşfettiğinde banyodan çıplak bir şekilde sokağa fırlamış ve sokaklarda koşarken bu ünlem sözcüğünü haykırmıştır. Sözcük "(Onu) buldum!" benzeri bir anlama sahiptir. Bunun sonucu "Eureka!" bir keşfi kutlarken kullanılan bir ünlem halini almıştır."
Ne istiyormuşum biliyor musun sevgili okur hiçbirşey! Oh yaa bunu bilmek bunu anlamak öylesi güzel ki şöyleee uzun bir Ohhhh çekiyorum günlerdir.
Hikaye şöyle başladı aslında (uzun bir yazı olacak sıkılabilirsin istersen burada kes okumayı ve devam etme). Evlilik hazırlıkları sırasında DIY yani Kendin Yap bloglarını, sitelerini keşfettim sonra arkasından Craft, hobi ve benzeri sayfaları geldi ve hatrı sayılır bir arşiv oluşturdum kendime. Hayatım boyunca solak olmama rağmen, bunu neden söylüyorum çünkü solakların el melekelerinin çok iyi olduğu söylenir ve sporda da çok başarılı oldukları; solaklar gerçekten ayrıcalıklılardır sanat ve spor konularında da. Fakat sanırım ben solakların pek bir yüz karasıyım. Çöp adam çiz de durup düşünürüm ve o çizgiler mutlaka yamuk olur. Makas kullanmayı beceremem sporu ise oldum olası sevemedim bu da daha sonra yazacağım konulardan biri. Neyse lafı daha uzatmayayım zaten yazı uzun olacak :)
Gördüğüm DIY projeleri, craft işleri ve pek bir kolaymış gibi anlatımları ki gerçekten gördüğünde ne var canım bunda ben de yaparım ki bunu havasına giriyorsun, beni benden aldı hatta bu durumun düğün hazırlıklarına denk gelmesi açılın ben geldim düğünümü kendim organize ederime kadar gitti. Allahtan o sırada Tombul Peri yani canım arkadaşım Sıla ile tanıştım da sayesinde düğünümün tüm craft ve benzeri işleri onun o harika ellerinden çıkıverdi.
Düğün sonrası da bu konuya olan ilgim azalmadı. Dahası bir çok insanın bu tarz işleri ek iş olarak yaptığını gördüm ve fena da para kazanmıyorlardı hani. Kimisi internet üzerinden satış yapıyor kimisi atölye açmış pek bir keyifli. Ve gerek direkt yazışmalarımdan gerekse kendi bloglarında ifade etmelerinden görüyorum ki bu işlerle ilgilenen insanlar pek bir mutlu hayatta ne aradıklarını bulmuşlar. Hobileri işleri haline gelmiş. Hobilerini paraya çevirmeyi bilmişler bir yandan ticaret bir yandan zevkle çalışmak ehhh günün sonunda cebe giren para da fena değil yani tam yemede yanında yat hali. Dahası bu işi ticarete dökmeyen insanlarda bir hobi sahibi olmanın dayanılmaz mutluluğunu yaşıyorlar.
İşte bu durum beni depresyona soktu sevgili okur. Sanki benim hiç hobim olmamış gibi. Nasıl özeniyorum bu insanlara nasıl benim de bir hobim olmalı evet ben de bunu başarabilirim havalarındayım. Ve dahası kendime şu soruyu soruyorum hergün. Ben ne yaparsam mutlu olacağım böyle. Bu arada mutsuz da değilim hani ama bu soruyu sora sora kendime bir de ne göreyim ben kendime bu soruyu sormaktan mutsuzum.
Nasıl bir psikolojinin içine soktuysam kendimi sanki ek bir işim olmalı. Hobi bulmalıyım kendime ve mutlaka bu craft işi el becerisi gerektiren birşey olmalı ve bu işi başarıyla ticarete dökmeliyim. Hatta istifa etmeliyim ve sadece o işi yapmalıyım. Ben de ben de yazmalıyım hobim işim artık çok da güzel para kazanıyorum diye.
İşte geçen haftalarda bir anda Euruka dedim kendime. Onu buldum evet ne istediğimi buldum ben hiçbirşey istemiyorum çünkü ben mevcut halimden çok memnunum. Yahu iyi bir işim var oldukça da başarılıyım. Önümde güzel bir kariyer yolu var dahası ben yaptığım işi çok seviyorum bu güne kadar da hiç şikayetçi olmamıştım. Sonra benim de crafting olmasa da kendime göre hobilerim var ki bunu ticarete dökmeyi hiç düşünmemişim.
Konudan konuya atlayacağım ve yazının ne kadar dağıldığının farkındayım ama yıllar önce Pınar Kür'ün yazarlık kursuna gitmiştim. Ortaokul yıllarımdan bier kalemimin kuvetli olduğu söylenmişti bana ki yazmayı konuşmaya daima tercih ederim. Hikayelerimin yayınlandığı bile oldu. Hadi dedim ben bu işi profesyonelce öğreneyim bakarsın kitap yazarım hobim mesleğim olur para kazanırım. Yazma atölyesine gittim ve gördüm ki yazma işini ciddi anlamda profesyonelce yapacaksan ciddi bir disiplin gerekir sonra o işinde bir matematiği var ve ben işin içine matematik girdi mi donup kalırım. Profesyonel yazarlık hayatım orada son buldu. Dedim ki kendime, kızım Tüten sen yazdıklarını arkadaşlarınla paylaş canın isterse gönder bir yerlere ama sen gel bu hobini hobi olarak bırak. Yani diyeceğim o ki, taa yıllar önce bile çok sevdiğim bir hobiyi ticarete dökmek istememişim ben.
Ve işte Euruka diye bağırdığımda içimden anladım ki herkesin hobisi işe dönüşmek zorunda değil. Dahası zaten işimde mutsuz değilim ki. Ama işte o blogların içine çok daldığımda kendimi yalan dünyaaaa herşey yalannn derken buluverdim. Sorgulamaya başladım yaa ben nasıl bir işin içindeyim işim hobim değil olamaz olmamalı gibisinden :)
Gülüyorum gerçekten şimdi kendime gülüyorum. Bu arada itiraf edeyim gittim kendime Becerekli Eller kitabını aldım. Eve keçe aldım süsler yaptım (bakınız yılbaşı ağacımız ve 2011 süsü) yaparken 10 kişiden yardım istedim. Keçeyi keser misin? Anne bakar mısınn? Güray yardım eder misin? Azcık zevk aldım dahası bu işlerin nasıl yapıldığını öğrendim tamam ben becerikli değilim ama çok da zor değilmiş gerçekten. Ban muazzam bir zevk vermedi aksine dağılanları toplamak eziyet gibi bile geldi. Dedim ki bundan sonra sen zevkle izle nasıl yapıldığını sipariş ver ama kendin yapmaya kalkma. Kursa da gidebilirim ama sadece bu işle eğlenebilirim.
Uzun lafın kısası, ben artık ne istediğimi biliyorum bundan daha güzel birşey olabilir mi?
Tüten ben
Eureka ;)
Sonradan eklenen not: Bu işe en çok kocam sevinecek çünkü pek bir korkuyordu bu deli kız işinden istifa eder evde kendini keçeye vurur sonra bir gün evde kendisini keçelerin için keçileri kaçırmış vaziyette bulur muyum diye? Korkma kocacım
12.01.2011
33
Bugün benim doğumgünüm. 33 yaşıma giriyorum. Benim için çok özel bir yaş. Birincisi 3 rakkamını çok severim. İkincisi hep 33 yaşıma özel bir anlam yüklemişimdir. Hayallerim 33 yaşına dairdi.
Güray hatırlar mı bilmem. sanırım bir 5 sene kadar önceydi. Güray'a şöyle söylemiştim. Ben en geç 32 yaşında evli 33 yaşında da ilk çocuğumu kucağıma almak istiyorum sonra 35 2. çocuğumu sonra 38'de de 3. çocuğumu demiştim. Güray'la tahtiravelliye benzeyen bir ilişkimiz vardı o zamanlar yani bir yukarıda bir aşağıda birbirimizi deliliklerimizle zıplattığımız bazen de rölantide durduğumuz bir ilişkiydi. Evlilik hiç düşünülmüyordu bırakın evliliği 1 gün sonrasını bile bilmiyorduk. O gün Güray bana mesaj mı vermek istiyorsun çabuk tut elini önünde sadece 3 sene var diye dedi. Bilemem artık ben sana hayalimden bahsettim demiştim.
Ve bugün geldim 33 yaşıma girdim. Bakalım bebeğimi kucağıma alabilecek miyim. düşünüyorum da bir başka postun konusu olacak ama hayattan ne istediysem verdi aslında bana. şükür edebileceğim ve farkında olduğum çok fazla şey var ki şükürler olsun yarabbim diyebiliyorum gerçekten tüm gönlümle.
Yeni yaşımın bana ve etrafımdaki herkese hayırlı olmasını diliyorum. Dilerim yeni yaşımda da allah, evren, hayat gönlümden geçen herşeyi verir bana çünkü ben hepsi için hazırım.
Tüten ben
33
10.01.2011
Çevrimiçi OFF Hayat içi ON
Sosyal miyiz gerçekten? Ben kendime bu soruyu şu sıralar çok soruyorum. Tüm sosyal ağları kullanırken, facebook, twitter, gtalk, msn, ve daha bir sürüsünü ki, ben hepsini kullanmıyorum, gerçekten sosyal olup, olup biteni takip ettiğimizi mi düşünüyoruz. Hayatın ta içinde mi oluyoruz yoksa ta dışında mı?
Bence sosyal olduğumuzu sanırken tam anlamıyla asosyal oluyoruz ve olup biteni takip etmek bir yana olup bitenden tamamen bihaberiz. Hayatın içinde değil çok uzağındayız.
Peki tüm bunları kullanmaktan vazgeçmek mi gerekiyor? Hayır kesinlikle vazgeçmek gerekmiyor ama ölçüsünde kullanmak gerekiyor. Dahası gerçekten hepsini kullanmaya gerek var mı bunu düşünmek gerekiyor. Ve ne için kullanıyorum diye sormak gerekiyor.
Chat sitelerinden eş bulma sitelerinden bahsetmiyorum bile onların sosyal ağ değil başka bir ağ olduğunu düşünüyorum çünkü.
Haftalardır düşünüyorum neden ben eskisi kadar kitap okumuyorum diye. Evlendiğim için mi? Ona mı vakit bulamıyorum. Akşamları ne olup bitmiş diye işlerden sonra oturup nete bakmak yerine 2 sayfa kitap okuyabilirim oysa ki öyle değil mi?
Herşeyi internetten bakmak yerine daha çok hayatın içinde olabiliriz bence.
Arkadaşlarımızın nasıl olduğunu facebook statüslerinden takip etmek yerine bir telefon açıp nasılsın diyebiliriz örneğin. Çektiğimiz güzel resimleri e-maille paylaşmak yerine paylaşmak istediklerimizi bir çaya davet edebiliriz evimize veya sohbet etmek için msn, gtalk randevusu vermek yerine dışarda bir kahve için sözleşebiliriz.
Hatta sosyeteyi merak ediyorsak internetten takip etmek yerine hem de eğlence olsun diye o gece klubüne gidebiliriz öyle değil mi?
Uzun lafın kısası, ben bu yıl internet kullanımını minimum da tutup hayatın içinde olma kararı aldım yani Çevrimiçi OFF Hayat içi ON diyorum kendime.
Blogger olmayı ise bu işin tamamen dışında tutuyorum. Blog tutmaya başladığımdan beri binlerce blogu da takip ediyorum ve bloglar bana kendimi hayatın içinde hissettiriyor çok fazla şey öğrendim bir çok blogdan. Blog tutmak ve takip etmek sanki günlük değiştirmek gibi birşey.
Tüten ben
Hayat içi ON
7.01.2011
Eyvah! Yakalandım :)
Tam bir mutfak canavarıyımdır! Akşam oldu mu o mutfak bir ziyaret edilir ne kadar ıvır zıvır varsa hatrı sorulur aman üzülmesinler diye hepsinden birazcık tadılır veee genellikle iş üstündeyken yakalanılır kime kocaya. Eskiden anneme yakalanırdım. Resmen mutfağa gidişimi takip eder sonra sinsice gelir veee yine ne yiyorsun sen diye sorardı. Zamanla profesyonelleştim tabii anneye yakalanmamaya başladım. Bu işin sırrı şudur: Ne zaman ki ev halkından sizi takip eden kişi tuvalete gider o zaman mutfağa doğru koşmalısınız. Ama önceden de yiyeceğiniz şeyi hazır etmelisiniz. Kaşıkla yiyecekseniz örneğin kaşığınızı çekmeceden çıkarmak gibi. Böylece anneniz/kocanız tuvaletten çıktığında siz çoktannn işinizi bitirmiş olursunuz ve takipçi sizi bıraktığı gibi bulabilir.
Güray saolsun annemi hiç aratmıyor ve nasılsa beni genellikle o da yakalıyor. Hoş annem kadar profesyonel olamadı ama olsun bu yazıdan sonra profesyonelleşeceğine eminim :) Ya ben azcık fazla olan (7-8 kilo kadar :) ) kilolarımla barışığım aslında. Hatta öylesi barışığım ki kocacığım delirebiliyor bu nasıl kendine güvendir diye.
İşte dönemlerden PMS dönemi olunca kiler dolabında da Nutella olunca şöyle gidip bir kaşık yiyeyim dedim dün akşam. Film koymuş seyrediyorduk nasıl olsa dedim sevgilim filmi bırakıp mutfağa gelmez. Gittim işimi hemen hallettim koca bir kaşığı nutellaya batırdım afiyetle yedim dudak kenarlarımı hatta itiraf ediyorum çeneme bulaşanları bile dilimle bir güzel yaladım yuttum. Ve içeri filmin başına geri gittim. Ben yakalanmamanın ve Nutella'nın gizli tarifinin yarattığı haz ile otururken film bitti sanki salon aydınlandı ve kocacığım şöyle dedi: "Bu ne Tüten" Pijamamın üzerine damlamış ve oracıkta kurumuş Nutella. Ben ne dedim: "Bilmem ne o :)" Tabii ki kurumuş bir Nutella dedi. Yakalandın yine dedi :) Çaresizdim sevgili okur gülmeye başladım n'apabilirim ki. Halbu ki ben o damlamış parçacığı farketseydim sırf arkamda iz bırakmamak adına yalardım. Kaşığı bile o kadar temiz hale getiriyorum ki çekmeyece koy valla yıkanmadığı anlaşılmaz :) (Merak etme sevgilim çekmeceye geri koymadım bulaşık makinasına koydum kaşığı)
Sonra yakalanmanın yarattığı hayal kırıklığı ile gittim mutfağa bu utancı ancak Nutella söndürür dedim ve daldırdım kaşığı içine kocam o sırada tuvaletteydi :). Pişman değilim :)
Size diyeceğim o ki, aman dikkatli olun benim gibi şaşkın olmayın.
Tuten ben
Mutfak Canavarı :)
6.01.2011
Evlilik Dediğin...
Yukarıdaki resme bayıldım.
Kadın diyor ki: "Eğer sen benim kocam olsaydın kahvenin içine zehir atardım"
Adam da diyor ki:"Eğer sen benim karım olsaydın ben de o kahveyi içerdim"
Ve resmin altında yazan: Evlilik düşmanınızla birlikte uyudunuz tek savaştır!
Evliliğin tek bir anlatımı tek bir duygu hali yok! Evlilik anlatılmaz yaşanır gerçekten. Farkı dinamikleri var ne flörte benziyor ne beraber yaşamaya.
Evet bazen karı&koca düşman derecesinde sinir oluyorsunuz birbirinize ama çoğu zaman da koala tadında yaşıyorsunuz. Yıllarca flört etmiş olmak, beraber kısa sürelide olsa yaşamış olmak bunlar evlilik için çok önemli değil gerçekten.
Hani şu taze evli bana sorarsanız evlenmeyi düşündüğünüz insanda dikkat etmeniz gerekenleri şöyle sıralardım:
1- Sevgilinizi her haliyle seviyor musunuz? Sevmediğiniz hallerine katlanabileceğinden emin misiniz? Bakın bu çok önemli eminmisiniz katlanabileceğinize. İşte belki uzun süre flört burada işe yarayabilir hani bunca sene katlandım bundan sonrada katlanırım gibi. Birlikte eğlenebiliyor musunuz?
2- Sevgiliniz ailesi nasıl? Mutlaka görün. Elektrik tuttuysa harika. Tadından yenmiyor ve gerçek bir aile olunabiliyor.
3- Mutlaka ama mutlaka tensel bir temas yakınlık olsun evlenmeden önce çok önemli ben söyliyeyim.
Bu 3 olmazsa olmaz bir evlilik için. Saygı sevgi bu klasikleri geçiyorum önemsiz olduğundan değil zaten cepte bunlar olmadan beraber yola çıkılır mı?
Şimdi gelelim neden ben bugün bu yazıyı yazdım :) Çünkü kocam kendini Zagor ilan etti. Yani bana öylesi katlanıyor ki kocacığım Xagor oluvermiş. Herhalde bu sabah kendisine zehirli kahve yapsam shot yapıp içerdi :) Ama demek ki beni seviyor ki 3,5 aydır başarıyla sürdürüyoruz evliliğimizi. Ama allahtan sabahları kahve içme alışkanlığımız yok yoksa nice olurdu halimiz :)
Tüten ben
Zagor'un hatun kişisi :)
5.01.2011
Hayal Bu Belli mi Olur Bakarsın Gerçek Olur
Daha ortada fol yok yumurta yok (yumurta var aslında :)) ama niyet olunca, hedefe doğru tam hızla ilerlerken düşünüp duruyorum uzun zamandır. Ben mi fazla hayal kuruyorum diye. Gerçekten böyle bir hayalin gerçekleşmesinin imkanı yok mu diye?
Konu; 2'yken 3 olunca evlilik, hayat hepsi tamamen değişiyor mu? Çok mu özleniyor gerçekten 2'yken yaşanılan hayat. Bebek hayatı gerçekten çok mu değiştiriyor. İnsan bebeğini çok da sevse artık "eski" dediği zamanı çok mu özlüyor. Aklına zaman zaman olmasaydı acaba hayat daha mı güzel olur diye düşünüyor. Sorguların ardı arkası kesilmiyor mu? Terazide hep değişen hayat mı ağır çekiyor.
Ben bir hayal kuruyorum ve yazımın başlığındaki gibi hayal bu belli mi olur bakarsın gerçek olur diyorum. Benim hayalim 2'yken 3 olunca hayat ne denli değişirse değişsin bu değişime hızlı adapte olmak bu durumu sevmek ve "eski hayatım"la başlayan cümleler kurmamak.
Yaşamadığım durumlarla ilgili yorum yapmamayı ben olsam diye cümle kurmamaya özen gösteriyorum artık. O yüzden sadece hayal kuruyorum bakarsın gerçek olur diye.
İstisnasız her insan çocuk olduktan sonra hayatın, evliliğin ve insanın kendisinin ne denli değiştiğinden bahsediyor. Bebekleriyle ilgili harika şeyler söylüyorlar. Henüz bebeğinden şikayetçi olanı pek duymadım yani yemesinden şikayetçi olunabiliyor uykusundan ve benzeri ama bebeğin kendisinden kocaman bir gülümsemeyle bahsediyorlar.
Ama konu ne zaman ki hayatlarına geliyor işte o zaman yüzler düşüyor gözler yukarı ve sola doğru kayıyor (bu geçmiş hayatı düşünürken istemsiz ve farkında olmadan yapılan birşeydir) ve bir özlem bir hüzün çöküyor. Böyle durumlarda karşımdaki için sünger olmayı seçiyorum ben yani söylediği herşeyi çekeyim ama hiçbir yorumda bulunmayayım sadece dinleyeyim o insanı biliyorum çünkü insanın buna ihtiyacı var o anda.
İşte hayalim bebeğimi sevdiğim kadar bebekli hayatı da seviyor olmak. Sorunlar çözülmek içindir gelişmek içindir mantığı ile yaklaşmak ve çocukla birlikte yorulmadan zevkle keyifle büyüyüp yaşamak. Biliyorum farkındayım benim ki hayal ama belli mi olur bakarsın gerçek olur :)
Tüten ben
Hayal&Gerçek
3.01.2011
Nasıl Girersen Öyle Geçer
Ben susayım resim konuşssun. Bir yıla nasıl girersen öyle geçer derler ya öyle olsun işallah. Biz bol kahkaha, bolca sevgi, çokça eğlence, maaile birlikte girdik. Farkettim ki, eğlenmek, kahkaka atmak, sevmek, sevilmek ve maaile olmak insanda uyuşturucu etkisi yapıyor ne endişe ne keder ne korku hiçbiri kalmıyor.
2011 geldiğin gibi devam et ;)
Tüten ben
Uyuşuk halde
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)