26.07.2013

3.KÖPRÜYE NEDEN KARŞIYIM? / #KöprüdegilTopluTasima

3.KÖPRÜYE NEDEN KARŞIYIM?  / #KöprüdegilTopluTasima 

Ben bir anneyim. Anne olmak sadece doğurmak değildir. Anne olmak geleceği yetiştirmektir. Bir çocuk gelecek için yatırımdır. Çocuklarımızın sağlıklı olması en büyük servetimizdir. Bunun için de sağlıklı yiyecekler, kirlenmemiş, yok edilmemiş bir doğaya ve temiz suya ihtiyacımız var.

Ben İstanbul’da yaşayan bir anneyim. Kış geldiğinde şehrin üstüne inen kirli hava pusunun altında nefes almaya çalışıyoruz. Ben çocuğumun temiz havayı içine çekmesini, toprağın kokusunu duymasını istiyorum, çünkü bunu ona borçluyum. Kızılderililerinin dediğine inanıyorum, “biz dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık”. Dünyayı daha iyi bir şekilde onlara geri vermeliyiz.

Yaşadığımız şehirde doğa rant hırsı ile uzun yıllardır fazlasıyla tahrip edildi. Şimdi bir de yıllardır konuşulan 3. Köprü’nün yapımına başlandı.
·         Eğer 3. Köprü yapılırsa; trafik için çözüm olmayacak, ancak çevreyollarının kenarları yeni sitelerle doldurulacak.
·         Eğer 3.köprü yapılırsa, zamanla ormanların içindeki su havzaları ortadan kalkacak ve susuzluk sorunu ile yüzleşmek zorunda kalacağız.
·         Eğer 3. Köprü yapılırsa, suların kirlenmesi çevrenin daha da sağlıksız olmasına neden olacak. 
·         Eğer 3. Köprü yapılırsa, sadece İstanbul değil, Kocaeli ve Çatalca yörelerindeki verimli topraklar da beton yığınlarıyla kaplanacak.
·         Eğer 3. Köprü yapılırsa, İstanbul’un giderek azalan yeşil alanları hızla iyice küçülecek, sıcaklık dayanılır olmaktan çıkacak.

Böyle bir şehirde nasıl yaşayacağız? Çocuklarımızı büyütmek istediğimiz şehir bu olabilir mi?
  
İstanbul’un ilk Boğaz Köprüsü 1973’te, ikincisi 1988’de açıldı. O zaman gösterilen gerekçeler, iki kıta arasındaki ulaşımı kolaylaştırmak ve trafik sorununu çözmekti. Ama sorun, yıllar geçtikçe daha da içinden çıkılmaz hale geldi.
Çünkü köprüler trafiği azaltmıyor, aksine kendi trafiklerini yaratıyor.
Çünkü köprülerin taşıdıkları yolcu değil araç!

Birinci köprü açıldıktan bir yıl sonra:
Boğazı geçen insan sayısı yüzde 4 artarken
Boğazı geçen araç sayısı yüzde 200 arttı!

İkinci köprü açıldıktan sonra bugüne kadar:
Boğazdan geçen insan sayısı yüzde 170 artarken
Boğazdan geçen araç sayısı yüzde 1180 arttı!
Yolcuların yüzde 63’ünü taşıyan toplu taşım araçlarının köprü trafiğindeki payı yüzde 10
Yolcuların yüzde 37’sini taşıyan özel araçların köprü trafiğindeki payı yüzde 90

Özel araçların yarattığı trafik sıkışıklığını karşılamak için İstanbul Boğazı’na 2020 yılında 7 köprü, 2040 yılında 70 köprü yapılması gerek!  Köprülerle örtülmüş bir boğaz hayal edebilir misiniz?

Ben bir anneyim/ babayım, çocuğum için 3. Köprü’nün yapılmasına karşıyım.
Trafiği çözmek istiyorsanız toplu ulaşımı arttırmanızı istiyorum. Trafiği çözmek istiyorsanız, bilinçli araç kullanımının yaygınlaştırılmasını istiyorum.
Köprü değil, sağlıklı yaşam ve çevre  için bilinçli toplum ve toplu taşıma istiyorum!

Sizleri 3. köprüyü engellemek ve daha iyi bir geleceğe sahip çıkmak için sosyal medya üzerinden yetkililere baskı yapmaya çağırıyorum.

Daha ayrıntılı bilgi için: http://www.spoist.org/dokuman/Raporlarimiz/spoist_3.koprurapor.pdf

22.07.2013

Ha Pollyanna Ha Tüten

Neeeee! Çocukla tatil mi beni bu işe karıştırma rica ederimmm :)

Çocukla tatil deyince Pollyanna bile şaşırdı ama yok öyle şaşırmak kuzum sen Pollyanna'sın, olumlu tarafından bakacaksın, bardağı dolu göreceksin. 

Bu hafta bittiğinde resmi olarak tatile giriyorum; önümüzdeki Cuma'da tatile çıkıyoruz. Nedense tatilin çok iyi geçeceğine inanıyorum nasıl bir Pollyanna kaçtı ise içime eğleneceğiz, yorulayacağız ama elbette dinleneceğiz de diyorum. Nedense geçen seneki tatilimizi düşününce bile olsun o geçen seneydi dün dündür cancağızım diyorum kendime :). Geçen sene'ye dair bir yazı okudunuz mu, ağzımdan bir cümle duydunuz mu, yok, neden? Çünkü öyle bir kabustuki hatırlanmak bile istenmeyen cinsten. Ma-aile 12 kişi Midilli'ye gittik; daha İstanbuldan yola çıkışımız olaylıydı. O da bir bayram tatiliydi 4 saatte Bursa'ya varıp oradan Kayınvaldemleri alıp Ayvalığa oradan da Midilliye geçeceğimizi planlamıştık. Lakin Bursaya 9-10 saatte vardık ve 1 günü kaybettik. 

Sonra hadi morallari bozmayalım dedik; Arenin arabada durmayacağını biliyorduk zaten ona katlandık. Ayvalığa vardığımızda Güray ve ben çoktan 1 hafta geçirmiş kadar yorgunduk. Neyse bindik deniz zımbırtısına vardık akşam üzeri Midilli'ye. Ailenin bir kısmının Schengen vizesi vardı, uzunnnn bir kuyruktan sonra içeri geçtiler. Hesapta onlar Midilli'ye ayak bastıktan sonra araç kiralama işleriyle ilgileneceklerdi. 

Bizde vize için daha önceden ödeme yapmıştık ve kapıda vize alacağımızı sanıyorduk. Aaa o da nesi vapur biletlerimizi alan acenta vize falan almamış, biz Yunan polisinin yalancısıyız. Bu arada uzuunnn kuyruk hiç bitmedi; bebekli ve ağlamaklı anneyi görünce bize öncelik sağladılar. Aren slingte kah uyuyor kah ağlıyor. 
İçeride bekliyoruz; vizeniz yok ama bakalım napabiliriz diyorlar. Bize para falan gelmedi evrakta diyorlar. Fotoğraflara bakıp bu size hiç benzemiyor diyorlar; ben de haklısın doğum bir kadını çok değiştiriyor diyorum. Bayılıyoruz tekrardan 200-300 Euro'yu vizeyi zar zor alıyoruz ve dışarı çıkıyoruz. Adaya vardığımızda tepemizde güneş parlıyordu, otele varıp kendimizi denize & havuza atarız diyorduk. Polis kontrolünden çıktığımızda ay gözyüzünde parlıyordu bu sefer. 

Hımmm ada'da her yer kapanmış açık olan Rent a Car'larda da araba kalmamış. Otobüs'e bineriz olmadı Metro'ya olmadı çevir şurdan 2 taksi diyemiyoruz çünkü adadayız. Otelimiz Midilli adasının en uç noktasında, kocam saolsun adanın en güzel köşesindeki oteli seçmiş ama ulaşımımızı nedense hiç düşünmemiş; ee o da haklı 12 kişinin tatil programını yapıyor tek başına, onu da başkası düşünceydi di mi ama :) 

Neyse oteli arıyoruz valla geldik ama durum böyle böyle gel bizi al diyoruz. Ben size hemen araba gönderiyorum diyor; hemen=1 saat, olmuş geceyarısı, Yunan halkı gecelere akıyor biz de limanda bavul üzerinde oturuyoruz. Sadece Aren değil 2 çocuk daha var yanımızda. Aracımız geliyor; hımm tamam cehennem yolu böyle birşey olmalı prova yapıyoruz diyoruz. Kapkaranlık virajlı bir yol 100-120 km hızla giden bir otobüs. Otelimize vardığımızda gözümüz hiçbir şey görmüyor. Yat şurda taşta deseler, tamam oldu diyeceğiz. 

Onca şeyden sonra otele vardığımızda elbette orası cenetten bir köşe bizim için ki gerçekten ertesi sabah iyi bir otel seçtiğimizi daha iyi anlıyoruz. Tatil başladı mı bundan sonra, buraya kadar mıydı kötü kader? Yooo dostum olur mu, macera daha yeni başlıyor. Biz çocukla tatile kalabalık çıkalım, elbette bizden başka bakacak birileri olur, karı-koca ada gecelerine akarız, denize gireriz falan diye düşünürken, kader de bize ordan kıskıs gülüp eğleniyormuş meğer. Aren 9 aylıktı. Ve inanır mısınız 1 hafta boyunca mememde yaşadı. Ailemin yanında bile emzirmemden hoşlanmayan kocam 2. günün sonunda tüm ada halkının memelerimi görmesine itiraz etmez oldu. Bildiğin Afrikalılar gibiydim, kilo olarak da benzesem iyi de, işte ben onların çok yemiş haliydim. Yürürken bile mememdeydi Aren. Denize girdiğimde bile mememdeydi; abarttığımı düşünüyorsan, günahıma giriyorsun ramazan ramazan :) 

Velhasıl daha fazla geçen seneki tatilden bahsetmeyeyim; lakin dönerken çocukla tatil mi bir daha mı aslaaaaaa diyordum. Arabayla bir yere gitmek mii? Aslaaaa diyordum.  Tek avuntum işe dönecek olmamdı; mesaiye'de kalırım sabah 6:00'da çalışmaya başlarım ne isterseniz yaparım, yeterki beni bu tatilden kurtarın ruh halindeydim. 

Lakin insanoğlu işte unutuyor; ders alıyor mu hiç yaşadıklarından. Bu sene bir sevinç, bir heyecan ben de. Tatile gidip gelmiş, yorulmuş bezmişleri dinledikçe; tıpkı hamileyken olsun canım benim çocuğum öyle olmaz modundaydım şimdi de. Bu sefer kader değil ben kendime gülüyorum ama elimde değil, yok yok biz çok keyifli vakit geçireceğiz diyorum, Aren deniz kenarında oturacak biz şezlogumuzda Mohito'muzu yudumlarken (bu arada alkol içmem,görün nasıl sadece hayal olduğunu) o kumsalda oynayacak kendi başına veya yeni tanıştığı arkadaşlarıyla, biz de ona el sallayacağız, arada yanımıza gelecek, iki öpüşüp koklaşıp hop oyuna devam. Öyle uyumlu olacak ki çocuğum; yemek yerken, oturacak, ne dersek yapacak falan..... Yaaa gülmeyin ama lütfen, neden olmasın ki :)

Oldu canım tamam canım öpüyoruz seni, iyi tatiller diliyoruz sana diyorsunuz di mi? Bu tatilin dönüşü var, geçen seneki gibi tatil yazısı yazmayı atlama, o yazıyı da merakla bekliyoruz, okuyacağız diyorsunuz değil mi :) Çok hainsiniz çokkk.  Ne var yani içimdeki Pollyanna'yı da mı öldüreyim :)









18.07.2013

Aqua-Baby Vs Aqua-Tots





Aquababy ve Aqua-Tots bebek ve çocuklar için geliştirilmiş iki farklı yüzme programı. Bu yazı hangisi daha iyi yazısı değil; her ikisini de deneyimlediğimiz için bir karşılaştırma yazısı. Deneyimlerim ve gözlemlerim neticesinde programların içeriğinden bahsetmek istedim; böylece sizlerde bu iki program hakkında bilgi edinmiş olursunuz ve beklentilerinizi hangi programın karşılayacağı konusunda bir ön bilgi edinirsiniz diye düşündüm. 

Aquababy ile ilgili daha önce yazı yazmıştım; göz gezdirmek isterseniz tık tık


Bu yazıda kullanacağım fotoğrafların hepsi Aqua-Tots programına ait; çünkü Aquababies programında fotoğraf çekimi yasak. Aquababies yazımda kullandığım fotoğraflar da programın kurucusunun Huggies mayo bezlerin sponsorluğunda Türkiye'ye geldiğinde ajans tarafından çekilmiş fotoğraflar ki, bu fotoğraflar dersin içeriğini göstermiyor. Dünyadaki tüm Aquababies programlarında fotoğraf çekimi ve paylaşımı yasak. 

Bebeklerin anne rahminde başladıkları serüvenin su içersinde gerçekleştiğini hatırlarsak yüzmenin önemini daha iyi anlarız. Ben bebek ve çocuklar için en ideal aktivitenin yüzme  ve jimlastik olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla Aren'le yüzme serüvenimiz 6 aylıktan itibaren başladı ve biz her anlamda faydasını gördük. 

Şimdi gelelim karşılaştırmaya; 

Aquababies programına bebeğin ilk ayından beri katılabilirsiniz. 

Aqua-Tots programına ise 6. aylık itibariyle katılabilirsiniz. 

Aquababies çocuğun gelecekte alacağı yüzme derslerinin tabanını oluşturan bir programdır. Aynı zamanda bu programda doğal refleks olan ve fakat sonradan kaybolan suyun altında nefes tutma refleksi de tekrardan hatırlatılıyor. Bizzat bu müthiş deneyimi yaşadık; bebekler ilk dersten eğer hazırlarsa suyun altına bırakılıyorlar ve o mucizeye tanık oluyorsunuz hoop yukarı çıkıveriyorlar. 

Aqua-Tots bebek ve çocukların suda özgüven kazanmalarına vesile olan yüzme tekniklerini öğreten bir programdır.

Aren henüz 6 aylıkken Aquababies'le başladığımız için doğru bir tercih yapmış olduğumuza inanıyorum; temellerini atmış olduk yüzme derslerinin, suyun altında dalışta gerçekleştirip, nefesini tutmayı öğrendiği, daha doğrusu, hatırladığı için Aqua-Tots derslerinde ilk günden itibaren rahat bir tavır sergiledi Aren. 

Programların içeriği

Aquababies programı otel havuzlarında gerçekleşiyor ve sadece grup dersleri yapılıyor. Hafta içi ve haftasonu belli günlerde programları var. 

Aqua-Tots'un kendine ait özel bir yeri var ve dersler randevuyla belirleniyor, özel ders imkanı da var. En fazla aynı anda 4 çocuk oluyor ki biz hiç 4 çocukla ders yapmadık. Haftanın 7 günü sabah 9:00-19:00 arası ders yapılabilir. 

Otel havuzlarının kullanımı benim için başından beri bir dezavantaj çünkü otel Aquababy programı için kapatılmıyor dolayısıyla havuzun bir bölümünde otel müşterileri de olabiliyor; hazırlanıdığınız, bebeğinizi hazırladığınız yer otelin SPA kısmına ait dolayısıyla çok rahat edilemiyor. Aqua-Tots'un kendine ait yeri olmasının böylesi güzel avantajı var. Birazdan fotoğraflarla da olaya bakacağız ;)

Aquababies programı yarımsaat kadar sürüyor ki ilk aylar için oldukça uygun bir zaman, zaten fazlasında çocuk sıkılıyor vb. Bu programda eğlence çok ön planda değil, çocuk daha çok annenin hakimiyetinde veya baba ile giriyorsa babanın. Bir eğitmen suda oluyor ve tüm çocuklarla ki, sayı her zaman 2'den fazla, o ilgileniyor.


Aqua-Tots programı 1 saat kadar sürüyor ama o vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile. Eğlence çok ön planda, öğretmen en fazla 4 çocukla ilgileniyor ki dediğim üzere ben hiç 4 kişilik bir derse denk gelmedim. Hakimiyet daha çok öğretmende. Hatta anne&baba suya girmek zorunda değil. Ders sırasında çocukların bayılacakları cinsten metaryaller kullanılıyor. Az sabredin fotoğraflar geliyor :)

Yazıyının içerik kısmını tadında bırakıp birazda fotoğraflara bakalım değil mi? Daha fazla bilgiye hem iki programında web adresinden ulaşabilir hem de bana sorabilirsiniz. Her iki programında deneme dersleri mevcut; hatırladığım kadarıyla Aquababies'in deneme dersleri ücretli, Aqua-Tots'un ki ise ücretsiz. Kararınızı vermeden önce ikisinin de deneme dersine katılmanızı öneririm; en nihayetinde kararı çocuklar veriyor. 

Deneme derslerine katılmadan önce bir kaç bilgiyi paylaşayım; 


  • Ders'e katılacağınız saat mutlaka uyku saati öncesi olsun. Yani bebeğinizin veya çocuğunuzun uykusunu aldığından emin olun. Dersten sonra yorulup uyuyacak zaten. 
  • Karnı tok olsun ama hazımda gerçekleşmiş olsun. Yemeğin veya emzirmenin hemen üstüne girerse pek iyi olmuyor :)
  • Neşeli, keyifli bir saatine denk getirmeye çalışın. Malum keyifsizken hiç çekilmiyorlar :)  Örneğin diş çıkarmanın tavan yaptığı bir gün hiç iyi olmaz :)
  • Bence ilk derse anne'yle katılmalı ama sonraki derslerde babayla da girebilir hatta bence mutlaka babayla da deneyimlemeli. 


Tamam tamam fotoğraflara geçiyoruz :)


Aqua-Tots programına katıldığınızda çocuğunuza özel çanta, havlu, mayo veriliyor. Gördüğünüz üzere Aren çantasını taşımaya çok meraklı.
Ders öncesi bizim gibi erken giderseniz çocuğunuzun oyalanabileceği bir alan var. 

Şimdi giyinme odalarına doğru ilerleyelim bakalım ;


Kadınlara& Erkeklere& Kızlara özel odalar ve bunlarda o bölümleri gösteren etiketler 


Ay biri hazırlanmış da geliyor. Odalarda böyle keyifli hatırlatmalar var. Ve her türlü detay düşünülmüş durumda. Bebek bez mayo götürmek zorunda değilsiniz orada var. Islak mendik, Prima bez, bebek şampuanı vb vb vb.

Çılgın eğlenceye hazır mıyız gençler :))


Yo yo henüz hazır değiliz önceeeeee

Duşumuzu alıyoruz. Aren bu fasıla da bayılıyor :) Dakikalarca duşta kalıyor

Veeee Ders başlasın!

Bu ilk dersimiz Aren hem öğretmenine hem de havuza alışmaya çalışıyor

2dk sonra  oldukça alışmış di mi :)

5 Dk sonra ooo yüzmeye geçmişiz bile. Bu kurbağı kendi seçti, dedim ya bir çok eğlenceli malzeme var diye. Altından geçiyor böylece alan derinlik vb kavramları da kendiliğinden öğrenmiş oluyor. 
Bu da dünki babayla girdiği dersten. Evet hazırım bırakın beni :)

Bunu benim takmama gerek yok babam taksın onun ilk dersi :)

İşte böyle baba bırak beni yüzerim 

Ufff şu kız alamıyor balığı gidip ben alayım en iyisi

Babamda mı yakalayamadı balığı ben yakalarım tamam

Eee bunu haketmiştim ama

Aaa orada ne oluyor öyle hemen atlamalıyım suya :)

Dersin sonunda sandal sefası :) Biner binmez nerden gördüğünü hiç bilmiyorum sopa deyiverdi, sanırsın ki hergün sandalda geziyor

Çek çek kürekleriiii 

Eee dersten sonrada duş almalıyız tabii

Kafasını çampuanlıyormuş(çampu=Şampuan) serseri 

Dersten sonra oyuna kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bu da bizim karnemiz :) Bu karneler genel bir yerde duruyor alıp bakıyorsunuz çok da eğlenceli dille yazılmış 



Bu kadarcık mıydı ee ben daha yuzecektim, oynayacaktım ama (Kafasındaki toka kendi eseri efenim, soyunma odasında buldu ve takmanın uygun olacağını düşündü)




16.07.2013

Kaliteli Zamanın Bu Kadar Özel Kılan Nedir?




"Çocuğunuzla kaliteli zaman geçirmek onu aktif bir şekilde dinlemektir; oynadığı oyunlar algısı ve hayatı hakkında size fikir veren araçlardır.." - Patty Wipfler

"Kaliteli zaman paha biçilmezdir; çünkü ebeveynlerin koşulsuz sevgisini sembolize eder. " - B.J. Howard



Kalite zaman deyince aklınıza ne geliyor? Benim kaliteli zamandan anladığım; geçirilen süre sonunda tatmin olunmuş bir zaman dilimi. Lakin biz yetişkinler, misal ben, bir arkadaşımla ve kocamla 2-3 saat başbaşa olup sohbet edip beraber birşeyler yaptığımda kaliteli zaman geçirmiş olup, tatmin oluyorum. Veya tek başıma uzanıp sevdiğim birşeyler yaptığımda bir 30 dakika bile olsa (çocuktan sonra 30 dakika benim için eşittir 48 saat) kendimi iyi hissediyorum. Ne varki çocuk milleti en azından benimki bu kadar çabuk tatmin olan biri değil :) Fakat bir iyi haber gerçekten hakkıyla kaliteli vakit geçirdiğinde de kafadan 2 gün rahatsın; ne dokunur sana ne kriz geçirir ne de başka birşey, evde bayram havası yaşanır. 

Hakkıyla kaliteli vakit geçirmek demek de, tüm bedenin ruhun ve aklınla orada, o anda olmak. İşte zaten kaliteli zamanı hemen özel hem de zor kılan noktada bu. Herşeyinle o anın içinde kalabilmek. Aslında çok merak ediyorum; meditasyon ve benzeri çalışmalar yapanlar, yani anın içinde kalabilmeyi başaranlar, çocuklarıyla  vakit geçirmek konusunda daha mı başarılılar. Bana göre kaliteli vakit geçirmek istiyorsan çocuğunla, cep telefonunu ulaşabileceğin en uzak görünmez noktaya kapalı bir biçimde koyacaksın. Tüm insani ihtiyaçlarını gidermiş olacaksın; yemek, su ve tuvalet. Sizinkini bilmem ama benimki ona özel ayrılan zamanda tuvalete gitmek istersen bile bozuk atar; yap yap buraya yap diye yeri gösterir :) Ee çocuk da haklı bir bakıma, zaten annesiyle kısıtlı bir zamanı var onun da bölünmesini istemiyor. 
Uzmanlar ve benim de bizzat 1:1 danıştığım uzman kaliteli zamanla ilgili iyi bir haber veriyor; çocuğunuzla isterseniz 10 dk kaliteli vakit geçirin ama o 10 dk'nın içersinde mutlaka ve mutlaka o anda kalın, bu çocuğunuza iyi gelecek, tatmin edecektir diyor. Ben uzmanların yalancısıyım:) Peki hergün mü? Elbette hergün olsa harika olur diyorlar ama haftada 1 tamamen çocuğunuza ayıracağız kaliteli zamanın bile mucizeler yaratacağı konusunda hemfikirler. 
Kalite zaman günümüzün stresli ve yoğun yaşamının tedavisi aslında. Kaliteli zamanı bu kadar özel kılan sebeblerden bazısı: 
  • Kaliteli zaman çocukla iletişim kurmanın ve birbirine tekrardan bağlanmanın en iyi yoludur; böylece çocuk hem daha mutlu olacak hem de işbirliğine daha yatkın hale gelecektir. Kesin bilgi :) gerçekten böyle oluyor.
  • Kaliteli zaman -malesef her zaman olamayan- ebeveynin çocuğa tüm dikkatini ve sevgisini aktarabildiği, geçirebildiği zamanlardır. 
  • Çocuklara oyun oynayabilecekleri ve bu oyunda kendilerini güçlü ve lider hissedebilecekleri güvenli alanı yaratır. 
  • Çocuğa duygularını gösterebileceği, yardım alabilecekleri doğal ortamı yaratır: Oyun
  • Çocukla empati kurulabilecek ortamı sağlar kaliteli zaman; böylece çocuğun bakış açısını görebilir, aradaki bağı güçlendirebiliriz. 
  • Kaliteli zaman güven ortamı da yaratır; çocuk duygularını göstermekte ve yardım istemekte daha açık olur bu sayede. 
  • Çocuğun kendisini iyi hissetmesine, ailesinin merkezinde olduğunu görmesine vesile olur; kendini değerli ve önemli hisseder ki bu da çocuklar için oldukça önemlidir. Bizler bunu biliyoruz ama çocuklarımızın bunu bilmeye çok sık ihtiyacı var. 

Özel zaman konusunda çocuğunuzu bilgilendirmekte çok önemli. Mesela şimdi Aren zamanı demek gibi. Bunu ona özel ayıracağınız zaman diliminde tekrarlarsanız zamanla buna alışır ve güven duymaya, tatmin olmaya başlar. Çocukları en çok rahatsız eden durum, bilinmezlik. Sizin ona ne zaman zaman ayıracağınızı bilmediğinde çocuklar strese giriyor oysa bilirseki mesela uyandıktan hemen sonra annesi veya babası onunla bir 15 dk oynayacak ve bu hergün böyle, işte o zaman rahat ediyor. Mesela biz de ben işten geldikten hemen sonra Aren'le oynuyorum, baba gelene kadar. Baba geldiğinde anne&Aren oyunları biter. Babayla oyunlar başlar, sonra da aile oyunları ve zamanı. 


Birden fazla çocuk varsa evde; hepsini önceden onlara ayrılacak özel zaman konusunda bilgilendirmek gerekiyor. Yani şimdi Aren zamanı şimdi de Ayşe zamanı gibi. Allah kolaylık versin çok çocuklu ailelere :)
Akılda tutulması gereken önemli bir noktada; birlikte geçirilecek bu zaman diliminde ebevenyinin aslında yönlendirici olmaması gerektiği; lider olması gereken kişi çocuk. Yani o sizden daha aktif olacak, aslında kulağa çok hoş geliyor değil mi ;)
Oynanabilecek oyunlara örnek vermek gerekirse; bu oyunları biz de oynuyoruz ve her defasında çok mutlu bir çocukla karşılaşıyoruz. 


  • Güç oyunları (Benden kaçamazsın, ay kaçtın mı yoksa, çok hızlısın ama yakalayamıyorum seni :)") Bunu sevmeyen çocuk olabilir mi? Güç mutlaka çocukta olmalı. Bazıları oyunda yenilsin ve yenilmenin de doğal olduğunu görsün derler, ben özellikle küçükken bunun doğru olmadığına inanıyorum. Özellikle 2-5 yaş arasında bence gerçekten buna gerek yok, bırakalım kendilerini güçlü hissetsinler zaten daha sonra yenilmeyi ve yenilmeyi kabullenmeyi de öğrenecekler. 
  • Otorite oyunları, Kontrol ve kuralları yıkma ("Ne yaparsan yap sakın yatağın üzerine çıkma; ne yoksa yatağın üzerine mi çıktın şimdi seni 50 kere öpmem lazım nerden öpeyim nereden") Oyun içersinde otoritenizi yıkmasına izin verirseniz, diğer zamanlarda otoriteye karşı gelmeye fazlaca teşebbüs etmezler. Bazen otoritenizin kırabildiklerini görmek güç savaşlarını azaltır (Kesin bilgi değil ben böyle bir varsayımda bulunuyorum. )
  • Yastık Savaşları- Enerjisini atmasına iyi bir vesile ;)
  • Uzaklaşma-birleşme (Cee-ee, saklanmaç, bye byee gidiyorum) 
  • Korkutma  (Çocuğunuzu eğlenebileceği kadar (asla gerçekten korkucağı kadar değil) korkutun bakın nasıl gülecek, sonra da siz ondan korkun. Aren'in yegane sevdiği oyunlardan biridir. Üzerinde timsahlı ve dinazorlu bir t-shirt varsa korkutmaya bayılır, bizde seve seve korkuyoruz zaten :) O da katılarak gülüyor. 


Çocuğunuzun rahatsız olduğu bir konuyu farkettiğseniz bunun üzerine bir oyun kurun; mesela okula gitmek istemiyorsa, okul oyunu gibi. Ama bırakın oyunu o yönetsin.
Ağlamak kadar gülmekte çocuğu inanılmaz rahatlatan ve iyi gelen birşeydir; bu nedenle beraber geçireceğiz zamanlarda çocuğunuzu güldürecek hatta kahkalara boğacak şeyleri deneyebilirsiniz. 
Elbette bu zamanın bir sonu var; sonu geldiğinde çocuğunuz bitirmek istemeyebiliri hatta ağlayabilir. Buna izin vermeniz gerekir; böylece o da sizin sınırlarınızı öğrenmiş olur ve bir sonrakinde daha rahat eder, daha rahat edersiniz. Yeterki istikrarlı ve güvenilir olun. 

Ne kadar sabrınız olduğu, çocuğunuza ne kadar özel zaman ayırabileceğiniz sizin bilebileceğiniz birşey. Ben 15 dakika tam olarak o anın içinde kalabilirim diyorsanız 15 dk kaliteli zaman geçirin; zamanla arttırabilirsiniz de. Önemli olanın kalite olduğu daima hatırlayın. Çocuğunuza vereceğiniz kalitesiz bir 12 saattense kaliteli bir 15 dakika her anlamda daha çok işe yarayacaktır. 
İlk fırsatta oyun önerilerine daha geniş yer vereceğim. 



15.07.2013

Fotoroman- 21 ay




Bugün 21 ayı geride bırakıyoruz; dile kolay 21 ay. Çok büyüdün sen ve hala çok bebeksin. Büyüdüğünün sen de farkındasın ve müthiş bir mücadelen var büyüdüğünü ispatlamak için, buna halk arasında 2 yaş sendromu diyoruz. Herşeyi yapabileceğine inancın sonsuz, her lafın başı ve bitişi aynı: BEN!... Yapamazsan, gücün yetmezse bozuluyorsun, yardım kabul etmek ağrına gidiyor çoğu zaman. Bazen büyümek sana ağır geliyor, bebek olduğunu hatırlıyorsun ve gelip sığınıveriyorsun bize...


Markete gitmek seninle hem eğlence hem de işkence; herşeyi yapabileceğine olan inancın markette de kendini gösteriyor, kendine bu taşınabilir sepetlerden seçip kendi alışverişini yapıyorsun, ne kadar ağır olursa olsun ki içine kapuş (karpuz) koymuşluğun bile var, taşımaktan vazgeçmiyorsun. 


Kendine marketten kuru kayısı, hurma, bir adet limon, mısır ve ne olduğunu anlayamadığım birşey almışssın son gittiğimizde; eve dönüşte de kendi torbanı taşımak konusunda çok ısrarcısın. Bir de bu torbayla 2 kat yukarı çıkıyorsun gel yardım edelim taleplerimizi sinirle reddediyorsun. Tamam tamam sen sen sen :)


Arabada giderken en sevdiğin şeylerden biri benim gözlüğümü takmak ve sakız çiğnemek; şekersiz sakız favorin, doğduğundan beri çiğniyormuş gibi ilk ağzına attığından beri çiğnemeyi başardın ve sakız senin regüle aracın oldu. Trafiğe sakız çiğnemeden katlanamıyorsun; en meşhur özelliklerinden biri etrafını yiyip içirme özelliğin. Hiçbir şeyini paylaşmaya yanaşmayan sen ve hatta tuvalete senden önce biri kazara girerse deli gibi ağlayan ben çişşş ama ben kaka diye kendini yerlere atan sen söz konusu yemek ve benzeri paylaşmaksa neredeyse zorla insana yedirip içiriyorsun. Umarım bu özelliğini hiç kaybetmezsin, etrafını daima yedirip içiren gönlü zengin bir insan olursun. Yani sen sakız çiğniyorsan mutlaka ben, baban ve yanımızda başka biri varsa onlara da veriyorsun, ikramın geri çevrilirse çok bozuluyorsun ve zorla ağzına sakız tıkıyorsun. Senin bu özelliğin nedeniyle sakızla tanışmış bir kaç çocuk var :)


Alışveriş merkezlerinde yürüyen merdivenden de kendin çıkmak istiyorsun; kenarlara boyun yetişmese de zarla zorla tutunup çıkıyorsun. Elini tutmak istersek bıyak bıyak ben ben diyorsun. Sen artık konuşuyorsun ve biz senin ağzının içine düşüyoruz. Öyle tatlı öyle güzel konuşuyorsun ki hiç susmanı istemiyoruz; seninle sohbet etmeye bayılıyoruz. 


Kendi kendine yıkanmaya başladın :)  ve buna bayılıyorsun seni bir tek duştan çıkmadan önce duruluyorum. Kendini sabunlayıp bir de güzel üzerine su tutuyorsun :) Kafanı da kendince yıkıyorsun. Haftada 1 gün ancak kafanı şampaunlıyabiliyorum :) Beni bile yıkayabileceğine inancın sonsuz :) Kendine olan bu güvenin çok güzel ama neyi yapıp neyi yapamayacağını da bilmeni istiyoruz. Yapabileceğin şeylerin daima elinden gelenin en iyisini yapmanı, yapamayacağın şeyleri de kabullenebilmeni istiyoruz, bu nedenle de yapamayacağın şeyler karşısında ağladığında buna izin verip kabullenmeni sağlamaya çalışıyoruz. 



Sen huzurun en yalın halisin. Tüm yorgunlukları, tüm delilik hallerini bir göğsümde yatışın sonlandırır. Kokun, nefesin, varlığın, sağlığın şükürlerin en büyüğü....

10.07.2013

Evlat


Biber Gazından Kaçarken Saldırıya Uğradı

Evlat deyince insanın yüreğinin bir kısmı sızlar bir kısmı da çağlar; öyle bir duygu evlat sahibi olmak. Hiçbir evlat ama hiçbiri kolay büyümüyor. Ölümün böylesine dayanmak çok zor.... 

Allah hiçbir anne & babaya bunu yaşatmasın.19 yaşına gelmiş bir evlat, daha çok genç daha çok daha daha daha bir çok daha..... 

Bir insanın gencecik bir evladın ölüm haberini alıp sarsılmayan birinin varlığı beni çok ürkütüyor hem de çok. 

Bir an düşünün bu fotoğraftakinin kendi evladınız olduğunu, ölüm sebebinin aynı nedenle olduğunu, nasıl hissediyorsunuz?!? Sizin çocuğunuz olmaması sadece ama sadece şans..... Bu fotoğraftaki insan sizin de çocuğunuz sizin de sevdiğiniz, bildiğiniz, hayatınızın tam içinden biri olabilirdi; şayet siz de özgürlük, demokrasi ve insan hakları için ahlaklı bir biçimde mücadele ediyorsanız ve/veya destekliyorsanız. 

Bu mübarek ayda diyebileceğim tek şey Allahın tüm lütufları iyi insanların üzerine olsun, Ölenlere rahmet diliyorum, ruhları şad olsun. Ailelerine ve tüm sevdiklerine dayanma gücü diliyorum, yüce rabbim cennetinde kavuşturana kadar özellikle annesine sabır ihsan eylesin!


4.07.2013

Tubingen Bizi Çağırıyor





Başlığı böyle yazınca sanki bavulumuz hazır yarın seyahate çıkıyormuşuz gibi değil mi? Keşke öyle olsaydı. Tubingen'e ait fotoğrafları tesadüfen görünce ve biraz araştırınca kesinlikle gidip görmem gerektiğine inandım; hatta hemennnnn kafamda ay şunu da yaparız ay bunu da yaparız; Aren'de çok eğlenir, sever gibi cümleler geçti. Hatta rotamızı belirleyip Güray'a mail bile attım. Biraz araştırınca mutlaka üniversitelerin açık olduğu bir dönemde gitmeli dedim; hala Aren'in gömediğimizi göbek bağını da belki yanımıza alırız dedim. Evet tüm bunları düşünmem de sadece 10 dk içinde oldu. 

Berlin'e gittim ama açıkcası benim için hayal kırıklığı idi; hatta sanırım 2010 senesiydi yeni yıla Berlin'de girmiştik pek sevgili dostumla. O zamanlar Tubingen gibi bir yerin varlığından haberim olsaydı mutlaka giderdim; demek kısmet ailemle birlikte gitmekmiş :)

Bazen öyle bir hayatım olsun istiyorum ki; mesela Tubingen'e mi gitmek istiyorum, o zaman bugün kafamdan geçenleri organize edip 2 gün içinde yolda olayım mesela. Neden olmasın ki diyeceğim ama olamıyor işte. Kahrolsun bağzı şeyler :)


Daha önce gitmiş olan var ise izlenimlerini ve deneyimlerini dinlemek istediğimi de belirtirim. 



Tübingen, diger bir deyisiyle "Tübingen Universitätsstadt", gerçekten bir üniversite şehridir. 85.000 nüfusunun 25.000'e yakınını öğrenciler oluşturur. Eskiden bu oran daha da yüksekmiş ve öğrencilere özel kanunlar varmış hatta öğrenciler geçerken halk ayağa kalkar selam verirmiş. Burda görebileceginiz dükkanların çoğu kitapçı ya da gözlükçüdür. (Nüfusuna göre en çok gözlükçüsü olan şehirmiş burası.) Almanya'nın Baden-Württemberg eyaletinde yani Güneybatısında Stuttgart'a 40 km uzaklıktadır. 

Burda Hesse'nin bir zamanlar çırak olarak çalıştığı kitapçıdan bir kitap alabilirsiniz ya da Ernst Bloch'un oturduğu sokakta oturabilirsiniz:) Evet burası Hölderlin'in, Hegel'in Scheling'in Uhland'ın, Mörike'nin, Schwab'ın, Kepler'in yaşadığı, okuduğu, yazdığı şehirdir. 

Tübingen, etrafına yerleştiği Neckar Nehri olmadan düşünülemez. Neckar kenarı yazın öğrenciler ve kitaplarıyla doludur.Kışın da nefis bir manzara sunar.

Tübingen tam bir bisiklet şehridir. Trafik bisikletlilere göre düzenlenmiştir. Bisikletlere özel tüneller vardır ve bu şehrin tepelerini bisikletlilerin hizmetine sunar:)

Güvenlik sorunu diye bir kavramın bile olmadığı bir yerdir. Tübingen'e gelirseniz heralde Hölderlin'in evini (Hölderlinsturm) gezersiniz, Kunsthalle (modern sanat müzesi)ve tabii ki Museum Schloss Hohentübingen'i, Stadtmuseum'u. Okul döneminde gelirseniz üniversitenin halka açık derslerine (General Studium) katılablir, ünlü profesörleri dinleyebilirsiniz. Sinemalarda mutlaka bir film festivaline rastlarsınız.

Sanırım turist olarak üç gün yeterlidir burası için ama yaşamak için bir ömür ayırabilirsiniz:)


Şimdi sizi şehirin birbirinden güzel fotoğraflarıyla başbaşa bırakıyorum