31.12.2014

Yeni Bir Yıl Gelirken



Bu seneden beklentim kendi adıma yukarıda liste; sağlık, bereket ve neşe beklentim değil, biliyorum ki onlar zaten daima yaratılışımdan var, eşlik etrmem, var olana çomak sokmamam yeterli. 


1- Kendini başkalarıyla karşılaştırma. 
2- Başkalarıyla yarışma
3-Yargılamayı bırak
4-Öfkeni yönet
5-Pişmanlıkları bırak
6-Endişeyi bırak
7-Suçlamaları bırak
8-Kendini hiçbir zaman suçlu hissetme
9-Korkmayı bırak
10-Günde en az bir kez karnın ağrıyana kadar kahkaha at. 


Bir çoğunda fazlasıyla yol aldığım halde yine de pekiştirmek ve iyice özümsemek gerekiyor. 
Herkese gönlünden geçtiği gibi bir yıl dilerim. 
Sevgilerimle
Tuten

25.12.2014

Rüzgarın Sesi





9 yaşındaki yiğenim Günçe ve abim konuşuyorlar: 

Günçe: Ben Allah'ın ve ölen iyi insanların nerede olduklarını biliyorum
Ben: Neredeler kızım
Günçe: Rüzgârdalar, rüzgâr her yerde uzayda bile rüzgâr var, güneşten bile üstün, güneş her yere gidemez ama rüzgâr gidebilir, içimize bile girebilir
Ben: Bu çok ilginç hiç duymamıştım bunu
Günçe: Ben biliyorum çünkü rüzgâr benimle konuşuyor


Senelerdir okuduğum tüm büyük spritual ustadlar Yaradana ulaşmak için doğaya bak diyor; doğayı kendine öğretmen olarak seç diyor; doğadan ve kendi doğandan başka hiç kimse sana yardım edemez, cevapsız soruların cevabı doğanda ve doğanda gizli diyor ki buna ben de inanıyorum. Her ibadet aslında doğanın bir parçasından ilham almış durumda.

9 yaşındaki bir çocuk henüz farkında olmasa da, kimbilir belki farkındadır, özünden henüz kopmamış, koparılmamış; insan olarak yaşadığımız sürece tek amacımız başa dönmek aslında, ne kadar çocuksak o kadar baştayız; 36 yaşındayım son 10-15 senedir bir yol'a girmiş yolculuğumu yapıyorum; karşıma çıkan tüm engeller, tüm güzel yollar doğumumdan, çocukluğumdan izler taşıyor; yürüdükçe başa gidiyorum ve biliyorum son nefesimi verdiğimde anne karnından bile önce olduğum yere gideceğim. 

İnsan en çok kaderi sorgular; kader varsa ben niye varım ki der; insanın yeryüzünde olma sebebi deneyimlemek, kaderini deneyimlemek; Nietzche bile kaderiniz sizin için en iyisidir demişse durup düşünmemiz lazım. 

Ben varsam ölüm yok, ölüm varsa ben yokum, o halde korkucak ne var der ünlü filozoflardan Lucretius; ölüm korkusuna belki de iyi gelebilecek tek sözdür bu. 

Ölünce doğanın bir parçası olacaksın ve Günçe'nin dediği gibi belki de rüzgar olup sevdiklerinin içine bile girebileceksin. 

Bir çocuğa ölümü anlatmanın en güzel yollarından biri de bulmuş oldum böylece; şayet sevdiklerimizden birini fiziken kaybedersek ve Aren bunu sorgularsa doğadaki en sevdiği şeylerden birine dönüştüğünü onu hala görüp, anıp hissedebileceğini söyleyebilirim ona. 

Evrenden hiçbir şeyin yok olmadığını, buna kelimelerin, düşüncelerinde dahil olduğunu hatırlatmak isterim, her şey dönüşür; sevdiklerinizin günü geldiğinde rüzgara dönüp içinize esip içinizi ısıtmanızı dilerim, kimbilir belki bir an tüyleriniz ürperir, sevdiklerinizden biri oradadır :)


Bu yazıyı okuduktan sonra şu şarkı bence çok iyi gider ;)










18.12.2014

Kendine İyilik Yapıyor musun?



Kendinize ne kadar iyi davrandığınızı düşündünüz mü hiç? Yoksa en hor en hoyrat davrandığınız kendiniz mi?  Başkalarına cömertçe açtığınız ellerinizi kendinize döndürdüğünüzde sımsıkı yumruk yapıp, sonra o yumruğu kendinize mi geçiriyorsunuz? 

Yapmayın :).... Kendinize iyi olmadığınız ve iyilik etmediğiniz sürece bütün, tam ve iyi hissedemeyeceksiniz; bu ebeveynliğiniz için de geçerli. Anneliğiniz saçınızı ne kadar süpürge ettiğiniz, çocuğunuza ne kadar iyi olduğunuzda ilgili değil. Ne kadar dengeli olduğunuz ile ilgili.  Kendine iyi olmayı becerebilen herkes etrafına da iyi olma becerisini kazanır. 



Hazır yeni bir yıla girerken, bence niyetlerinizin arasına kendinize iyilik yapmayı koyun. Ben kendime bir iyilik yaptım ve Yoga'ya başladım ve 3 haftadır büyük bir zevkle gidiyorum; inanır mısınız, bundan yıllar önce 2-3 kere yoga'ya yazılmış ve hiç sevmemiştim; şimdi ise haftanın 3 günü keyifle gidiyorum, gitmediğim günler kendime 20 dk ayırıp yoga egzersizlerini yapıyorum. Bazen tekrardan denemek gerekiyor; sevmediğimizi düşündüğümüz şeyler, sevdiğimiz şeyler haline dönüşebiliyor; çünkü insan bazen farketmesede dönüşüyor, bu dönüşüme insan büyümek, yaşlanmak dese de aslında olan tek şey dönüşüm. 


Ve dönüşmek için, değişmek için ama en önemlisi istediklerini gerçekleştirmek için daima içinde yer vardır; yapman gereken tek şey o yer'de olmak isteyip istemediğin. 






Yeni bir yılda kendi dönüşümüne yer aç; kendine bir iyilik yap! Dünyadan istediklerini önce sen dünyaya ver, evrenin seni karşılıksız bırakmayacağına emin ol! 






12.12.2014

Beklemenin Dansı




Ruhuma dedim ki; an'da kal ve bekle, umut etmeden bekle, umut ettiğin şey doğru olmayabilir, çok isteyerek, aşkla bekleme, çok istediğin şey hayırlı olmayabilir; bir de inanç var tabii, ama zaten beklemenin kendisi aşk ve inanç doludur. Düşünmeden bekle; düşünce olmaya hazır değilsin. İŞte o zaman karanlıklar aydınlık olabilir ve an bir dans'a dönüşür. 

Özetle; insan kendisi için neyin hayırlı olduğunu bilemez, ve beklentiye girme, bekleyebilirsin ama an'da kalarak; kendini umuttan, çok istemekten ve düşünceden ayırabilirsen senin için her şey aydınlık olabilir, bekleme hali, o an bir dans'a dönüşür. 


Beklentilerinizden sıyrılıp, beklemenin o innaç ve aşkla dolu dansına kavuşmanızı dilerim. 

8.12.2014

Öfkeli Bir Çocuğa Nasıl Davranmalı?


Yetişlinler bile öfkelenirken çocukların öfkelenmesi oldukça doğal öyle değil mi? Ama henüz bizler bile öfkemizi nasıl yöneteceğimi bilemezken, çocuğumuzdan bunu bekliyoruz zaman zaman; ve hatta öfkelenmesine kızıyor, onun öfkelenmesi bizi de öfkelendiriyor böylece ortaya birbirimize attığımız bir öfke topu yapıyoruz. 
Uzmanlar tarafından onaylanmış; hatta öyle ki televizyon programlarında bile önerilen bir uygulama olan "Mola" yöntemi tavsiye edilir ebeveynlere. Çocuk öfkelendi mi kızdı mı gönder odasına biraz düşünsün yaptığını, biraz sakinleşsin. Hangi akla hizmettir inanın anlamış değilim ama çok şükür bunun ne denli yanlış ve ne denli sakıncalı olduğunu savunan uzmanlarda var. 
Bir çocuk öfkelendiğinde, kızdığında onu yanlız bırakırsak verdiğimiz mesaj şu olacaktır; seni bu duygularınla kabul etmiyorum; öfke duymamalısın, böyle duygular hissetmemelisin. Dünya üzerinde adı konmuş, konmamış tüm duygular insana aittir ve hiçbir şey bunların hissedilmesini engellemeyecektir; engellenmeye çalışılan bu duygular, bastırılacak ve bastırılan her şey gibi bir sonraki seferde daha da beter ortaya çıkacaktır. 
Kimse duygularının kendisi değil; yani öfke değiliz, öfke hissediyoruz. Önce kendinden başlamalı insan, önce kendi duygularının farkına varıp bunları yönetebilmeli ki çocuğuna da yardımcı olabilsin. Çocuğunuza şu an öfkelisin demek yerine öfkeli hissediyorsun diyebilirsiniz. Çocuğunuzun öfkeli halini kabullenemiyorsanız muhtemelen kendinizin de öfkeli halinize tahammülünüz yok. Duygularımızı yadsıyamayız, kontrol edebiliriz ama. Ve bir çocuğa duygu kontrolünü öğretebilirsek hayatta her şeyle mücadele edebilmelerinin yetisini kazandırabiliriz. 
Çocuğunuz öfkelendiğinde bir an için durun ve kendinize bakın; o anda ne hissediyorsunuz, hissettikleriniz bedeninzde nasıl tepkilere yok açıyor; vurup, kırmak, deli gibi bağırmak mı istiyorsunuz yoksa çocuğunuzu alıp duvardan duvara vurmak mı? Açık olmayın deneyin kendinize; bunların hepsi içindeki duygular, duyguları yadsımanın hiçbir anlamı yok; ama kendinizi kontrol ediyorsunuz öyle değil mi? Alıpta çocuğu duvara vurmuyorsunuz, buna engel olan bir şeyler var; ama mesela o anda kendi kolunuzu sıkıyorsunuz hem de deli gibi. Yani fiziksel bir tepki veriyorsunuz; çünkü kabul edemiyorsunuz. Şimdi bir dhaa düşünün siz bu büyük duyguyla başa çıkamazken çocuk nasıl çıksın ki? 
Ona farkında olduğunuzu söyleyerek başlayabilirsiniz. Ne kadar öfkeli hissettiğinin farkındayım. İçinden vurmak geliyor ama bunu yapamayız. Duygularına limit koymayın ama davranışlarına limit koymak elbette gerekiyor. Sımsıkı sarılmak, sırtını sıvazlamak, belki de birlikte ağlamak, bunların hepsi iyi gelecektir. 
Lafı uzatmaya hiç gerek yok; önce kendi duygularımızı olduğu gibi kabul etmeliyiz, duygular gelirler ve giderler ama gerçekten gitmeleri için içimizde bariyerlere çarpmamaları gerekir; kapıların, kabullenme kapılarının açık olması gerekir; açın tüm kapıları ardına kadar duygularınıza ve çocuklarınızın duygularına. Sorun öfkeli hissetmek değil sorun bu öfkeyi davranışla dışa vurmak. 

Olduğu gibi kabul görmeyen her insan şüphesiz ki öz güven sorunu yaşayacaktır; tıpkı geçmişin çocukları şimdinin yetişkinleri bizler gibi. 




4.12.2014

Antibiyotik Kullanımının Etkilerini Azaltmak

Antibiyotikler modern tibbın mucizlerinden biri; nice hayatın kurtulmasına vesile olmuş ilaçlar; dolayısıyla varlıklarına şükretmemiz gereken ilaçlar. 
Fakat nasıl ki gereksiz kullanılan her şey yarar yerine zarar sağlayacaksa antibiyotiklerde öyle. En büyük doğru bilinen yanlış; antibiyotiğin virüse bağlı hastalıklara da iyi geldiği; antibiyotik sadece ve sadece bakteriye bağlı gelişen hastalıklara iyi gelirler. Örnek vermek gerekirse; grip bir virustur ve antibiyotik grip hastalığına iyi gelmez!. 



Bilinenin aksine; kulak iltihabı, boğaz iltihabı ve sinus ağrısı için antibiyotik kullanmak tedavi edici özellik taşımıyor. Kulak veya boğaz iltihapları bakteriye dayalıysa elbette çözümü antibiyotik kullanmakta ve fakat çoğunlukla kulak ve boğaz ağrıları bakteriye değil viruse dayalıdır. 




Antibiyotik kullanmak dünyanın sonu değil elbette; evlatları ve kendileri ciddi hastalıklarla uğraşanlar bizlerin antibiyotik kullanımı için kahrolmamıza sanırım ağızlarıyla değil başka yerleriyle gülerler :) Ve fakat yanlış antibiyotik kullanımı vücudun antibiyotik kullanımı gerektiğinde direnç göstermesine ve iyileşememeye sebeb oluyor; dolayısıyla antibiyotiği doğru zamanda kullanmak ve kullandıktan sonra etkilerini azaltmak oldukça önemli. 

Bildiğiniz üzere; her bakteri kötü değildir ve vücuttan atılmasına gerek yoktur; antibiyotiği modern tibbın mucizesi dedik; fakat modern de olsa yeterince akıllı ilaç değil antibiyotikler; vücuttaki bakteri iyi mi kötü mü bilemiyor ve zararlı bakterilere son vermek isterken kurunun yanında yaş da yeni veriyor ve vücut özellikle de bağırsaklar için gerekli olan iyi bakterilere de son veriyor; bu da var olan rahatsızlıklara yeni rahatsızlıklar eklediği gibi, daha kolay hasta olmamıza sebep oluyor. 

Peki kullandıktan sonra ne yapalım ; 

İlk yapmanız gereken bağırsak florasını iyi hale getirmek olmalı. 

  • Probiotik kullanımı  –  Toz şaseleri de kullanabilirsiniz ama yoğurt, turşu yemek, fermente olmuş, mayalanmış gıdaları kullanmak oldukça iyi olacaktır. 

  • Kemik suyu; evet doğru okunuz hani kemikler alınırr haşlanılır suyuna da güzel bir çorba yapılır ya işte bu bağırsak florası için çok çok iyi; yapınız yiyiniz, yediriniz :)

  • Soğuk ve çiğ sebze ve meyvelerden sakının. Antibotik kullanımı sonrası hazmı kolay yemeklere yönelmelisiniz. 

  • Prebiotikler - Hem antibiyotik kullanımı sırasında hem de sonrasında prebiotikleri kullanmak oldukça yararlı. Prebiotikler soyulmuş meyve, kök sebzelerde oldukça çok var. Aynı zamanda eczaneden hazır hallerini de alabilirsiniz. 

  • Zencefil – Zencefil sindirim sistemi için oldukça yararlı; taze zencefili bir barday ılık suya dilimleyip sonra içine bir kaşık bal ve limon katarak tüketmek iyi olacaktır. 

Bağırsak floranızı koruduktan sonra yapabileceğiniz şey bağışıklık sistemini korumak ve güçlendirmek. :

  • Balık yağı. Omega 3 Bolca bulunan A ve D vitaminleri bağışıklık sistemi güçlendirmekte oldukça iyidir. 
  • Vitamin D.Elbetteki en iyisi direkt güneş ışığından faydalanmak ama yeterli gelmeyeceği için d vitamini agızdan da almak önemli .
  • Antioksidanlar Mevsiminde sebze meyve tüketimi en iyisi ancak yeterli gelmeyeceğini düşünüyorsanız ve rutin olarak tüketmiyorsanız vitamin kapsülü olarak da kullanmak gerekiyor. 


Doktorlar sorgulayan ebeveyni ve kişileri sevmiyorlar; ama siz yine de özellikle çocuğunuza hemencecik antibiyotik yazan ve  gözünüzü korkutan doktorları sorgulayın derim; en azından grip olduğunda antibiyotik yazan doktora bir daha gitmezsiniz öyle değil mi :)

Gerekli durumlar dışında antibiyotiksiz iyileşmek dileğiyle. 



*Bu yazı hazırlanırken çeşitli bilimsel makaleler ve yabancı bloglardan yararlanılmıştır. 

3.12.2014

Vay be Sen Neymişsin Ebeveynlik


Anneliği ve anne olmayı seviyorum amma velakin anne sıfatını sevmiyorum; şunu demek istiyorum, ben hiçbir zaman toplumun ve uzmanların ön gördüğü bir anne olmadım ve olamayacağım da. Bu nedenledir ki annelik sıfatı ne adımın önünde ne de hayatımda. Mesela hiçbir zaman anne ile uzantılı bir nickname'im olmadı veya kendimden hiçbir zaman Aren'in annesi olarak bahsetmedim; bana oldum olası garip gelir. 

Aren bir süredir kaygılı bir çocuk; güvendiği çevrenin dışına çıktığında bizden ayrı kalmak ama özellikle de benden ayrı kalmak istemiyor; bu süreç tamamen okula başladığı zaman oldu ki 2 okul denedik ve toplam okula gittiği süre 2 hafta. Bu süreç sonrası odasında uyumak istemedi ve yanımıza geldi; daha önceki yazımda beraber uyumakla ilgili görüşlerimden bahsetmiştim. 

Ebeveynliğimi hiçbir zaman bir ekole göre yönlendirmedim ama anne olmadan önce bile bir insan olarak kendini en yakın hissettiğim ekol "Attachment Parenting" oldu. Bu ekol'ün bir parçası olan bir uzmanla görüşmüş ve içimiz rahat etmişti.  

Farklı bir görüş daha almak istedim ben, hep aynı açıdan bakmamak için, farklı görüşteki insanları dinlemenin de çok şey katacağına inandığım için. Evet farklı bir görüş almak için bir başka uzmanın yolunu tuttuk. Söylediklerini duymak beni rahatsız etti, duymak istediklerim değildi çünkü. Görüştüğümüz uzman attachment parenting'i desteklemiyor, tamamen modern psikolojinin bir parçası. 

Aren ile ilgili sorunun bana çok aşık olması olduğunu söyledi ve cümleye şöyle başladı; lütfen Aren'e aşkım demeyin ki görüşme sırasında dememiştim, sadece Aren'le birbirimize dokunuyor, arada burunu burun yapıyorduk. 

Üzgünüm ama ben Aren'e aşkım demeye devam edeceğim dedim; evet edeceğim, çünkü benim için aşk saflıktır, ben aşkı böyle görüyorsam evladımın farklı görmesi mümkün mü? Ben bir ağaca da aşkım diyebilirim dedim, aşk benim için cinsellik içeren bir şey değil. Ne mutlu ki Aren'le aramızdaki o aşk cümlelere dökülmese bile bizi 10 dk gözlemeyen biri tarafından farkedilebiliyor. Ben bu sayede iyi bir erkek evlat yetiştirdiğime inanıyorum; aşkın cinsellikle alakası olmadığını anlayabilecek, aşkın saflığını yaşabilecek bir erkek evlat. Lakin uzmana göre böyle değil. 

Ve sonra yatakları ayırın dedi; yatağınız kocanızla ya cinsel ilişkiye girdiğiniz ya da uyuduğunuz yerdir ve çcouğunuz o yerin bir parçası olduğuna inanıyor dedi. Bu konuyla ilgili yazmıştım; yatak odası mahrem bölgem değili sevişmek için tercih ettiğim ilk tercihim olan yerde değil, dolayısıyla ben yatak odasına bu anlamı yüklemezken çocuğum neden yüklesin öyle değil mi? Öyle değil uzmana göre. 

Ben uzmanın söylediklerini eleştirmiyorum; inandığı ve doğru bulduğu ekol doğrultusunda konuşuyor ve bilimsel kanıtlarla bunu sunabiliyor. Lakin ebeveynlik kanıtlara ve bilimselliğe göre yapılmıyor. Attachment Parenting'te birlikte uyumanın faydalarını bilimsel olarak kanıtlayabiliyor. 

Aldığımız bu son görüşe göre Aren'in kaygılarının geçmesi için ayrışmamız ve aşkımıza bir son vermemiz ve Aren'in okula gitmesi lazım. Evet elbette bu bir yol olabilir ama benim yolum değil. İçselleştiremediğim bir şeyi nasıl yapabilirim ki. 

İşte bu nedenle dün şöyle yazdım Aren'ime: 

Kuzum bugün daha da iyi anladım ki senin hayattaki en iyi öğretmenin ben olamayacağım hayatın ta kendisi olacak; benim sana öğretemeyeceklerim ve veremeyeceklerim var; öğretemem çünkü, benim insan olarak anlayışıma bile uymuyor ama hayat sana öğretir canını acitsa bile öğretir; fakat şunun garantisini verebilirim; hayat canını yaktı mı seni sevgimle iyileştirebilirim, ben sana ancak ve ancak karşılıksız ve sonsuz sevgiyi öğretebilirim ve belki biraz da egonun farkında olup ona yenik düşmeyen bir insan olmana vesile olurum ötesi ben de yok. 



Evet benim evladıma verebileceğim tek şey bu; ben evladımın öğretmeni olamam, şu kaygılı durumunu aşması için modern psikolojinin önerdiklerini yapamam; ve belki şu an yaşadığı kaygılardan çok şey öğreniyor olabilir; neticede mutlu bir çocuk Aren; bunu Aren'i gören herkes söyler, mutluluğu ve çoşkusu yüzüne, beden diline geçen bir çocuk. Evet Aren fazlaca dokunularak büyütülmüş ve dolayısıyla sevgisini dokunarak gösteren, rahatlamak için dokunmayı tercih eden biri. 

Duyduklarım beni dün bir an için üzmüştü oysa gece uyuyup uyandıktan sonra şükür sebeblerimin içinde yer aldı. Ebeveynliğin bir doğrusu olduğunu düşünmüyorum; bilime ve modern psikolojiye de karşı değilim, elbette geçerliliği ve doğrusu var ama benim ve bizim ailemizin doğrusu ve gerçekliği değil.

Teraziye koyacak olursam aşkla büyümesi kaygılı büyümesinden daha önemli benim için. Kaygı da insana dair bir duygu sonuçta. Aren'in kaygılarının üstesinden zamanı gelince gelebileceğini biliyorum; bize aramızdaki bağa sonsuz güveniyorum. Ben evladım için en doğrusunu yapmıyor olabilirim ama şunu biliyorum ben evladımı sevgi, aşk ve iyi niyetle büyütüyorum. 

Anne olmayı beceremiyor olabilirim; toplumca, uzmanlarca ama insan olmayı becermek için sonsuz bir çaba harcıyorum ve evladım bunun farkında! 





24.11.2014

Bilime Dayalı Ebeveynlik- Hangisine İnanalım?



Günümüzde kendi fikrini bilimsel veriyle desteklemek çok kolay, neden mi? Çünkü senin savunduğunu savunan ve senin inandığına inanan başka insan toplulukları da var ve üzerine bilimsel araştırma yapıp bunu verilerle kanıtlıyor. Bir de sipariş üzerine yapılan araştırmalar var ki o başlı başına bir konu. 

Söz konusu ebeveynlik olunca ve son yıllarda neredeyse tüm şehirli, okumuş ve sözüm ona bilinçli olan ebeveynler sağ duyularını, iç seslerini kaybedince ama bir yandan da tutunacak dal arayınca hemen bilimsel araştırmalarla ebeveynlik hallerini destekleme yoluna gidiyorlar. 

Çocuğunla birlikte uyumak konusu ise üzerine bilimsel araştırmalar yapılacak, makaleler yazılacak ve her dönem ateşli tartışmalara yol açabilen taze bir konu. 

Biz çocuğumuzla uyuyan insan toplululuklarının  bir parçasıyız. Tartışmak istersek bakınız "attachment parenting" diyoruz ve alın size bilimsel kanıtlar; anne baba ile uyuyan çocuğun daha öz güvenli daha sosyal daha daha daha hatta en bi olduğu kanıtlanmış diyoruz. Sonra karşımızdaki insan da ben de size kanıtlarım ki anne ve baba ile uyuyan çocuklar pek öz güvensiz, öz değerleri eksik, bağımlı ve hatta problemli diye kanıtlarla konuşuyor. 

Evet maalesef artık duygularıyla, hissettikleriyle konuşan insan sayısı çok az. Herkes kanıt peşinde. Hele de söz konusu ebeveynlik olunca kendi davranış biçiminin en doğrusu olduğunu kanıtlamak için birbirinin gözünü oymak pahasına araştırmalar yapılıp, makalelerle konuşuluyor. 


Gelelim bizim hikayeye; hikayenin başını bizi az çok tanıyan herkes bilir; Aren doğdu doğalı uyuyan bir çocuk olmadı. Uykuya karşı direnci inanılmaz yüksek ve ihtiyacı minimum seviyede. İlk 2 yıl taktığım tek konu uyku konusuydu; uyku gıda kadar önemliydi ve gelişimi için elzemdi. Lakin gelişim geriliği bir yana gelişimin tüm aşamalarında daima iyi durumda hatta bazen ileride bir çocuk oldu Aren. Standartların ve kanıtlanmış! durumların herkes için geçerli olmadığını ilk 2 yıl içerisinde anlamış olduk böylece. 

Yeni doğan bebeğin  ve emzirmeyi tercih bir annenin bebek ile aynı odada uyumasını daha doğru ve kolay buluyorum ben; bu nedenle de Aren doğduğu günden itibaren bizim yatağımızın yanında duran kendi yatağında uyudu; uyudu derken lafın gelişi tabii :) Bizim yatağımızda yatmayı hiç sevmezdi; yanımıza alırdık, hoop kendi yatağına giderdi. 

2 yaşındayken odasını düzenledik; yatağını odaya aldık ve bundan böyle bu odada uyuyacaksın dedik; elbette uykuya geçiş süresinde yanındaydım, yanındaydık. Yumuşak bir geçiş oldu. Uykuya dalar bazı geceler sabaha karşı bana seslenirdi ben de uykusuna düşkün bir insan olarak çocuğu ayağıma çağırırdım; gel tatlım gelebilirsin diye, o da gelirdi biz de yumuş yumuş sarılarak tekrardan uykuya dalardık. Sonra bu bazı geceler, rutinimiz haline geldi. Ve bir gün ben odamda uyumayacağım, korkuyorum demeler başladı. Bizim yatağın ortasına kuruluverdi. Uyuduktan sonra kendi yatağına taşıyabilirdik, taşıdık mı hayır! Neden; çünkü bizim için hiçbir sakıncası yoktu, beraber uyumak hepimizin ortak istediği ve zevk aldığı bir durumdu. 

Bizi korkuyorum kısmı düşündürüyordu; bu konuda elbetteki bilinçli ebeveynler olarak annelerimizin, etrafın geçer geçer normaldir yavrucuğum siz de böyle büyüdünüz laflarını kulak arkası ederek bir çocuk uzmanıyla görüştük ve görüşmeye de devam ediyoruz. 

Ben şimdiye dek beraber uyumamızın Aren'in gerek fiziksel gerekse ruhsal gelişiminde herhangi bir olumsuzluğa yol açtığını gözlemlemedim; aksine ciddi manada hepimize iyi geldiğini gözlemledim. Bir başka ailede olumsuz etkilendiğini söyleyebilir; çünkü her ailenin kendine ait dinamikleri var; her ailenin bağımsız aldığını sandığı ama kökleri kendi ailesine, yaşanmışlıklarına, çocukluğuna dayanan ve hayatının bütününe ait bilimsel olmayan ama bilime ışık tutabilecek verileri var. 

Örnek vermek gerekirse; yatak odası benim için hiçbir zaman aşk mabedi olmadı yani yatak odasına özel bir anlam yüklemedim; ve karı &kocanın sex yaptığı yerdir gibi bir kavram ile büyümediğim gibi, böyle bir bakış açım hiç olmadı. Mesela annem ve babamın yatak odasının kapısı hiçbir zaman kapanmadı bizim evde; eşimin ailesinde kapanmış mesela, bu yüzden de Güray benden daha özel ve daha mahrem bulur yatak odasını. Bizim evde ben ve abim annemlerin yatak odasına dan dun girerdik; annemle babamın özel odası olmaktan çok, evin bir parçasıydı. Özel hayatlarını nasıl düzenliyordu inanın hiç bilmiyorum; bazı geceler derin uyumamız için suyumuza ilaç mı atıyorlardı acaba :)))) 

Ben de annemin ve babamın yatağına giderdim ve birlikte uyuduğumuz olurdu; bu anları hala hatırladığımda yüzümde gülümseme, bedenimde bir gevşeme oluyor; bu da benim bu konuya yakın bakmam konusunda bir etken. 


Demek istediğim şu; özellikle ebeveynlikte en önemli şey sağduyu; biraz iç sesine ve çocuğuna güvenmek. Doğru mu yapıyorum sorusunun cevabı içinde ve çocuğunda gizli, bilimsel kanıtlarda değil. Eğer tek bir doğru olsaydı anne ve babasıyla uyuyan tüm çocukların bazı verilere göre özgüvensiz olması gerekirdi veya doğduğu günden beri kendi odasında uyuyan çocukların problemli olması; oysaki aksini kanıtlayabilecek fazlasıyla durum ve hatta evet evet bilimsel kanıt var :)


Okumak. öğrenmek hele de öğrendiğini pratiğe dökmek çok önemli ama okuduklarını bir de kendi süzgecinden geçirmek, son kararı o "gut feeling" denilen çoğu zaman duymazlığa geldiğin sese bırakmak gerek. Ve biraz da gözlem yapmak, çocuğunudan önce kendini tanımak, kocanla ilişkini tanımak gerek; sonrası zaten iplik söküyü gibi gelecektir. 

Ebeveynlik yaparken uyanık olmak istiyorsanız uykunuzu iyi alınız :) 






21.11.2014

Bir Daha Doğurursam...


Hayatta kullanmamaya çok özen gösterdiğim ve çok saçma bulduğum bir cümle vardır: Şimdiki aklım olsaydı..... Şimdiki aklına sahipsen bu geçmişten çıkardığın öğreti sayesindedir, geçmişte o pişman olduğun veya ah'ladığın vah'ladığın şeyi yapmamış olsaydın belki de bugün ki aklına hiç mi hiç sahip olamayacaktın. O yüzden şükretmeli insan yaşadığı her deneyime. 

Bazen düşünüyorum, Aren doğmadan önce abuk subuk şeylere takmıştım; mesela yatak odasında koyacağımız ve oturup üzerinde emzireceğim sallanan sandalyenin kaplanmasına. Güray'la didişmiş doğuma kaldı 1 ay halaaa kaplatamadık demiştim. Oysaki o sandalyede oturup emzirdiğim, o da sırf zihnimdeki o resim için, sayılıdır. Evet çok hoş bir kumaş seçip kaplattık ama olmasa da olurdu. 

Yine odasını almak için gösterdiğim çaba ve nice böylesi şeyler. Evet bunlara fazlaca kafayı takmamıştım ama itiraf etmeliyim ki zihnimi oyalamış ve çok mühimmiş gibi gözükmüştü bana o zaman. 

Aren'in doğması, 3 yıl içinde dönüşen ben bugün doğursa bambaşka şeylere kafa yorar ve dikkat eder mesela; ama kimbilir belki bundan da bir 3 yıl sonra bu dikkat ettiklerime bakar ve gülümserim; ey gidi Tüten ey derim. 

Ne odası ne sallanan sandalye gibi bir ayrıntı umrumda olmaz. Bunların dışında; yine uykusuz gecelerim olsa, olaya çok daha farklı yaklaşırım, yani yaklaşamasam bile bunu denerim. 

Bebeğin zorluklarında isyan etmek, yılmak yerine bunların bana güç katacağını bildiğim için ve o ilk hamile olduğunu öğrendiğin andaki, doğrduğun kucağına aldığın tenini tenine dayadığın o ilk andaki mucizevi duyguyu yaşatmaya gayret ederim. Zorluk diye sıfatlandırdığım durumların içinde ne denli insan olmaya dair ayrıntıların gizli olduğunu görmeye çalışırım. 

Yaradanın başettiği bu mucizevi duyduğu tekrardan tatmak nasip oldu diye şükran ve şükür duygumu dile getirir, zor, güç ve benzer diye adlanadırabileceğim duygulara izin verir ancak üzerime yapışmasına fırsat tanımam. 

Biliyorum ki bir daha doğursam bir daha doğarım bir daha içimdeki bir ben'i keşfederim. 

10.11.2014

Çocuğunla Oyun Oynarken Kontrolü Elinden Bırak


3 yaşla birlikte Aren'de ciddi korkular başladı; her şeyden korkar oldu; dahası korku kelimesini cümle içinde kullanmaktan ve bu şekilde var olmaktan zevk almaya başladı. Olayın anlaşılır, yaşına ve gelişimine bağlı olarak kontrol edilebilir boyutunun yanında, bir de anlamadığımız ve kontrolümüzün dışında olan kısımları vardı. 

Aslında tüm bu sürecin su yüzüne iyice çıkması okula başlamasıyla oldu; okul süreci korkularını ciddi manada tetikledi ve tanıyamadığımız bir Aren'le karşılaştık. 

Okul'a gitmek istemedi, okuldan korktu; sonra odasında uyumak istemedi, hayaletler, canavarlar ve benzerlerinden korkmaya başladı, ardından sinema, tiyatro ve benzeri yerlerden delice korkmaya başladı; bilmediği ortamlarda bizden asla ayrı kalmamak, yani yanlız kalma korkusu başladı; en son kakasını yapmaktan korkar hale gelince, ve bizim bilgimizin, bilincimizin yetmediği noktada her zamanki gibi işin uzmanına gitmeye karar verdik; en etkili yol olan oyun terapisine gittik. 

Oyun terapisini size anlatmam mümkün değil; zaten terapi dediğimiz şey tek seferlik bir şey olmuyor. Ama ilk seferde ebeveyn çok şeyi öğrenmiş oluyor; çünkü asıl çözüm ebeveyn'de, sadece çocuğunuz değil siz de gözlemleniyorsunuz. Ben şunları öğrendim ve hemen hemen hepsinde a-ha dedim ;)

Oyun oynarken çocuğunuzun söylediklerini düzeltir misiniz? Mesela kaplana aslan dediğinde, hayır canım o bir kaplan der misiniz? Ben derim; çünkü işte tam da fırsatı diye düşünürdüm, kaplanı aslan sanıyorsa doğrusunu bilsin hem de oyun içinde.  Ama hayır bu olmaması gereken bir şeymiş. 

Bir şeyi yapmaya çalışıyor ve anne yardım eder misin diyor, ne yaparsınız? Ben elbette kuzum der ve yardım ederim; bunun da iyi bir şey olduğuna bunun ilişkiyi güçlendirdiğine inanırdım; meğer hiç de doğru değilmiş. Yardım etmek yerine yapmasına vesile olmak yardımsız. 

Peki oyun içinde size soru soruyor; bu neden böyle diye, hemen cevabını mı verirsiniz? Evet ben genellikle veririm; sorusuna neden sence gibi soruyla yanıt vermem genellikle. Oysaki çocuğun biraz zorlanması gerekiyormuş, biraz o durumun, o duygunun içinde kalıp, cevapları bulması gerekiyormuş. 

Çocuğun duygusunu anlamak ve bunu çocuğunuza ifade etmek; benim ebeveynlikte en önem verdiğim ve en doğru olduğunu düşündüğüm noktalardan biriydi. Oyun terapisinde şunu öğrendim; diyelim ki çocuğunuz ağlıyor, ne yaparsınız? Ben hemen sarılırım ve üzgünsün biliyorum, ağla ve rahatla canım derim. İşte 3 yıldır çuvalladığımın resmi!. 

Ne mi yapılmalıymış. Biraz fırsat vermeliymiş, biraz o duyguda kalmasına fırsat vermeli elbette yanında olarak; ağlamaya başlar başlamaz, evet seni anlıyorum üzgünsün gel sarılayım demek yerine biraz o duygu durumuyla yüzleştirmek gerekliymiş. 

Sonuç olarak; çocuğunuzla oyun oynarken doğru, yanlış, olmalı, olmamalı gibi şeylere yer yok! Oyun oynamanın bir  şeye hizmet etmesine gerek yok; oyun sadece oyun için olmalı. Oyundaki en önemli şey akış; oyun akıyorsa tamamdır. 

Sizin de çocuğunuzun en sevdiği oyunlar; saklanbaç, kovalamaç ve benzerleriyse biraz daha düşünün neden acaba diye? Çünkü bu ve benzer oyunlarda hep akış var, herkes an'da ve herkes oyunda bu nedenle de çok seviliyor. 

Ben dersimi aldım sıra uygulamada; çocukla oyun oynarken kontrol edilecek hiçbir şey yok, kendiniz dahil, duygular dahil! Kendimizi oyunun kollarına atıyoruz; oyunda herşey mübah! 




31.10.2014

Hafta Sonu İçin Kitap & Film Önerisi

Daha önce sevgili arkadaşlarım Öznur (@laedri) ve Gamze (@gamzecihan81) ile birlikte her ay bir kitap ve film önerisi yazacaktım; böyle aylık yazıları yazmak konusunda pek başarılı değilim. Kızlar saolsun paylaşıyorlar ama ben o fırsatı yaratıp yazamıyorum. 

Neyse bakalım; haftasonu için hem film hem kitap önerisi gelsin. Bence film & kitap ikilisi kışın geçirilecek haftasonlarına çok yakışıyor. 

Şimdi gelelim Öznur'cuğumun önerdiği filme Aynı Yıldızın Altında; Öznur'un önerdği bir filmi izlerseniz pişman olmazsınız, mutlaka keyif verir. 





Oznur sanırım havaların gidişiyle uyumlu depresif bir film bu öyle değil mi? 

Evet tam olarak öyle de denilebilir.Yanınıza kağıt mendil  almanızı öneririm ;)

Çok mu ağlarız çok mu bunalırız, ama bir yandan da şöyle doyasıyla ağlayıp rahatlar mıyız? 

Yok yok,daha çok ağlamaya sebep olanı izledim diyebilirim.Bu daha çok boğazınızda bir düğümle,içinizde buruklukla.gözünüzde yaşla izlerken bir yandan yüzünüzü  de  güldüren bir film.Mutluluk,hüzün el ele..

Doğru söyle filmi izlerken kanser olmaktan korktun mu yoksa olursam da böyle atlatırım dedin mi? 

Korkmaz olur muyum,çokça da empati yaptım.Ama son zamanlarda aldığım haberlerden olsa gerek kanser olmaktan daha zorunun,kanser hastası bir çocuğun annesi olmak olduğu da döndü dolaştı zihnimde.

Filmden sana kalan bir cümleyi paylaşır mısın? 

Filmde altı çizilmelik o kadar çok cümle vardı ki ama beni en çok sarsan,filmi durdurup ağlamama sebep olan hiçbir edebi ve felsefik anlamı olmayan gayet yalın bir cümleydi. Annenin kızının çektiği acı karşısında elinden hiçbir şeyin gelmediği bir an çaresizlikle ağlarken ‘’Artık anne olmayacağım’’ demesiydi..Bu cümledeki acı o kadar ağır ki..

Bir de güzel bir cümle konduralım ; ‘'' Bana sayılı günler içinde sonsuzluk verdin''

Filmin tanıtımını sen yazsaydın ne yazardın; kendini NY times'a yazıyormuşcasına havaya sok lütfen :)

İtiraf ediyorum afişi gördüğümde klasik bir ergen filmi galiba diye geçirmiştim içimden.Konusunu okuduğumda da ise e zaten daha önceden çekilmişleri var (now is good,my sister keeper) ve izledim,daha farklı ne verebilirler ki demiştim ama izledikten sonra pişman olmadığımı söylemeliyim.

İki kanser hastası bu gencin ölümün nefesi enselerindeyken,yaşakları aşkı,hayallerini gerçekleştirmek için verdikleri mücadeleyi,yaşarken fark edemediğimiz küçük mutluluklaırn belki de hayatımızın en büyük mutluluğu olabileceğini ve daha da fazlasını öğrenmek için izlemenizi tavsiye ederim.


Öznur'a bu nefis anlatımı için teşekkür edip sözü kitap önerisi için Gamze'ye bırakıyorum. 


Bu kitabı okumam için bana 3 şey söyle? 

Korkmak" korkulacak bırsey degıl aslında gelısımsel ve olması gereken bir sey,

Yaslarına gore korkuları bılırsek normal mı yoksa anormal bır durummu daha kolay anlayabılırız

Korkunun turu ne olursa olsun ustunde calısılırken ebeveyn çocuk arasındaki bag hepsinde en esas olan ve temek oluşturan sey. korkularla uğraşırken bağınız da guclenır.



Bu kitabı okumak korkuyu sevdirir mi gerçekten? 

Bu kıtabı okuyunca korkuyu daha ıyı tanıyabılırıız, çocukların hangı yaslarda hangı korkuları normaldır bunu anlarsak bızımde korkudan korkmamıza gerek kalmıyor aslında. onemlı olan bu korku ortaya çıkınca ona nasıl yaklaşmamız gerektıgını bılmek.

Okuduktan sonra çocuğumun korkusuyla veya kendi korkularımla başa çıkabilir miyim? 

Evet coguyla basa cıkabılırsın. kıtapta gerçek vakalardan ornekler ve onerılen cozumler var. mesela bazı korkuları ne yazıktır kı bız gecırıyoruz çocuklarımıza. kopekten hıc korkmayan bır cocugun ebeveynının kopegın yanında verdıgı tepkıye gore korkmaya başlaması gıbı.


Bu kitabın arkasına senden görüş istenseydi ne yazardın? 

Cocugunuz korkuyor olabılır. Ancak bu korkudan "sız" korkmadan once bunun normal olup olmadığını ve buna karsı nasıl tavır almanız hangı sekılde davranmak gerektıgını bılmek ıstemezmısınız. Cocugunuzun korkularıyla başa çıkmanın yollarını öğrenmek için her ebeveyn okumalı dıye düşünüyorum. 


Şimdiden keyifli seyirler ve okumalar; fikirlerinizi izledikten ve okuduktan sonra paylaşırsanız bence çok güzel olur ;)