29.12.2011

Yılın En Güzel Listesi

İhtiyaç listesi, alışveriş listesi, yapılacakların listesi derken bir yılın en güzel listesini yapma vakti geldi. Geçen seneki listem aşağıdaki gibiydi. Ben bu listeden çıktı alıp buzdolabımın üzerine koyuyorum. Buzdolabıyla fazla da haşır neşir olunca her açışımda bir kez göz gezdiririm ve bu bana çok iyi gelir size de tavsiye ederim. Bir de bu resmi ekranımın ve Iphone'um duvar kağıdı yapıyorum ee bilgisayar sürekli açık olunca ıphone da elden düşmeyince hergün bakıyor hatırlıyorum.


7 tane dilekte bulunmuşum. Bunlardan 5'i gerçekleşti ehhh 7 de 5 hiç de fena bir sayı değil öyle değil mi? Hem de en önemlileri en değerlileri gerçekleşti. Aramıza bir minik katıldı. Saglıklı, mutlu,huzurlu bir bebeğimiz oldu. (Huzurlu kısmı daha çok gelişebilir tabii :))) Penguen ailesi gibi olduk gerçekten. Sağlık ve sıhhat ki en önemlilerindendi dileklerimin içinde gerçek oldu çok şükür ne biz ne sevdiklerimiz dermansız bir hastalığa yakalanmadı. Sevgilimde ben de işimizde başarılı olduk (Zevkle işe gitmek kısmı yine geliştirilebilir bir alan)
Aşkımız, sevgimiz ve neşemiz gerçekten de arttı. Bol paramız ve kendimize ait bir arabamız olamadı. Ama çok şükür borcumuz harcımız da olmadı istediklerimize de erişebileceğimiz gelirimiz de oldu. Şirket arabaları da saolsun işimizi hep gördü.

Ve gelelim bu senin dilek listesine:


İşte gördüğünz gibi çokta şey istemiyorum değil mi 2012'den. En çok ne istediğim çok mu anlaşılıyor acaba :) Evren, yüce yaratan duy sesimizi bu sene mışıl mışıl uyuyan bir aile olalım sağlıkla sihhatle. Dünyanın farklı ülkelerinde de uyunup uyanabiliriz cebimizdeki bol parayla ailece. Ve ben bu yıl beni mutlu edecek vatana millete kendime insanlara yararlı olabilecek kendi başıma yapabileceğim o işi keşfeder ve başarıyla harekete geçirebilirim.

Hepinize gönlünüzden geçenlerin gerçekleşeceği bir yeni yıl dilerim.

23.12.2011

Ezber Bozduran


Aşkım ve Evladım

Bana kalırsa hayatta ezber bozduran iki şey var biri AŞK biri EVLAT. İnsan her ikisine de sahip olduğunda tüm bildiklerini hatta bazen inandıklarını bile unutabiliyor veya bir kalemde üzerini çizebiliyor. Her ikisi de ciddi manada insanın kimyasını değiştiren durumlar. Kimbilir belki de bu nedenle kadınların çoğu evladını aşkım diye seviyor.

Aralarında en büyük fark aşk ile evladın yine bana kalırsa Evlat kaybetmeden de değeri anlaşılabilen yegane şey.

Kendi aşk ve evlat hikayelerimden yola çıkarsam. Güray'a aşık olmadan önce sakallı erkekleri ve sigara içenleri hiç sevmezdim. Lakin Güray'da her ikisi de mevcuttu. (Sakal hala var şükür sigara içmiyor artık) İşte ezberim bozulmuştu. Kendisine seni sakalınla sigaranla seviyorum demişliğim bile var ki seviyordum sevmek ne kelime sırılsıklam aşıktım kendisine gözüm sakal sigara görecek halde değildi. Fiziksel ezber bozduranların dışında huy, karakter anlamında da yok asla olmaz dediğim çok şey vardır kocamda ama elbette terazide iyi ki var olmazsa olmaz dediğim şeyler daha ağır basıyor.

Gelelim evlat konusuna. Bebeğim olmadan önce ben ciddi manada şuursuz bir insanmışım. Hamile olmadan önce yapmam etmem dediğim ve utanarak itiraf ediyorum kınadığım şeyleri yapar oldum. Ezberlerimin hepsi bozuldu. Tek tek bakalım mı sevgili okur bunların ne olduğuna. Bu arada eğer ben bu yazıyı yazmasaydım kocam bir gün hepinize ilan edecekti zaten. Bu Tüten aslında kınadığı herşeyi yapıyor diye. O beni rezil etmeden ben itiraf edeyim dedim :)

Emzirme: Öncelikle ciddi bir sağlık sıkıntısı yokken emzirmeyen kadınları anlayamazdım. Hııhh derdim hem çocuk yapmış hem de emzirmekten yüksünüyor. Vallahi hastaneden eve çıktığımız gün takriben Aren 3 günlükken dilimde mama lafı vardı. Hani uyusun da uyanmasın emzirmeyeyim diye dua eder haldeydim. Hoş şimdi uyansında emsin aman lütfen emmeye devam etsin haldeyim o da ayrı bir konu :) Bir de bilmiş bilmiş derdim ki emzirme bir ritueldir bebeğinle yanlız kalacaksın hep aynı yerde aynı konumda emzireceksin. Ooo nerde o vakit nerde o sabır nerde o imkan. Her yerde herkesin yanında emzirir oldum. Bir tek dışarda emzirme olayını hiç kınamaz çok doğal bulurdum ve sevgiyle bakarken dışarda emziren annelere şimdi ben de rahatlıkla hoop mememi açıp Aren'i dışarda emzirebiliyorum. Ve tuhaf bakanları da kınıyorum. Ve bilindiği üzere erkeklerden daha çok kadınlar tuhaf tuhaf bakıyor, inceliyor, kınıyor ki bunların içinde anne olanlarda var.

Sahiplenme: Şöyle bebeğini başkasının kucağı vermeyenlere verse de gözü üzerinde olanlara gıcık mı gıcık olurdum. Aslında benim bu konuda tek bir insanla problemin var. Ve ben Aren'i bizden başka hiç kimsenin benim oğlum diye sevmesine dayanamıyorum. Bir başkasının ağzından benim oğlum lafını duyunca delleniyorum deliriyorum resmen diyen insanı boğasım geliyor. İçimde susturamadığım hayırrrr o benim oğlum diyen bir çığlık oluyor. Aklım çıkıyor Aren benden bizden daha fazla bir başkasını severse diye. Buna kıskançlık denirse evet oğlumu herkesten kıskanıyorum babası hariç ama babasından da daha çok beni sevsin istiyorum ee kolay mı en çok benim emeğim geçiyor bana kalırsa.

Uyutma: Genel anlamda ağlatarak birşey öğretmeye çok karşıyım bu konuda ezberimin bozulacağını da şimdilik! hiç sanmam. Lakin uyumadığı gecelerde şunu yatağına atayım da ağlar ağlar uyur nasıl olsa dediğim oldu. Halbuki hamilelik öncesi ve hamilelikte ve hatta ilk günlerde üzerimde uyusun hep öyle kalsın ne varki demişliğim çoktur. Ve bu sebeble son 3 gündür boynum ve sırtım feci şekilde tutulmuş durumda. Öyle sürekli kucakta taşımak kucakta uyutmak pek kolay birşey değilmiş ama yine de hala henüz ağlatarak uyutmuyorum ve fakat çocuğuna 7/24 yanlız bakan insanların ağlatarak uyutma ve birşeyleri öğretme hallerini de daha iyi anlıyorum.

Bebeği Bırakma: Sütünü sağıp bebeğini anneanneye babaanneye bakıcıya işte her kimeyse bırakıp gidenleri kınardım hele hele tatile gidenlere yuhhh derdim. Lakin son zamanlarda hayalimi böyle şeyler süslüyor yapamam henüz o kıvama gelmedim. Ama hayalini kuruyorum işte. Kah sevgilimle kah tek başıma kah arkadaşlarımla gezdiğimi tozduğumu düşünüyorum. Mesela kocamla başbaşa geçirebileceğim bir haftasonu için neler vermezdim ki ama şimdi gönlümde aklımda mantığımda otur oturduğun yerde gezdiklerine say diyor. Ayıptır söylemesi biz flört ederken hemen her hafta farklı bir yerde kalırdık gören bizi otel rehberi hazırlıyoruz falan sanırdı yoo evsiz barksız da değildik zevk işte :) Yine başbaşa bir yurtdışı seyahati off tadından yenmez vallahi. Hoş geçen gün kocama şuraya gidelim mi dedim? Aren'siz mi diye sordu. Dedim ki biz Arensiz ancak markete gideriz :) Şuan yurtdışı seyahatini hayal ederken Aren'i de o kareye koyuyorum ama onsuz da olmasını hayal etmek güzel olurdu. Nasıl bir dengesizsem bunları isterken 3 ay sonra işe nasıl başlayacağım ben bunu bırakamam ki diye de ağlanıyorum. Ee annelik yarı delilik çokca dengesizlik öyle değil mi?

Bunlar benim ana başlıklarım sevgili okur alt başlıkları hiç açtırma bana ne sen sor ne ben söyliyeyim. Ama diyeceğim o ki iyi ki ezberlerim bozulmuş benim iyi ki doyasıya bir aşk yaşamışım ve iyi ki şimdi tüm ezbelerimi bozan değerini ilk günden içime düşmeden bile bence bildiğim ve daima bileceğim aşkı sevgisi her gün daha da içimde çağlayan bir evladım var benim!






13.12.2011

İşin Aslı...



Sosyal mecralarda ve hayatın içinde 2 tip anne var. Şikayet edenler ve kabullenenler.  Şikayet eden anneler genellikle kabullenen annelerin veya çocuk sahibi olmamış kadınların hışmına uğruyor. (Çocuk sahibi olmamış kadınlara büyük konuşmayın derim. Annelerin ahı tutar derim) Ben kesinlikle şikayet edenler kategorisindeyim.

Peki işin aslı nedir? Gelin birlikte analiz edelim. Kabullenen annelerin şikayet eden annelerden tek farkı bakış açıları ve belki de karakterleridir. Herkes herşeyi paylaşmayı sevmez, zayıflıklarını beceriksizliklerini ortaya dökmeyi sevmez. Kabullenen annelerin de elbette sıkıntıları vardır aynı dertlerden muzdariplerdir uyku, yeme, vakitsizlik ve benzeri gibi ama dedim ya bakış açıları farklıdır basştan kabullenmişlerdir. Belki de kişilikleri böyledir kimbilir. Bir grup çok şanslı anne vardır ki onlar da kabullenen kategorisinde yerini alır. Bu şanslı annelerin çocukları çok güzel uyur çok güzel beslenir herşeye uyum gösterir. Anneninde hamile kalma sürecinden tut da doğuma kadar geçen tüm süreçleri kolaydır. Böylesi herkesin başına elbette. O anneler zaten ortada dönen muhabetlere anlam veremez o anne 2. 3. ve belki de ikiz doğurma hayallerine kapılmıştır. Akşam bebeğini yatağına koyar, bebek uyur annede keyfine bakar, kocasıyla isterse romantik isterse ayrı ayrı keyif çatar sonra kendi yatma vakti gelince yatar uyur gözünü bir açar ki sabah olmuş şöyle saat 7:00 falan bebeğinden hiç ses gelmiyor o da ne bebiş uyanmışta yatağında kendi kendine agu yapıyormuş. Ehhh bu anne vallahi bebekler gibi uyudum uyuduk der.

Gelelim içinde bulunduğum şikayet eden anneler kategorisine. İşin aslı sevgili okur şikayet eden anneler asla ve asla bebeklerinden çocuklarından şikayet etmemektedir. Şikayet ettikleri şey içinde bulundukları durumdur. Ve bu durumu bebeklerin çocuklarının yaratmadıklarının da farkındadılar.

Şikayet eden anneler:
  • Kendini sorgulama öz eleştiri yapma konusunda çok gelişmişlerdir.
  • Farkındalıkları oldukça yüksektir
  • Oldukça samimi ve açık sözlü insanlardır. Tabir-i caiz ise popoları açıkta yaşarlar. Kapalı kutu olmak nedir bilmezler
  • Dengesizdirler. Çocuğum uyumuyor diye ağlarken cik cik öterken sosyal mecralarda. Çocuğu uyuyunca ama ya hadi ya uyansın da sevelim demeye başlarlar.
  • Empatik insanlardır. Aynı durumdaki bir anneyi hemen tanır hemen kanıksar.
  • Empatik olunca yardımseverliği de tavan yapar. Sosyal ağın içinde bir de yardım ağı kurulur böylece.
  • Çocuklarını taparcasına severler. Öyle iki öpücük aldım ohh bugün de evladıma doydum demezler.
  • Mükemmeliyetçilerdir. İsterler ki herşey tam olsun. Öyle çocuğu yarım saat uyumuş, çeyrek elma yemiş kesmez bu anneleri. İsterler ki çocuğu tam uyusun tam beslensin.
Bu maddeler şikayet eden anne kategorisindeki kadınların ortak ve en önemli özellikleridir. 2. madde yüzünden de gerek aile içinde gerek sosyal mecralarda gerekse hayatın içinde başlarına gelmeyen kalmaz. Kendi kendilerini eleşirdikleri yetmezmiş gibi bir çok eleştiriye hatta ağır itamlara maruz kalırlar. Amaa amaa dedikçe daha da üstlerine gelinir. Çok çeker bu anneler çok.

Altını çizerek belirtmek istiyorum ki şikayet eden anne kategorisindeki hiçbir anne ÇOCUĞUNDAN ŞİKAYETÇİ DEĞİLDİR. ONUN ŞİKAYETİ KENDİNEDİR KENDİNE.

Nedense en çok şikayet eden anneler:
  • Çocuğundan ayrı vakit geçirmek istemez bir yandan off bir kendime vakit ayıramadım derken.
  • Çocuğu uyuduğunda hani neredeyse gidip kendisi uyandırır sırf uyurken özlediği için
  • 2. ve hatta 3. çocuğu düşünüyorlardır
  • Sürekli araştırma halindedir, çocuğu için herşeyin en iyisi nerdedir nasıldır bilmek ister

Şikayet eden annelerin  tek sorunu Mükemmeliyetçi olmalarıdır. Kendilerini sevmeleridir. Hayatın tadına varmışlardır onlar ve isterler ki hayat aynı tad da devam etsin. Bunun yollarını ararlar sadece.

Uzun lafın kısası bir anne şikayet ediyorsa derdi bebeği çocuğu değil KENDİSİDİR sevgili okur.

Ben şikayet eden anneleri çok seviyorum. Şikayet eden anneler birbirlerine bağlılar çözüm üretmek için elele veriyorlar. Yardım ellerini mutlaka birbirlerine uzatıyorlar. Kesinlikle kimseyi kınamıyorlar. O kabullenen anneleri de takdir etmeyi biliyorlar. Keşke kabullenen annelerde birazcık şikayet eden anneleri anlama gayretinde olsalar işte o zaman anneler birliği diye birşey olurdu. Anneler gruplara ayrılmak zorunda kalmazdı.

Bebeğimi doğurduğumdan bugüne tam 57 gündür şikayet etmeseydim bebeğimin bir çok sorununa çözüm bulamayacaktım. 

Arada siz de şikayet edin bakın görün bünyeye ne kadar iyi gelecek.

Tüten ben
Şikayetçi ;)

6.12.2011

Ne İçin Yaratılmışım ?

Eskiden olsa bu soruya kesinlikle Anne olmak için yaratılmışım derdim. Çocukluğumdan beri en büyük hayalim anne olmaktı benim. Genç kızken 3-4 çocuğum olsun isterdim boy boy cins cins çocuklarım olsun. Evliliğe olan düşkünlüğümde belki bu yüzdendi. Sadece buhranlı olduğum bir dönemde yok ya bu dünyaya çocuk mu getirilir diye düşünmüştüm. Bazen de kendimi ve özgürlüğüme olan düşkünlüğümü düşününce yok çocuk yapmam herhalde diye düşünürdüm. Sonra bu düşünceden de hızla uzaklaştım. Çocukları her zaman çok sevdim daima da iyi iletişimim oldu. Bebekler hep içimi titretti gözlerimi doldurdu. Sabrımın doruk yaptığı zamanlar çocuklarla geçirdiğim zamanlar oldu.


Ve ben şimdi anne oldum. Anne olmak tarif edilemez bir duygu. Hergün tarifi değişebilen bir hal bana kalırsa. Bir gün 3 bardak şeker koyuyorsun ikinci gün şekeri çıkarıp limon suyu. Bazen tarifi kafadan uyduruyorsun bazen ölçülere sadık kalıyorsun. İşte bu yüzden yok tam olarak bir tarifi. Hani kadınlar birbirlerinde yediklerini çok beğenir tarifini ister yapan kişi de der ki ay valla göz kararı yaptım. Hehh işte öyle bu hali bu durum. Sorarsan bana annelik nedir diye cevabım vallahi göz kararı olur.


Peki ben anne olmak için mi yaratılmıştım? Sahi nedir annelik? Çok bilindik haliyle, toplumda bilinen ve takdir edilen haliyle saçını süpürge etmek sadece çocuğun için yaşamak kendini öldürmek, kahramanlık edip 52 saatte uykusuz kalsan yardım almamak, hem iyi anne hem iyi ev kadını hem iyi bir sevgili olma çabası ise yok ben anne olmak için yaratılmış değilim. Ve sanırım ben ve daha bir çok anne bu toplumsal baskı ve alışılagelmiş kalıplaşmış zihniyetler yüzünden kendini fazlaca sorguluyor.


Ama eğer çocuğunu çok sevmek, ona iyi bir gelecek hazırlamak için çalışmaya devam etmek, çocuğunun babasıyla sevgili olmaya devam etmenin yollarını düşünmek, kafam rahat olsun ki bir sonraki emzirme seansında daha verimli olayım diye yardımı kabul etmek ayaklarını uzatıp istediğin bir şeyi yaparken vicdan azabı çekmemek biraz daha büyüdüğünde anneanneye eşe dosta çocuğu bırakıp kocayla ve tek başına yapacağın kaçamakların hayalini kurmak ve bu hayallerin son karesinde çocuğuna nasıl özlemle sarılacağını düşünmek de anneliğin tarifinin içersinde varsa annelikten sayılıyorsa o zaman diyebilirim ki evet ben de Anne olmak için yaratılmışım.


Çok sevdiğim bir laf, herkes kendi çocuğuna anne herkes kendi kadar anne işte. Benim yegane duam çocuğumun anneliğimi derinlemesine sorgulamaması ve beni hep onu çok seven bir anne olarak yaşaması ve anması zaten bir anne evladından daha öte ne isteyebilir ki

30.11.2011

Bir Ev Hikayesi


Metrekare olarak küçük içinde yaşayanlar ve yaşadıklarımız olarak büyük bir ev bizimkisi. Eskiden olsa hayat haftaiçi sabah 6:00'da başlar akşam 12:00'de biter haftasonu 9:00'da başlar gece yarısı 3:00'de biter derdim size. Oysa şimdi güne başlama saatimiz Aren'in keyfine göre belirlenir bazen 5:00'de başlar bazen gün başlamaz çünkü gece hiç bitmemiştir. Haftaiçi ile haftasonu arasında hiçbir fark yoktur artık. Hatta haftasonları yardımcı olmadığı sevgili  Cumartesileri de çalıştığı için daha bile zordur ev hayatımız.

Doğup büyüdüğüm apartmanda oturuyoruz biz. Annemler üst katta biz aşağı katta ve hatta oturduğum evde eskiden babannemler oturuyordu. Önce 3 kişiydiler babaannem, dedem ve büyük teyzem (babaannemin kızkardeşi bekar hiç evlenmemiş) dedemin vefatıyla ki ben 3-4 yaşlarındaydım babaanem ve teyzem birlikte yaşamaya devam ettiler. Sabahları okula gitmeden önce kapısını çalıp gittiğim evin kapısını şimdi annem çalıyor özledim Aren'i göreyim diye. Babaannem elinde adını hatırlayamadığım turuncu bir vitamin ile beklerdi beni, tadı da çok güzeldi kapıda o vitamin içilir servise öyle binilirdi. Akşamları okuldan gelip ilk çaldığım kapıydı bu ev kah içeri girerdim kah naber deyip hop yukarı çıkardım. Bu sefer kapıda evde yapılmış bir çikolatayla veya sevdiğim bir tatlı ile beklerledi beni (kilolu olmanın temelleri böylece atılmış oldu :) ) şimdi aynı kapıyı akşamları babam çalıyor oğlan nasıl diyor kah içeri giriyor kah o da yukarı kaçıyor.

Bu ev çocukluk anılarımla dolu benim. Bu yazıyı yazarken gözlerimi dolduran hatıralarla dolu. Şimdi girip yemekler yaptığım mutfakta babaannem harikalar yaratırdı. Yanında durup izlerdim onu anlatırdı bana nasıl yapıldığını ilk ne zaman yaptığını o yemeği. Yemekten sonra teyzem bulaşıkları yıkardı babaannem bulaşık ykaımayı sevmezdi teyzem de yemek yapmayı. Onun da yanında durup bulaşık yıkamasını izlerdim, sohbet ederdik. Şimdi bu mutfakta kendi torunlarımla olmasa da oğlumla yapacağım yemekleri, kekleri börekleri düşünüyorum.

Bu yazıyı yazdığım her gün oturduğumuz salona o zamanlar misafir odası denirdi ve sadece kalabalık aile yemeklerinde ve misafir geldiğinde kullanılırdı. Ama benim her zaman girmeme izin vardı. Bu salon o zamanlar antikalarla doluydu. Köşede siyah piyano dururdu. Teyzem annesi ölünce bir daha hiç çalmamış kapağına bile dokunmamış ve saçları da bir gecede beyazlamış. Arada ısrar ederdim çalsana teyze lütfen diye sen çalarsan ben de piyanoya başlarım derdim unuttum kızım derdi derinlere dalarak saçlarına dokunarak. Büfede bir çok incik cincik şeyler vardı hepsi dedemin uzak diyarlardan getirdiği şeyleri dokunmaya izin vardı hatta oynamayada sadece nazik davranmamız öğütlenirdi bize. Sonra bir köşede eczaneden kalma o zamanlar bana çok ilginç gelen cam şişeler ilaç kutuları vb dururdu dedemi babaannem ve teyzem hepsi eczaciydi o salonda o kutularla şişelerle oynar içimden ben de eczacı olacağım derdim.

Şimdi Arenin odası olan oda oturma odasıydı günün büyük çoğunluğunu orada geçirirdi iki kız kardeş. Babannem uzun koltukta teyzem tekli koltukta oturur tüm gün iş işler, kitap okur, muıhabbet ederlerdi.  O uzun koltukta babaannemin kucağına uzanıp uyumaya bayılırdım. İki kız kardeş bana kendi hayatlarından anektodları masal tadında anlatırlardı bir yandan saçımı okşayarak şimdi oğlumun odasındaki uzun koltukta onu kucağıma alıp masal anlatacağım günlerin hayalini kuruyorum. Ona babasıyla olan masalımızı annesinin bu evdeki masallarını anlatacağım günleri 4 gözle bekliyorum.

Bizim giyinme odası olarak kullandığımız oda onların tüm eski hatıraların olduğu günün erken saatlerinde oturdukları namaz kıldıkları bir odaydı. Pek girmezdik nedense o odaya bana ürpertici gelirdi. Şimdi o odada üzerinde bir çok anı biriktiren eşyalarımız duruyor.

Yatak odamız ise babaanne&dede aşkına iki kız kardeşin bağlılığına ve göçüp gitmeye şahit olmuş bir oda.  Odamızın huzuru belki de buradan geliyor. Zaman zaman geceleri yastığa başımı koyduğumda bu evdeki o eski günleri anımsar öyle dalarım uykuya. Eğer ruhları evlerine ziyarete geliyorsa bu evin çok değiştiğini görecekler tek birşey değişmedi bu evde o da bağlılık, aile olmak ve sevgi hep de daim olur işallah.

İşte bizim evin hikayesi böyle...

28.11.2011

Blog Bülteni :)

Merhaba Sevgili Okur,

Blogu yeni izleyenlere hoşgeldiniz diyorum. "Uçtu Uçtu 40 Uçtu" yazıma yorum bırakan herkese de çok teşekkür ederim. Benzer şeyleri yaşamış olanlar yaşayıp da atlatmış olanların bıraktığı yorumlar insana güç ve kuvvet veriyor. İyi dilekleriniz için desteğiniz içni çok teşekkür ederim.

Gelelim Blog Bültenine. Efendim 40 uçtu yazım aile içinde sitemlere sebeb oldu. Özellikle eşim yazıya oldukça içerlemiş. Ben de bu blog bültenini yayınlamaya karar verdim. Şöyle ki, o yazıyı okuyan (bilmem öyle mi hissettiniz) beni yanlız hiç destek görmemiş, görmeyen biri olarak algılarmış. Böyle bir algıya sebeb olmak özellikle de kocamın böyle hissetmesi beni çok üzdü.

Aslında başka bir yazımda destek gördüğüm şanslı bir lohusa olduğum için depresyonda olmak dahada canımı acıtıyor demiştim ama demek ki 40 yazısında da bundan bahsetmek gerekiyordu.

Ben gerçekten şanslıydım lohusalık döneminde. Gerek sevgili kocam gerek annem gerekse kayınvaldemin ve daha nicelerinin desteğini tam olarak gördüm. Memelerimin (göğüs denmiyor artık onlara :)) acısının dayanılmaz olduğu ve emzirirken ağladığım günlerde kocam yanıma geldi ve şöyle dedi: Senin ruh sağlığın herşeyden  önemli oğlumuzun sağlıklı ebeveynlere ihtiyacı var istersen mamaya geçebilirsin kim ne derse desin arkandayım dedi. Bunu duymak bile öylesi büyük bir destek ki öylesi rahatlatıyor ki insanı hele ki o zor emzirme günlerinde her emzirme sonrası şeytana uyup mamaya geçsem mi diye düşünürken.
Annemle aynı apartmanda oturuyoruz ve annem abimin çocuklarından oldukça antremanlı dolayısıyla ne zaman yetiş anne desem geldi. Kayınvaldem ilk 15 günde bizde kaldı ve daha dudaklarımı kıpırdatmadan su getirdi yemeğim hep önümde oldu.
İşte böylesi şanslıyken depresyonda olmak daha da üzdü beni. Çok mu çok sorguladım kendimi. Çünkü benden çok daha zor durumda olanların farkında ve bilincindeydim.

Eğer bugün kendimi çok daha iyi hissediyorsam 40'ı uçururken aklımı uçurmamışsam gördüğüm bu koca desteğinin ve aile desteğinin etkisi çok fazladır.

Doğum yapacaklara veya yapmış ama destek almaya yanaşmayanlara diyeceğim o ki; destek almaktan çekinmeyin. Destek almanız sizi daha az anne ve destek almamanız sizi kahraman yapmaz. Zaten anneler her şart altına kahramanlar. Bir bebek eninde sonunda annesinin kucağına getiriliyor. En çıkmaz noktada hanimin annesi deniliyor ve annenin kucağında son buluyor.

Ve bir de geçiyor dedikleri gibi. 40 gün önceki memelerimle şimdiki memelerim arasında ciddi fark var. Benim tek alışamadığım yat-kalk-yat seansları oldu elbet ona da alışırız.

Ve izninizle kocama sesleneyim:

Sevgili kocacığım doğum anından bugüne kadar gösterdiğin tüm destek için, varlığın için çok teşekkür ederim. Bir de arada ben de durmuyor alsana Aren'i demezsen daha da çok teşekkür ederim :)




24.11.2011

Uçtu uçtu 40 uçtu



Evet sevgili okur bir dönemin daha sonuna geldik; lohusalık dönemi. Teknik olarak bugün 40'ım bitiyor. 40 uçurmaya varmadan annelerin aklı uçmazsa iyidir lohusalıkta. Bir de lohusalık teknik olarak 40 günde bitermiş 60 gün ve daha fazla sürdüğü olabilirmiş. (Sevgili okur sana söylüyorum kocam sen anla :))

Nasıl geçti bu 40 gün birlikte bakalım gülelim eğlenelim yeri gelsin gözlerimiz dolsun. Hamile olan veya kalmayı düşünen varsa ay başıma bu mu gelecek desin veya benim gibi şuursuz olsun yok ya benim başıma bu gelmez desin. Abarttığımı düşünsün ki işallah başkası için benim yazdıklarım abartı olur. Bebeğini büyütüp çoktan lohusalığını unutmaya yüz tutmuşlarda tekrardan hatırlasın. Kimi bu da birşey mi desin kimi vah vah desin.

Lohusalığımın ilk 10-15 günü zor ve karmaşık geçti. Daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. O zaman yazmamıştım ama şimdi yazabilirim. İntihari bile düşündüğüm oldu çocuğuma bakamadığımı düşünüyordum ve çok yorgundum. İntihar eden lohusaları da çok iyi anlamaya başlamıştım. Düşündüm kocam hemen evlenir gibi geldi bana evlenmese bile kesin sevgilileri falan olurdu ee oğlum onlara mı anne diyecekti ben cefasını çekiyordum sefasını başkaları mı sürecekti. Arkamdan vahh vahhh yaşasaydı da anne dediğini duysa mı diyeceklerdi. Gece emzirme seanslarında horul horul uyuyan kocama baktım çimdik bile attım hele bir evlen benden sonra da görelim diye ve bu fikirden vazgeçtim.

Emzirmek ilk günlerde çok zordu ve ben emzirmeyi pek sevemedim çünkü ben hareketsiz durmaya sabit bir iş yapmaya hiç alışık değilimdir dahası sabit dururken bir yandan da canım çok acıyordu. İlk günden emzirirken ulvi duygular hissedilmesini hala anlamış değilim. Ya  ben yeteri kadar anne değilim ya da ilk günlerden itibaren emzirmeye aşkla bağlı kadınlar ultra anne. Bilemedim gerçekten. Tabii o doğum anında mememe verildiğinde ben de çok zevk aldım çünkü henüz memem acımıyordu ve zaten mutluluk sarhoşuydum. sarhoşluk dediğin şey akşamdan sabaha geçen birşey ama öyle değil mi?

Gelelim uykusuzluğa valla ilk 10-15 gün hani bebiş gözünü kapasa hemen gözümü kapamalıyım diyordum. Bebeğin uyuduğu her an tuvalete gitmekten yemek yemekten vazgeçip uyuyordum ve bebek uyanmasın diye dua ediyordum. Zira bir gece denemenizi isterim çok yorgun olacaksınız ama söz mü? Saatinizi kurup her saat başı kalkıp minimum 1 saat sabit birşey yapıp  ki bu sabit şeyi yaparken canınız da çok acıyacak yorgunluğunuzun üzerine yorgunluk ekleyip yine yatacaksınız ama saatinizi 1 saat sonraya yine ayarlayacaksınız. Hadi bunu 1 hafta deneyin. Bundan sonra eğer Allahım harika hissediyorum çünkü bebeğim var diyebiliyorsanız helal olsun size. Ben diyemedim. 

Ama emzirmeye de emzirmenin yarattığı acıya da sıkıcılığa da 10-15 gün sonra alıştım. Bebekte büyüdü. emmekten anlamaya başladı emerken öyle zevk sesleri çıkarmaya başladı ki insanın hissedebileceği en yalın en doğal şefkat hissi odur sanırım. Öyle bir emmeye başladı ki yooo yooo bunu ondan esirgeyemem diyor insan. Ben böyle söyledim. Bu arada upuzun bir konu olur ama şunu da bilmeli bedenimizi yöneten ve hatta duygularımızı hormonlar. Emzirmekte tamamen hormonların etkisi altında. Eğer hormonlar doğru çalışmıyorsa ııhhh emzirmekten zevk almak ve hatta emzirebilmek pek mümkün değil. Ve yeni doğum yapan kadının da hormonları alt üst oluyor. Zor bi süreç zor. Hamileyken çok romantik olabiliyorsun zorluklar yaşansa da yine hormonlar sayesinde. Ve sonra doğum gerçekleşiyor. O romantizm bir anda sancılı bir ayrılık sürecine benziyor.

Gelelim uykusuzluğa valla 15 gün sonra 1-2 saatlik uykuyla da yaşanıyormuş yahu diyebiliyorsun. Hatta bazı geceler enerjik bile hissedebiliyorsun. Bebek vık derken hop kalkıyorsun hatta bazen memeler sızlamaya başlıyor hehh şimdi uyanır diyorsun dk sekmiyor bebek uyanıyor. Bebeğin derin uykuya geçti sanıyorsun sen de tam başını yastığa koyacakken yastıkla buluşamadan bir aglama sesi ve sanki günlerdir uyumuş uykusunu almış gibi cin gözlerle bakan gözler. Ne istediğini anlamak mümkün de değil çünkü karnı tok altı temiz ve yeterince kucakta tutulmuş. İşte uyusun diye denemediğin şey kalmıyor eğer isterse kendi isterse uyuyor yok istemezse evi turlarken evini tekrardan keşfediyorsun. Sonra bebeğin değil de Allah haline acıyor sanırım tıpkı doğumda olduğu gibi ölüyorum dediğin anda bebek çıkar ya şimdi yere düşüceğim uykusuzluktan derkennn bebek uyuyakalıyor.

Tüm bunların yanı sıra etrafınızdaki herkes sizden daha çok biliyor herşeyi. Her kafadan bir ses çıkıyor. Kimin lohusa olduğu unutuluyor. Dediklerini yapmazsan ya alınganlık ediliyor suratlar asılıyor yada senden uzaklaşılıyor. Sen misin söz dinlemeyen ee o zaman ben de sana yardım etmem tavrı baş gösteriyor. Kimse senin bebeğini büyütme tarzına dahası sana ve anneliğine saygı duymuyor çünkü sen henüz anne değilsin onlara göre niye çünkü onların yaşadıklarını yaşamadın da ondan. Sen ne bilebilirsin ki onlar gibi 19-20 yaşında değil 33 yaşında da doğursan çok da okusan çok da öğrenmiş olsan yok bilemezsin sen. Acemi Anne Esra'nın da yazdığı gibi Türk çocuğu ep üşür hep açtır ve hep hasta olmaya yakındır.

Emzirirken sıklıkla emiyor mu lafını duyarsın. Gelip memelerini bile ellerler memenin bir özeli yoktur çünkü artık. Yumuşak mı memeler tamam süt yoktur o halde. Bebek ağlıyor mu tamam açtır o bebek. Sütün yetmiyor senin deyiverirler hiç acımadan sana. Lohusa mısın değil misin düşünmeden.
Dr derki çocuğu giydir ama odanın ısısı 18 bilemedin en fazla 23 olsun senin 24 derecelik evinde bebek üşüyor olur niye elleri soğuktur dersin ki bebeğin elleri soğuk olur zaten dolaşımları farklı Dr böyle söyler kitaplar böyle yazar. Yok tecrübeye bakacaksın sen derler alırlar bebeğini senden giydirirler. Sonra canın sıkılınca normaldir lohusasın sen derler. Senin alınmaya üzülmeye hakkın yoktur ama etrafın vardır.

Daha neler neler yazılırda yeni annenin çok hali olmuyor gücü tükeniyor. En azından benim öyle.

Anne&baba olarak başbaşa kaldığımızda çok gülünç durumlarımız da olmadı değil. Örneğin giydirmek, bir bebeği giydirmek o kadar kolay değil. Birincisi her daim kıpır kıpırlar. Bir de bebek minik olunca her ne kadar teknik olarak bir yerinin kırılmasını zor olduğunu bilsen de zarar verir miyim bu minik şeye diye endişe duyuyorsun. Bir keresinde kocamla üstünü giydirene kadar ben altıma yapıyordum gülmekten kocam da sırılsıklam kaldı 10 dk içersinde bebeğin kafasından geçiremedik çocuk içerde debeleniyor biz birbirimize bakıyoruz üzerine birşey daha giydirecektik ki kocam yok yokaman kalsın böyle üzerine hırka giydirelim dedi ertesi gün üstünü gören herkes aaa böyle olur mu dedi.
Bebek bezi bağlama konusunda hala çok acemiyim pek beceremiyorum çişi kakası dışarı taşabiliyor çoğu zaman.

Bekar veya evli bebeği olmamış biri rutin bir hayatım var yaa hep aynı şey diyorsa ona hemen 1 hafta bebek bakımı önereceksin bak bakalım bir daha rutin bir hayatım var diye ağlıyor mu :)

Ve müsadenizle oğluma seslenmek istiyorum;

Benim Minik Adamım,

Bugün 40 günlük oldun. Sen bize ve dünyaya biz sana ve sana bakmaya alışmaya çalıştık. Şu 40 günde seni her zaman anlayamadığımızın sana her zaman iyi bakamadığımızın farkındayım acemiliğimize ver. Tek dileğim geçen şu 40 günde her dakika ne çok sevildiğini hissetmişsindir. Dilerim kendini daima güvende hissetmişsindir. Şahsen benim seninle hiçbir derdim olmadı oğlum. Şikayetlerim senden çok öte kendimle ve yeni düzenle oldu ve sen buna asla sebeb olmadın. Sen  bizim evliliğimizin sevgimizin eksik parçasıymışsın şimdi tam olduk biz. Bakma sen memem acıyor uykusuzum dememe hepsine ama hepsine değer. Sen o memeye yapışıp oohhh sesi çıkarıyorsun ya varsın acısın diyorum memem. Sen gecede 10 kerede uyansan ve uyandırsan seni kucağıma aldığımda başını dayıyorsun ya boynuma sarılıyoruz ya birbirimize değer diyorsun bu duygu için değer. Seni mümkün olduğunca ağlatmamaya çalışıyorum umarım bana bize kızdığın için ağlamıyorsundur.
Baban da sana öylesine bağlı ve aşık ki eminim onu da hissediyorsundur.

İyi ki geldin iyi ki bizi seçtin oğlum. Seni çok seviyoruz ve daima seveceğiz. Sana hep söylediğim gibi sen güvendesin anne&baba hep yanında yaşadığımız sürece de bu hep böyle kalacak Aren'im.






21.11.2011

Aile Olmak


Anneliğimin en zor günlerinde açıp bu resme bakıyorum çünkü bu bizim ailenin mutluluğunun resmi.  Babanın güvenli kollarında anne&çocuk. (Bu arada bu resimdeki gibi tombul yanaklı ve yamuk değilim)

Resimdeki bir diğer ayrıntıda 3.'de gözlerinin kapalı olması hepimiz aynı hayali mi kuruyoruz, aynı ruyayı mı görüyoruz bilmiyorum ama hepimizin kendini mutlu ve huzurlu hissettiği kesin.

Şimdilik böyle kısa bir merhaba diyeyim dedim. 40. dolsun bakın ne bomba yazılarla döneceğim biriktiriyorum şimdi :)

Sevgilerimle
Tuten çaylak anne

10.11.2011

Doğal Doğum Doğal mı ?!?

Özellikle sezeryan olmak zorunda kalmış olanlar ve bundan dolayı üzülenler sanırım bu yazı sayesinde biraz olsun rahatlarlar.

Doğal doğum yapmış hatta bu konuda çok inat etmiş neredeyse kendinin ve çocuğunun hayatını tehlikeye atmış birinin yani benim hikayem bu.

Doğal doğumun faydalarını anlatmayacağım. Blogcu anne Elif'in de dediği gibi tek bir doğum şekli vardır o da doğal doğum sezeryan bir ameliyat şeklidir ve gerekli olmadığı sürece tercih edilmemelidir (mi acaba;?)
Kendi doğumumdan sonra özellikle bazı insanların sezeryanı tercih etmesi gerektiğine inandım. Doğal doğumun çok tramvatik olabileceği durumlar olabiliyor gerçekten.

Yazının başlığından da anlaşılacağı üzere doğal doğum her zaman doğal olarak gelişemiyor ve aslında anne, kadın için sezeryandan çok da bir farkı kalmıyor. Nasıl mı? Dikişse alası olabiliyor doğal doğumda. Kesilmek mi? Alası olabiliyor yine doğal doğumda. Doğum sonrası acı, sancı, bakım problemleri mi yine sezeryan sonrasını aratmayacak durumlar olabiliyor doğal doğumda da.

Doğal doğumdan ne anlıyorsunuz ben müdahale edilmeyen doktorun sadece teknik olarak orada olduğu doğumu anlıyorum. Peki böyle mi her zaman? Hayır değil, istatistikleri bilmem ama normal doğumla doğum yapmış bir çok kadın suni sancı alıyor, suyunu doktor patlatıyor, epidurel kullanıyor, dikişi oluyor vb. Bunların hepsi ciddi müdahaleler aslında.

Elbette bebeğin vajinadan çıkıyor olmasının ciddi yararları var hem anne hem de bebek için. Ama sonuçta o aşamaya kadar da ciddi müdahalelere maruz kalınmış olunabiliyor. Ben kaldım örneğin. Pişman mısın derseniz hayır değilim dedim ya ben doğal doğuma baş koymuştum ve sonuna kadar da denedim. 22 saat sonunda başardım ama tramvatik bir sonuçtan kaçınamadım. Bugün olsa yine aynı süreci yaşardım çünkü doğal doğumun bir bebek için ne denli önemli olduğunu biliyorum son ana kadar mücadele ederdim benim ruh halim bunu kaldırabilecek bir hal ama herkesin olmayabilir.

Fakat diyeceğim o ki; bazen sezaryen gerçekten en hayırlısı olabilir hem bebek hem de annenin hem fiziksel hem de ruhsal sağlığı açısından. Her zaman herkesi doğal doğuma teşvik etmemek dahası zorlamamak gerekiyor. En nihayetinde en önemlisi bebeğin ve annenin sağlıklı olması değil mi? Bu müdahaleli doğal doğumlar her kadının kaldırabileceği cinsten değil. Ve bir kadının, annenin fiziksel ve ruhsal sağlığı doğumdan hemen sonra o kadar önemliki bebeğe bakabilmek.

Yukarıda sıraladığım müdahalelerin olmadığı doğal doğumların gerçek doğal doğum olduğuna, benim gibi ve müdahale ile doğal doğum yapanların pek de farkı olmadığını düşünüyorum sezeryan yapanlardan fiziksel olarak elbette. Yoksa o müdahaleli doğal doğuma katlanmak her baba yiğidin harcı değil gerçekten. Ben ve benim gibiler gerçek bir takdiri hak ediyor. İnanın aynı dönemde sezeryan yapmış tanıdıklarımdan daha uzun sürede kendime geldim ben ciddi dikişlerim ve ciddi sancılarım oldu.

Bu arada kendi doğumumu referans alarak şunu da söyleyebilirim. Doktorunuz ciddi manada doğal doğumu destekleyen biri ise hayati bir risk olmadığı sürece isterse sizi normal olarak doğurtur. Doktorum kordon dolanması olan bir bebeğin bile sorun teşkil etmeden doğal olarak doğabileceğini söylemişti. Doktorum Cem Batukan olmasaydı eminim bir başka doktor 12. saatin sonunda belki daha da erken beni sezeryana alırdı. Oysa doktorum 18 saatin sonunda kafanın bir türlü dönmediğini riskin çok yüksek olduğunu ama yine de doğurtabileceğini söyledi, bizimle bir fiil 22 saat bekledi destek verdi. En son 21. saatte yoo risk çok büyük bebeği tehlikeye atamam deyip sezeryana alıyordu ki dur son kontrolünü yapayım dedi ve mucize gerçekleşti.

Doğal doğum yapmak isteyenler için kendimce ufak bir kontrol listesi yazayım.(liste çok daha uzun olabilir ben ilk aklıma gelen ve olmazsa olmazları yazacağım kendi deneyimimime dayanarak) Aşağıdaki özelliklere kesinlikle sahip olmanız gerekiyor. Eğer kendinizde bu özellikleri görmüyorsanız bir kez daha düşünün derim:

  • Herşeyden önce sabırlı mısınız? Sabırla bekleyebilecek misiniz doğunun başlamasını?
  • Ağrı eşiğiniz yüksek mi? Eğer değil ise epidureli tereddüt etmeden yaptırmalısınız.
  • Herşeye hazırlıklı bir ruh haliniz var mı? Ani karar vermeniz gerekebilir.
  • Sakin birimisiniz yoksa fazlaca telaşlı mısınız? sakin kalabilmek çok önemli
  • Etraftan ve ani değişikliklerden kolay etkilenir misiniz? Eğer öyleyse doğal doğum kararınızı gözden geçirin.
Sonuç olarak, en önemlisi sağlıkla sadece fiziksel değil ruhsal sağlıkta elden gitmeden bebeği kucağa almak. Ben son saatlerimde neden bu çocuk dünyaya gelmek istemiyor diye ağlıyordum madem gelmek istemiyor sezeryan da olamam diyordum. Oysa şimdi düşünüyorum da belki çocuk doğal doğumla gelmek istemedi yormak istemedi kendini bekledi belki alırlar onu ordan diye :) Ama yok anası çok inatçıydı çıkacaksın oğlum dedi. Ço konuştum ben onunla lütfen doğal yollarla gel diye belki de mucize de bu konuşmanın da faydası var bilemiyorum.

Altını çizerek söylüyorum herkese doğal doğumu tavsiye etmeyin. Hele de karşınızdaki insanı tanımıyorsanız onun ruh halini bilmiyorsanız. Bazen sezeryan en hayırlısı olabilir inanın buna.  Ve hiç kimsenin doğumu başkasına referans olmasın. Herkesin hikayesi kendine özel. Elbette çok hazır birini çok yakından tanıdığınız birini destekleyebilirsiniz ama o da ancak kendisini desteğe açık ve bunu istiyorsa.

Son söz olarak, bugün olsa yine aynı şeyi yapardım doğru anlaşılmak isterim kesinlikle doğal doğuma ve yararına inanıyorum.

3.11.2011

Lohusa Cinleri




Hepimizn ortak hayatı diyebileceğimiz alanda yani yaşamın içinde pek de güzel şeyler olmadığı için, şehitler, deprem, 13 yaş tecavüzü gibi ben de güzel olmayan bir başka şey yazmak istemezdim aslında ama yazıyorum işte.

Yarın oğlumun yarı kırkı. Yani lohusalığı yarılamış olacağız. Doğumdan önce lohusa depresyonuna girmeyeceğimi düşünüyordum bu konuda oldukça ümitliydim. Girersem de girdiğim gibi çıkarım diye düşünüyordum. Bu konuda da oldukça şuursuzmuşum. Kocam da geçen gün ben karımı tanıyamıyorum dediğinde anladım ki ben fazlaca hayalperest fazlaca başıma gelecekler konusunda iyi niyetli biriyim. Neyse....

Tramvatik bir doğumdan sonra (bu konuda da daha sonra yazacağım her normal doğum normal gelişmiyor) oldukça mutluydum. Örneğin doğum anından sonra çok ağlarım gibi geliyordu ama hiç ağlamadım belki şoktandı bilemiyorum. Mutluluk perisiydim ama bu bir gerçek. İçimden svgi taşıyordu herkesi çok seviyordum buna hastane görevlileri bile dahil düşünün içimden taşan sevgiyi. Doğumun ertesi günü de ruh halim aynen böyleydi. Oğlumun emdiğini sanıyordum ve emzirmenin hastanedeki gibi birşey olduğunu yani acı vermeyen keyifli birşey olarak cikliyodum twitterda emzirmek harika birşey falan diye. Emin misin diye soranlara da aa niye ki evet diyordum :) İçimden de tamam ya sen lohusa depresyona falan girmezsin baksana ne mutlusun diyordum.

Ve eve çıktık. Cinler evde beni bekliyormuş. Evdeki ilk gecemizde yatağın içinden böcek çıktığını söyledim. Yatağa yattık, ben bir anda böcekkkk böcek çıkıyor dedim. Herkes sakindi kayınvaldem tamam buluruz öldürürüz falan dedi. Gördüğüm bir halisülasyondu sanırım. Gece uykusuz kalmalar, halsizlik, yorgunluk, doğru emzirememe, memelerin çok acıması gibi durumlar gümdür gümbür üzerime gelmeye başladı. Lohusalık depresyonu hoşgeldin demek düştü bana da.

Bu süreçte galipten sesler de duydum evin içinde geçen cinleri de gördüm lakin bunu kimseyle paylaşmadım. Hem durumumum çok kötü olduğunu sanırlar hem de endişe ederle diye kocam bile bu yazıyı okursa öğrenecek. Hala zaman zaman galipten sesler duyuyorum ve sadece kulaklarımı kapatıyorum.

Vicdan azabı çok çektim ve çekiyorum. Lohusa depresyonuna girmeye hakkım yokmui gibi düşündüm zira bunu kocam ve etrafımda bana hissettirdi. Herkes etrafımdaydı evde ev işlerine ve bebek bakımına yardımcı olan biri var. Bir elim yağda bir elim baldayken bebeğimi sadece emzirirken altını bile başkaları değiştirirken nasıl olurda depresyona girerdim. Girdim ama işte.

Lohusa depresyonunu belki yanlız kalmak yani etrafınızda yardım edecek kimsenin olmaması daha da perçinliyordur. Benim ki hafif şiddetli bir depresyon farkındayım. Belki de sadece hormonal. Ama bir kadının durumu  ne olursa olsun depresyona gireceği varsa giriyor işte. Doğumda ve doğumdan hemen sonra akıtmadığım gözyaşlarını şu 20 günde oldukça çok akıttım. Geceleri emzirmeye kalktığımda ansızın gözlerimden yaşlar boşanıyor. Oğluma anne üzgün değil merak etme diyorum  bir yandan. Onu da üzmek istemiyorum çünkü.

Şimdi ya geçmezse diye korkuyorum. İnsanların da beklentisi olduğunu düşünüyorum yani 40. gün gelecek ve 41. gün aaa ama bitti lohusalık hadi artık diyeceklermiş gibi geliyor bu da beni geriyor aslında. Ama en iyisi iyi düşünmek güzel düşünmek. Geçen akşam kocam neden o müthiş güçlü düşünce gücünü kullanmıyorsun dedi. gücüm yok ki düşünebileyim dedim. Gerçekten böyle gücüm yok ki kullanayım.

Geçecek diyecek deneyimli anneler biliyorum ve buna yürekten inanmak istiyorum.

27.10.2011

Son Günlerde

Yazmaya korkuyorum, gündem de önce şehitler vardı ki hala olmalı bence ve şimdi de insan gibi insan olan herkesin kalbinin sızlatan Van Depremi. Gündem de bunlar varken insan kendi hayatındaki ıvır gıvır sorunlardan bahsetmeye korkuyor veya güzel birşeyler yazmaya da çekiniyor. Sosyal medyanın bunda etkisi çok fazla. Bir grup var ki yemek yedim desen üzerine sıçrayacak nasıl yersin diyecek. Ben de üzerimde bu baskıyı çok fazla hissettiğim için suskun kalıyorum blog'umda.

Son günlerde ne mi yapıyorum nasıl mı geçiyor günlerim. Emziriyorum evet sadece emziriyorum. Emzirmediğim ve canım oğlumun uyuduğu dakika veya saatlerde de tuvalete giriyorum, yemek yiyorum, cevapsız çağrılara dönmeye çalışıyorum, şirketle iletişimim kesmemek için maillerimi kontrol ediyorum. Bazen de uyumaya çalışıyorum. Ve diğer emme saati geliyor. Memeyi kaptı kapmadı, uzun emdi, kısa emdi. Emdikten sonra gazı çıktı çıkmadı emdikten sonra hemen uykuya daldı dalmadı derken gece oluyor. Ve benim pilim bitmiş oluyor.

Evet bu rutin beni sıkıyor hele gece oldu mu cinler etrafımdaymış gibi geliyor bana. Oğluma kıyamıyorum ağladı mı o dudağı büktü mü memelerim sızlamaya başlıyor. Ne olursa olsun emziriyorum. İsterdim ki şu emzirmekten deli gibi zevk alan kadınlardan olabileyim. Olamadım. Canım çok acıyor, yoruluyorum ve 15 dk'dan sonra sıkılmaya başlıyorum. Dualara sığınıyorum o vakit. Allah aklımı korusun sabır ve enerji versin diye. Oğlum memeyi emerken bir yandan da enerjimi emiyor sanki enerjim tükenmiş oluyor.

İşte böyle bir kısır döngüyle yaşıyorum. Biliyorum işte buna Lohusalık deniliyor. Elbette her anım şükür dolu. Zaten böyle hissettiğim için de bol bol vicdan azabı çekiyorum. Oğluma bakarken içim gidiyor 1 saatten fazla uyuduğunda özlemiş oluyorum onu. Biliyorum ki derdim kesinlikle o değil. Benim derdim uykusuzluk ve her gün aynı rutini yaşamak, emzirirken canımın ciddi manada çok mu çok acıması.

Kendime kızıyorum şımarık mısın sen diyorum neden düşünce gücünü kullanmıyorsun neden güzelliklere odaklanmıyorsun diye ama bunun için enerjimin olması lazım. Enerjiye gerçekten çok fazla ihtiyacım var.

Bebeğine tek başına bakan annelerin elinin öpülmesi gerektiğini düşünüyorum. Bravo gerçekten, nasıl kadınlarsınız siz öyle harikasınız gerçekten. Ben tek başıma sanırım sadece 2 gözümle bakabilirdim çocuğuma.

İşte böyle son günlerim benim...

21.10.2011

Kişiye Özel Doğum Hikayesi

İtiraf edeyim bu yazıyı yazmaya 3 gün önce başladım. Sadece 1 cümle yazmıştım ki sanırım meme saati gelmişti bilgisayarı kapamamıştım bile o 3 gün içinde kendisi kapanmış. Ve şu an tam da yazarken cennet kokulu oğlumun mıykkk mıyyk sesi geliyor sanırım yine uyanacak ve belki bugün yine bitiremeyeceğim ama olsun herşeyden önce kendimden önce bile o geliyor artık. Ve onun gelişi beni inanılmaz huzurlu ve mutlu kılıyor. Bir bebek hayatı gerçekten her anlamda değiştiriyor. Hani Mevlana demiş ya hayatım alt üst olacak diye korkma ne biliyorsun belki altı üstünden güzel. Evet hayat tepetaklak oluyor ama altı da güzel emin olun buna çok emin olun. Evet ben biraz şuursuzmuşum annelik zor iş gerçekten ama zorlukları zorluk değil de deneyim ve fırsat olarak görürseniz yani bakış açınızı hep olumluya göre ayarlarsanız zorlukların üstesinden gelmek de kolaylaşıyor. Bir de insanın evladı sağlıklı olunca yanında olunca ve bir çok anne çok taze evladını kaybetmişken bu da birşey mi diyorsunuz ve ağlarken bile bazen şükür yanımda kollarımda ağlıyor diyorum. Bir çok bebek kimsesiz ağlarken sarılanı geliyorum şimdi diyeni meme vereni yok. ŞÜKÜR O YÜZDEN ŞÜKÜR. Anneliğimin her anı şükür dolu.

Gelelim benim doğum hikayeme. Şunu altı çizili ve koyu bir şekilde belirtmek istiyorum: Doğurduktan sonra anladım ki her doğum kişiye özel bir başkasına ne fikir verebilir ne yol gösterici olabilir. Bu benim hikayem sadece paylaşıyorum. Ve siz de doğurduğunuzda böyle hissedeceksiniz eminim her doğum kendine has kendine özel.

Biliyorsunuz doğumumun kendi kendine başlayıp başlamayacağı belirsizdi ve 14 Ekim Cuma günü hastaneye yatıyordum suni sancı ile doğumum başlatılacaktı. O sabah uyandık hazırlandık ve hastaneye gittik. Yoldayken nişan geldi. Hastaneye gittiğimizde saat sabah 8:00 idi. Kontrolde doktor doğumun kendiliğinden gerçekleşecek bugün başlıyor dedi. İnanılmaz mutlu olmuştum çünkü oğlumun kendi isteği ile gelmesini istiyordum. Sürekli konuşuyordum onunla. Mutlu mutlu yatış işlemlerimizi yaptık ve odamıza çıktık NST bağlandık ve süreç başladı herşey yolunda gidiyordu. Kalp atışları sancının şiddeti. Kalkıp yürüyordum keyifliydim. Gelen her sancıyı memnuniyetle karşılıyordum oğluma yaklaştırıyor ya beni. Sancılar 50-60 arası seyrederken bile gülümsüyordum. Akşam üstü 5:00 gibi doğururum diye düşünüyorduk. Lakin saatler geçiyor rahimde hiç bir açılma olmuyordu. 2 cm 3 cm ki bu açılmayı 4-5 saat içinde yakaladık. Aslında o gün planlı olarak hastaneye gitmeseydik evde bailayacaktı bu sancılar ve hastaneye daha geç gidip bekleme süremizi kısaltmış olacaktık.

Akşam üstü oldu dediğim saatler 5:00-6:00 doğumuma girmesini istediğim ebe de geldi tamam herşey hazırdı. Sancılar düzene girdi açılma artmaya başladı. Pilates topuyla çalışmaya başladık. Ebe geldi hadi ılık bir duş alalım dedi. ılık duşa girdim duşta da sancılar devam ediyordu ve bunun doğum için güzel birşey olduğunu biliyordum yalancı sancı olsaydı duşta devam etmezdi çünkü.

Ve sonra kabus başladı. Duştan sonra doğum durdu. Sancılarım azaldı. Sanırım oğlum rahat etmesi gerekenden daha fazla rahat etti. Ben de hiçbir şey hissetmemeye başladım sancıların şiddeti de azaldı düzeni. Doktorumun hiç hoşuna gitmedi bu elbette. Suni sancı vermeyi teklif etti eğer şimdi verirsek 1-2 saatte doğum olur dedi. Kabul etmedim.

Bu aradaki süreçte doktorum epidurale bile gerek olmadan doğurabileceğimi düzenli gelen şiddetli olan sancılara dayanmamın gayet iyi olduğunu söyleyip duruyordu. Herkes mutlu herkes heyecanlı ve hazırdı yani.

Suni sancının o anda verilmesini kabul etmeyince bekleyeceğiz o zaman dedi doktorum. Beklemeye başladık kah NST takılı kah değil. Pilates çalışmaları yürüyüşler. Tüm bu süreçte en büyük yardımcım ciddi manada bana koçluk yapan kişi sevgili kocamdı. Şu doğumla birlikte aşık olduğum adama bir daha bir daha bir daha aşık oldum. İçimden oğlum çıktı içime 2 aşk düştü biri oğlumun aşkı biri kocamın aşkı. Biz o gün o doğum sırasında çoğalmakla kalmadık çoştuk kenetlendik.

Hikayemiz öylesi uzun ki saatleri yazmam mümkün değil. 22 saat süren bir doğum hikayesi benim ki.

Ve saatler geceyi göstermeye başladı. Suni sancıyı kabul ettim. Benim suni sancı hikayem pek güzel değil. Nefes almana bile izin vermeyen cinsten derim ben suni sancı nasıl birşey derseniz .50-60 şiddetinde kendiliğinden ve düzenli gelen sancıları mutlulukla karşılayan ben şiddeti 30 olan suni sancıyı çığlıklar eşliğinde karşıladım. Dayanamıyordum. Epidurel takıldı ama normal doğumu beklediğimiz için öyle belden aşağının tamamen uyuştuğu bir epidurel değildi. Ve ben niyee bu etki etmiyor neden bağladınız madem bu sancıları çekeceksem niye deyim yerindeyse hönkürüyordum.  Yapacak birşey yok diyorlardı.
Koridor boyunca volta atıyorduk kocamla suni sancıyı sıklıkla kapattırdım dayanılacak gibi değildi çünkü.

Sonraa saatler gece yarısına yaklaştığında ve doğum için gerekli açılma olmayınca ve bir de üzerine oğlam kafasını yan çevirince kabus dakikalar başladı. Sezeryan seçeneği önüme alttan alta sunulmaya başladı. Ama doktorum Cem Batukan öylesi hastasını düşünen ve normal doğumu destekleyen kimselerin normal doğum yaptırmayacağı kadınları normal doğum yaptırmış biri ki benimle bekleyeceğini söyledi.

Bu arada yazmayı atlamışım. Öğleden sonra suyum da geldi kendiliğinen hem de ne gelme tamamen boşaldı. Heh dedik işte doğum şimdi 1-2 saate kalmaz başlar. Ama suyumun gelmesinin üzerinden 12-13 saat geçmişti ve istenilen açıklık kesinlikle yoktu.

Saatler gece yarısı 2:00'yi gösterdiğinde ise doktorum geldi  başka uzman doktorla birlikte muayene edildim ve başının yan durduğunu bu şekilde gelmesinin zor olduğunu gelirken bir çok soruna sebeb olabileceği söylendi. Bebek için çok uzun süre susuz kaldığı için sorunlarda başlamaya başlamıştı. Ben bitiktim ama vazgeçmiyordum. Doktor bize olabilecek riskleri anlattı doğumda omuz ile gelirse veya kafası sıkışırsa olabilecekleri de belirtti ve seçimi bize bıraktı. Eşimle yanlız kalmak istediğimi söyledim. Eşim tamam artık dedi daha fazla 2'imizi riske atamayacağını daha fazla direnmememi söyledi. Öylesi bitik bir haldeydim ki her gelen lütfen riske girme deyip duruyordu. Pes ettim madem risk bu kadar fazla tamam dedim. Doktor her geçen saniye riskin çok fazla olduğunu söylüyordu.

Kocam da odadan çıktı. Tek başıma kaldım. Dua ettim, oğlumla konuştum. Kocam geldi doktorun son bir kez muayene edeceğini söyledi. Veee son kontrol! Kafa dönmüştü açılma artmıştı 6 cm doğum başlıyordu. Kocam o anın eşsiz olduğunu söylüyor gözlerim parlamış yüzüm ifadem herşeyim değişmiş. O saatten sonra ebe ile odada yanlız kaldık. Pilates ve çömelme hareketleri yapıldı 2 saat boyunca. Arada kontroller devam etti. Saat 4:30'da acil doğumhaneye gidildi. Eşim doktorlar ve ebeler sayesinde kafasının sıkışmasına suyumun bitmesine ve tüm olumsuzluklara rağmen oğlum benim hayatımın kahramı saat 5:05'de kucağıma düştü. Allahım o çıkış anı o ilk bakış o ilk göğüse yaslanış tarif edilemez bir duygu. Sevgili eşim yanımda ağlıyor bebeğim ağlıyor ben şaşkınım.

Sonrası mı orası da kolay değildi. Anlatmayacağım hiç.

Velhasıl kimseye normal doğum yapmalısın veya yapmamalısın diyemem ben. Sadece şunu söyleyebilirim normal doğum süreci için psikolojik olarak hazır olmanız gerekiyor. Mutlaka ama mutlaka size destek verecek bir eşiniz veya çok yakınınız olması gerekiyor. Doktorunuzun da en az yakınınız kadar destekleyiciğiniz olması gerekiyor.

İşte böyle benim, bizim hikayemiz.





13.10.2011

Müsadenizle Ben Bir Yavrulayıp Geleyim

Evet sevgili okur bugün oğlum bir anda fikrini değiştirip kendi kendine gelmezse yarın sabah 6:00 itibariyle planlı normal doğum sürecine gireceğiz. Ve bir hamile macerası daha burada sona eriyor. Ama annelik serüveni başlıyor yani benden kurtuluş yok yazacağım onu da yazacağım hiç merak etme öyle uzun süre sessiz kalmaya niyetim yok ;)

İçim, zihnim,ruhum karmakarışık duygularla dolu. Bildiğim tek şey hala şuursuz olup masal tadında yaşayacağımıza olan inancım. Yarınla ilgili bildiğim tek şey çok stresli çok heyecanlı ve çok sulu gözlü olacağım. Yanımdakilere acıyorum biliyor musun :) Hele doktorum 9 aydan sonra içimdeki cadıyla tanışacaktır sanırım. Sevgilim, kocam yarın beni boşamazsa sanırım bir daha da boşamaz. Çünkü ben stres altında acaip bir kadına dönüşürüm anlatmakla olmaz görmen lazım ki sakın görme.

Oğlum Aren Mir'i öylesi özledim ki koynuma düşeceği anı kafamda kaç kere tasavvur ettiğimi anlatamam sana.

Senden tek dileğim var sevgili okur bana dua et bir avazda doğurayım oğlumu. Sağlıkla alayım kucağıma.

Geçen gün de demiştim eğer bana dua etmezsen olumlu enerjini göndermezsen çektiğim sancınınaynısı çek derim hem lohusanın duası kabul olur bilirsin :) Eğer dua edersen, olumlu enerjini gönderirsin de Allah ne muradın varsa versin diye dua ederim her emzirme seansında.

Hadi bakalım bana müsade yavrulayıp geleceğim.

10.10.2011

Söz Veriyorum



İnsan hayatın akışında bazı şeyleri unutabiliyor oysa ki bazı durumlar var ki kendine daima hatırlatmalı. Hatırlamanın kendine hatırlatmanın mucizesine güzelliğine daima inanırım. Örneğin ikili ilişkilerde, aşık olursun çok seversin evlenirsin ve rutin giden bir hayat başlar. Kavgalar olur anlaşmazlıklar olur karşındaki insanın değiştiğini düşünürsün ki değişim güzel birşeydir iyi olmayan bir değişimse bile bu bile bir umuttur sonuçta iyi yönde de değişim olabileceğinin işaretidir çünkü önemli olan değişebilmektir. Böyle anlarda durup düşünmek gerekir kendine hatırlatması gerekir insanın ben bu adamın, kadının nesini çok severdim en güzel anları kafasında yeninden yaşatmalı. Olmuyorsa gidip eski güzel günlerin resimlerine bakmalı. Hani evlerde o evlilik resimleri koyulur mutlu aile resimleri aslında boşa değildir, o süs diye değildir insan baktıça o günü hatırlar çünkü zihni hatırlatır o resmi ve bilinçaltnın zamanı yoktur çok dalıp gidersen o resme o günü tekrardan yaşar beynin ve o gün hangi hormonu salgılasıysan ki muhtemelen mutluluk hormonudur yine salgılamaya başlarsın.

Ben bunu hayatımda uyguluyorum ve hep işe yarıyor.

Gelelim kendime şu son gebelik haftamda neyin sözünü veriyorum. Bebek nasıl bir mutlulukla ve heyecanla bekleniyor öyle değil mi? İçinde kırıntı tanesiyken daha mutluluktan uçuyorsun hayaller kuruyorsun koklayacağın günü sık sık düşünüyorsun ve daha bir sürü güzel duygu. Ama en önemlisi isteyerek hamile kaldıysan çok ama çok istiyorsun bebeğinin kollarına düşeceği günü. Ve hep mutlu olacağına inanıyorsun bebeği zihninde mutlulukla bağdaştırıyorsun. Benim için aynen böyle en azından.

Sonra bebek doğuyor. Zorluklar başlıyor. Tıpkı diğer ilişkilerde olduğu gibi. Bebeğinle ilişkin başlıyor ve zorluklar yaşanmaya. Uykusuzluk, emzirme problemleri tahammül sınırı zorlama halleri ve daha bir sürü şey.

İşte şimdiden kendime söz veriyorum ben de bebeğimle ilişkimiz dışarıda da başladığında en zor anlarımda onu nasıl istediğimi nasıl özlediğimi ve içimdeyken ona kavuşmanın özlemini kendime daima hatırlatacağım. Ve eminim kendime bu duyguları hatırlattıkça tüm zorluklar kolaylaşacak.

Bu arada sevgili okur benim için dua edersen güzel enerjini gönderirsen çok sevinirim bak göndermezsen dua etmezsen doğum sancılarımın aynısı çek derim görürsün :)

9.10.2011

Karar Vermek

En yanlış karar bile karar verememekten iyidir öyle değil mi? Insan kendi adına karar veriyorsa bence öyle. Ben şimdi oğlum için bir karar verme aşamasındayım ve kendimi inanılmaz huzursuz hissediyorum. Onun adına karar verecek olmak beni rahatsız ediyor ama sanırım anne&baba olmak böyle birşey öyle değil mi? Sorumluluğu dibine kadar hissetmek.

Oğlumun kendi kendine gelmeye niyeti yok gibi duruyormuş. Gebelik şekerim olduğu için de doktorum 40. haftayı geçirmemek istiyor ve suni sancı ile planlı normal doğumu öneriyor bana. Zaten yüreğimde kalbimde hep normal doğum oldu sezeryanı hiçbir zaman düşünmedim ta ki bebek risk altında olana kadar.

Her ne kadar normal doğum bile olacak olsa bu bebeğimin kendi kararı olmayacak dışarıdan bir müdahale olacak ve ben bu yüzden feci rahatsızım. Kendi haline bıraksam 2 hafta daha beklesem 42. haftayı kendi gelir mi nasıl gelir o süre içersinde gebelik şekerimden gerçekten etkilenir mi onu da bilemiyorum. İşte böyle oturmuş kukumav kuşları gibi düşünüp duruyorum. İç sesimi dinleyeyim diyorum lakin içeride bir orkestra var ve sesleri ayırt edemiyorum.

Doktoruma teslim olayım diyorum ona da gönlüm elvermiyor çünkü teslim olmam gerekenin oğlum olduğunu düşünüyorum bu noktada.

Bir de dün şunu düşündüm. Hayatım boyunca planlı programlı bir insan olmayı sevdim. Planların dışına çıkıldığında çok huysuz bir insan oldum hemen asabileştim. İş hayatında bu yönümü törpülemeye çalıştım ama o zaman bile planın dışında neler olabileceğini en ince ayrıntısına kadar düşündüm ve bir şekilde aklımda B C D planları yaptım. Keza BCD olmayıp E ile karşılaştığımda iş hayatımda da sakinliğimi çok koruyamadım. Hep en övülen tarafım planlı olmam öngürülerimin kuvetli olması oldu.

Acaba diyorum bu planlı olma takıntım bilinçaltımda hep olduğu için planlı doğuma kendi kendimi mi sürükledim ben. Çünkü evden hazırlıklı çıkacağım hastaneye gideceğim kendi adıma herşeyi planlayacağım sancının verileceği saat belli vb. ama her konuda planı seven ben aslında şuan bu planlı halden rahatsızım. Halbuki bu bir ameliyat olsaydı ya da başka birşey şuan inanılmaz huzurlu olurdum.

Bu konunun bir BCD planı da yok. Hiç birşey düşünemiyorum oğlum bundan nasıl etkilenir onu da bilemiyorum. Hala kendi gelsin diye dua ediyorum.

Bu bir başlangıç öyle değil mi? Hayatta daha evladım için ne çok şeye karar vermek zorunda kalacağım, kalacağız. Ve hep yaşayıp göreceğiz verdiğimiz kararlar doğru mu değil mi diye. Bir gün gelecek o evlat büyüyüp yanlış karar vermişsiniz diyecek biz yapmadık mı yaptık. O gün içimiz ezilecek eminim. Açıklamalar yapmak isteyeceğiz ama o gün için en doğru karardı oğlum diyeceğiz. Sen de baba olunca anlarsın diyeceğiz.
Başak bir gün iyi ki böyle karar vermişsiniz diyecek o gün bizden mutlusu olmayacak belki de kibirle kendimize pay biçeceğiz.

Velhasıl anne&baba olmak nasıl bir sorumluluktur şu son günlerimde daha iyi anlıyorum. Bir yanın hep suçlu bir yanın hep mutlu.

Oğlum seni çok istedik sen de geldin içime düştün. Şimdi biz seni kucağımıza almayı hayatımıza katmayı istiyoruz nasıl ki içime düştün öylece kollarıma kendi isteğinle düş bana sadece seni güzelce doğurmak sana içeriyi aratmamak düşsün. Seni çok seviyor ve özlüyorum hergün.


4.10.2011

Hayatı Güzelleştiren Kadınlara...




Zaman zaman ben de burada yazmışımdır ve genel anlamda da kadının en büyük dşümanın yine kadın olduğunu düşünürüm.

Ama bazen öyle güzel insanlar oluyor ki güzel insan güzel kadın da oluveriyor zaten. Sanal alem bazen gerçek hayattan çok daha gerçekçi oluyor. Bazen yakınızdaki insandan gördüğünüzden göreceğinizden çok daha fazla yakınlık ilgi ve içtenlikle karşılaşabiliyorsunuz.

İşte sanal alem sayesinde benim de hayatıma böylesi girmiş kadınlar var. Kadın gücüne, birliğine, işbirliğine yeniden inandığım insanlar bunlar. Nasıl ki yeni doğan her bebek Allahın insanoğlundan vazgeçmediğinin göstergesi ise böyle kadınlar da dediğim gibi benim  kadına olan inancımı pekiştiriyor.

Örneğin bugün Beyhan Numan günümü güzelleştiren o harika enerjisini hayatıma yayan kadın. Beyhan Numan'ı sanal alemden biliyordum. Emzirme Danışmanlığı konusunda namı ve profesyonelliğini anne olan anne adayı olan herkes bilir sanırım. Kendisiyle yüzyüze tanıştığımda da oldukça etkilenmiştim enerjisinden, profesyonelliğinden, insanlığından ve kadınlığından. Hani bazı insanlar vardır nüvesi güzeldir, Beyhan Numan onlardan biri bana kalırsa. İşini severek yapması bunu hissettirmesi enerjisinin yüksekliği ve müthişliği insanı sarıyor resmen. Ondan danışmanlık alan kişilerin sütünün profesyonelliğin yanı sıra enerjisi sayesinde geliyordur eminim. Bir insandan yardım beklemeden size yardım teklif etmesi bilgisini tecrübesini paylaşmaya gönüllü olması paha biçilmez bir şey. Bugün Allaha bir kez daha şükrettim etrafımda böyle insanlari kadınlar olduğu için.

Başka bir örneği Elif Doğan nam-ı diğer Blogcu Anne.  Hiç beklemediğim anda kendisinden "nasılsın, nasıl gidiyor diye" bir mail aldım. Ve yine inanılmaz mutlu oldum. Tıpkı Beyhan N gibi o da gönüllü olarak benimle tecrübesini, bilgisini paylaşmaya hazırdı. Yine şükrettim Allaha, onun gibi bir insan, kadın hayatıma bir şekilde değdiği için.

Ve Zeynep, leileo Zeynep sipariş verdiğim günden bugüne güzel enerjisini yardıma hazır oluşunu hep yanımda hissettiğim güzel insan, güzel kadın.

Tüm bunların dışında  Görkem (rüzgarlı günler ve geceler), Mümine (Deli Anne) Asya (Bap Blog)  Tanya (leimio), Tuğba (defneyle yaşamak)   ve daha nicesinin iyi niyetini, güzel enerjisini o kadar çok hissediyorum ve günlerim güzelleşiyor ki iyi ki diyorum iyi ki böyle kadınlar var.

(Bu yazıyı bir çırpıda yazdım elbette atladıklarım vardır aman sakın kimse kırılmasın, hep diyorum hamilenin beyni küçülüyor hafızası balık hafızası oluyor. Aaa ama olmadı beni unutmuşsun desin hemen özürlerimi sunup kalbini kazanayım tekrardan )

Tüm bu kadınlara ve böyle olanlara bin teşekkür.

28.09.2011

Hormonlar mı İnsanlar mı?


Kalabalık ve birbirine çok bağlı bir ailem var. Aynı şekilde Güray'ın ailesi de öyle. Biliyorum ki kalabalık ailelerde çocuk büyütmek daha kolay ve belki de çocuk açısından en sağlıklısı. Ama öyle ince ayarları var ki bu işin öyle ince görev dağılımları var ki herşey bir anda bombokta olabilir. Bazı laflar vardır nerde çokluk orada bokluk gibi. Her kafadan bir ses çıkınca hiçbir şeyin çözüme ulaşmaması gibi.

Oğlumun içimden çıkıp içimizden biri olmasına çok az kaldı. Heyecanla ve merakla bekliyoruz. Son günlerimi bolca dinlenerek ve bir yandan da bolca nasıl olacağını düşünerek geçiriyorum. Son günlerdeki teorimin lohusalık depresyonu denilen şeyin hormonlardan daha çok ya çok yanlız kalmaktan ya da çok insanın başınızda olmasından kaynaklı da olabileceğine inanmaya başladım.

Biliyorum ki etraftaki insanlar iyi niyetli biliyorum ki aslında yardım etmeye çalışıyorlar. Ama işte özellikle belli bir yaşın üstü kendi bildiklerin en doğrusu olduğuna inanıyorlar. Deneyimlerine çok fazla inanıyorlar. Ben de büyüklerin deneyimlerine saygılıyım fakat yine de herkesin çocuğunu kendi bildiği gibi büyütmesi taraftarıyım.
Ve yeni doğum yapan bir anne yardım istemeden bebek bakımı konusunda yardıma kalkışmanın öneri de bulunmanın doğru olmayacağına inanıyorum.

Bir lohusaya yeni anne olmuş bir kadına en büyük yardımın ev işlerinde ve ev düzeninde olacağına inanıyorum. Etraftaki insanlar anne bebeğine konsantre olsun diye tüm işleri üstlenmeli anne de çamaşırı temizliği gelen misafire hizmeti düşünmemeli. Sanırım sadece bebeğine konsantre olan anne depresyon olayına derinlemesine girmez. Elbette yardım isterse bakım konusunda da el uzatılmalı ama isterse.

Harvey Karp'ın Mahallenin En Mutlu Bebeği kitabını okuyorum.  Tamam ben de biliyorum ve inanıyorum. Öyle kitaptakileri uygulamak kadar kolay olsaydı bebek büyütmek okuduğunu her anlayan annenin hiçbir zorluk çekmeden çocuk büyütebilmesi gerekirdi. Her bebeğin kendine özgü bir bir bakıma ihtiyacı olduğuna da inaıyorum. Ve bu işin kesinlikle iş üzerindeyken öğrenildiğine bebeğin sinyallerini anlayamaya odaklanılması gerektiğine de inanıyorum. Kitapta yazanlar bana mantıklı geldi. Kaldı ki bu adama inanıyorum da. Araştırmacı her insana daha çok saygı duyduğum gibi. Araştırmalarını kanıtlayabilen ve anlaşılabilir dille yazanlara inandığım gibi.

5 temel prensipten bahsediyor Harvey K ve bu kitabı okumadan önce de inandığım bebeklerin doğduktan sonraki ilk 3 ay sürecinde anne rahmindeki hayatı aradığını ve istediğinden bahsediyor. Bebeklerin ilk 3 ay boyunca şımarmalarının mümkün olmadığından, 9 ay boyunca 24 saat annenin içinde olan ve istediği herşeyi yiyecek uyku rahatlık titreşim gibi şeyleri aramasının ve talep etmesinin ne denli doğal olduğundan bahsediyor. Ve anne rahmindeki ortam sağlandığında bebeklerin kesinlikle huzurlu ve rahat olduğundan. Disiplin denilen şeyin ilk günden değil 4. aydan itibaren oturtulabilecek bir şey olduğundan bahsediyor. Antrepologların yapmış olduğu kabileler üzerindeki araştırmalardan da bahsediyor ve bazı kabilelerde bebeklerin neredeyse ağlamadığını ağlamalarını dakika da geçtiğinden bahsediyor bunun sebebi annelerin bilinçli bir biçimde olmasa da rahimdeki ortamı sağlıyor olmuş olmalarını söylüyor.
Kitap da en beğendiğim üzerinde durulan noktalardan biri de bu 5 prensibin ancak ve ancak doğru uygulandığında pratiğe döküldüğünde işe yarayacağını söylüyor. İşte ben de buna inanıyorum. Prensipler teoriler pratikte doğru yapılmazsa hiçbir işe yaramaz. Tıpkı olumlama Secret olayında olduğu üzere. Birşeyi istemek yetmiyor. İstemeyi bilmek çok önemli. Allahtan birşeyi istemeyi bilirsek kesinlikle olur buna inanıyorum. İstediğimiz şeyler olmuyorsa Allaha neden diye sormak yerine acaba nasıl doğru bir şekilde istemeliyim mi düşünmeliyiz. Neyse konuyu dağıtmayayım.  Harvey'in prensiplerini de pratikte uygulamanın kolay olmayacağını düşünüyorum ama Harvey neyseki bu pratiğin kazanılabileceğini söylüyor ki buna da inanıyorum.

Gelelim kısaca bu 5 prensip'e. Mesela prensiplerden bir kundaklama. Bir de bu kuralların zincirleme olması gerekiyor yani sadece kundaklamayı yapıp diğer 4 madde gerçekleşmezse olmaz diyor ki ben de zincirlemeye inanınırım.

Veee bu sabah 85 yaşındaki büyük teyzem ve annemle kahvaltıda sohbet ediyoruz; diyorum ki siz sıkı kundak yapmayı bilir misiniz? 85 yaşındaki teyzemin kesinlikle bildiğini düşünürken her ikisi birden ne kundağı saçmalama zararlı bir kere diyorlar. Teyzem 3 çocuğunu nasıl da kundaksız büyüttüğünden bahsediyor. Annem doktor edasıyla konuşuyor. Ve kundak yapmanın zararlarını kolunun açık kalmasının kas sistemine faydasından falan bahsediyor. Yazan adamın da iyi bir doktor olduğundan bahsediyorum dinlemiyorlar bile.

Sonra ben bebeğimin bana yapışık olmasını istiyorum 3 ay boyunca. Yahu yüküne hazırım bunun diyorum. Sakınaaaa kucağa alıştırma bak işe geri döneceksin nidaları yükseliyor. bebeğin ilk günden alışacağından bahsediyorlar. İlk günden nasıl başlarsa öyle gider nidaları.

Sabah sohbetimiz sohbeten çok fikirleri çürütmeye dönünce kendimi bir aşağı katta ki evime atmayı uygun buldum. Ve şimdiden bebekle yanlız kalacağım zamanları özledim. Keşke yeni anneye yardım etmek isteyen tüm iyi niyetli insanlar bir anneye en büyük yardımın bebeği ile başbaşa kalacağı zamanları kalite hale getirmek olduğunu anlasa ve ona göre davransa sanırım ortada depresyon falan kalmazdı. Yeni anne kendine çabucak gelirdi. Ama yine de ekliyorum kimi anne de bebek bakımında yardım ister. Ben o kategoriden olmayacağım çok belli.

İşte böyle sevgili okur sanırım lohusalığı tetikleyen hormonların ötesinde....

23.09.2011

Hayat Ağacı Vs Arkadaştan Öte




Dün kocam eve 4 filmle geldi. Evde birlikte yayılıp film seyretmeye bayılıyoruz sırf bu yüzden sinemaya gitmeyi bıraktık diyebilirim. Flört ederken sinemaya gitmek nasıl zevkliyse evliyken de sinemayı eve getirmek o kadar zevkli. 

4 filmin içinden ilk seçtiğimiz Film Tree of Life filmi oldu. Hayat Ağacı olarak çevrilmiş. Brad Pitt ve hayran olduğum Sean Penn oynuyor. Film hakkında da çok olumlu eleştiriler duymuştum. Ve şimdi ilk kez sadece 15 dk izlediğim film hakkında yazacağım :)

Bu filmi izleyen veya sonuna kadar izleyebilecek olan birileri varsa arasında lütfen bize hızlandırılmış bir özet geçsin. Kocam ve ben filmden hiçirşey anlamadık ve acaip sıkıldık. Hatta neredeyse bunalıma girdik noluyoruz diye. Bir ara bize yanlış film vermişler dünyanın oluşumunu anlatan big bang teori filmi olabilir bu falan dedik. Ben bir ara hımm bu insanın yaratılışını anlatıyor bak bu görüntüler anne karnında fetus olabilir dedim ee ben herşeyi hamilelik penceresinden görüyorum malum :)
Üşenmedim önden giden göbeğimle kalktım kapağın arkasını okudum kısaca şöyle yazıyordu: 1950'lerde geçen film, büyüdükçe masumiyetin kaybına tanık olan çocukların hikayesini anlatıyor. Bunu filmden anlayan varsa beri gelsin hadi ben hamileyim beynim küçüldü algılarım değişti ama kocamda bunu anlayamadı.

Sonra dedik ki deli miyiz biz neden kasıyoruz kendimizi hadi başka bir filme geçelim. Şöyle basit bir film olsun seyredelim, gülelim ve yatağa gülmenin etkisiyle bol bol güzel hormonlarımızı çalıştırmış olarak girelim. Filmlerin arasından Justin T'nin Benefit of Friends (Arkadaştan  Öte) filmini seçtik. Seyretmesi kolay bir filmdi ehh güldük ettik de dediğim şekilde yatağa girdik. Mışıl mışıl da uyumuşum.

Hayat Ağacı filmine geri dönersek dediğim gibi beğenen varsa vallahi ben anladım diyen varsa lütfen bize de anlatsın. Eminim beğenenler olmuştur. Her bir sahneye anlamar yükleyen işte bu görüntü hayatın amacını temsil ediyor bu da şunu temsil ediyor diyen çok vardır. Filmin seyirci için yapıldığını söylemek zor. 15 dk bunu nasıl anladığımı sorgulayabilirsiniz tabii. Ama ne demişler balık baştan kokar :) Nasıl ki bir kitabın ilk sayfaları sizi içine çekerse çeker çekmezse yok o kitaptan hayır gelmez filmde de aynı şey olduğunu düşünüyorum.

Geriye kaldı izlenecek 2 film doğuma kadar sinema gecelerine devam sonra hayatımızın asıl filmi başlıyor olacak. Dizi olarak yayınlayacağım o filmi. Seyredersiniz öyle değil mi ? Reytinglerimiz nasıl olacak bakalım ;)




22.09.2011

Hamilelikte Gereksiz Olan Şeyler




Aslında bu yazı gibi yazıları sevmemi hiç yazmışlığım da yoktur. Ama evde oturan bir gebe olarak bir şekilde vakit geçirmem gerekiyor değil mi :)


Aşağıda sıraladıklarım tamamen benim gereksiz bulduğum şeyler. Elbette gerekli bulan ve yararını da gören insanlar vardır. Henüz doğurmadım son 2 haftam ama 9 aylık gebe olarak herhalde hakkım vardır bunu yazmaya ;)


Hastanelerin Doğum Kurslarına GİTMEYİN.

Neden gereksiz bulduğumu ve gitmeyin deme sebebimi açıklayayım. ben sadece1 derse gittim Acıbadem Hastanesinin. Birincisi eğer internet kullanıcısıysanız ve gebeliğinizi bloglardan baby center ve benzer internet sitelerinden takip ediyorsanız son derece yavan gelecektir kurs size.

İlk ders beslenme üzerineydi. Gelin görün ki hazır meyva suları vardı ve peynirle yapılmış beyaz ekmekli sandaviçler ikram niyetine. Gebelik şekeri olan benim gibiler için hiç cazip bir ikram değildi dahası hazır meyve suları hamile değilken bile zararlı. Hastane diyetisyeni çok bilindik çok genel geçer şeyler anlattı. Ve bence inanılmaz büyük bir hata yaptı. Yenilmesi gereken şeylerin içinde ciğer vardı ki gebeler ciğer yememeli. Ben de hemen listenizde ciğer var aman bilmeyen vardır ciğer kesinlikle yenmemeli diye biliyorum dedi. Bu liste şimdi ne içerdiğini unuttum bilmem ne listesi dedi ciğerde de çok var ondan dedi. İyi de kardeşim sen yenilebilir şeyler listesi diye sundun o listeyi ciğeri koyman hata. Seni dnleyip gidip ciğer yiyen olsa nolucak?


Her Kitabı ALMAYIN

Valla ben çok kitap aldım ve okudum ama hangisi aklında derseniz inan ki hiçbiri. Elbette kitap alın ve okuyun. Ama anladığım gördüğüm ve inandığım bebek bakımı ve kuralları "on the job training" yani iş üstünde öğrenilen birşey. Ve bebeğinden bebeğine de değişiyor. Benim gib her kitabı okuma gördüğünüz her kitabı alma gafletinde bulunmayın.


Kendinizi Başka Hamilelerle KARŞILAŞTIRMAYIN

Benzer şeyler yaşansa da gerçekten her hamilelik kendine özgü. Kendi doktorumun onayladığı veya onaylamadığı çoğu şeyi hamile arkadaşlarımın doktoru ya onayladı ya onaylamadı. O yüzden kendi doktorunuza güvenin ama en önemlisi kendi iç sesinize güvenin. Dinleyin kendinizi ve bebeğinizi.


2 Kişilik BESLENMEYİN

Yok öyle birşey gerçekten yok. Sağlıklı beslenin bebek zaten annenin rezervlerini kullanıyor. Çok yemek hem size hem bebeğe zarar. Evet dönem dönem daha çok açlık hissediliyor ama o açlıkta sağlıklı bir biçimde bastırılabiliyor. Ben 7 kilo aldım sebebi biraz da gebelik şekeriydi.

Aşırı yenilen şeyler bebeğe kilo değil size kilo yapıyor emin olun buna.


Fazla Hamile Kıyafeti ALMAYIN

Hamile olduğunuzu öğrendiniz. Eminim ay ben ne giyeceğim şimdi sorusu da gündemdedir. Aman sakın hele ilk 4 ay birşey almanıza gerek yok belki hamile pantalonu o da yani çok fazla şişiyorsanız. Birincisi emin ol ilk 4 ay siz bile hamile olduğunuzu pek anlamayacaksınız öyle birden bire top gibi olmuyor karın. Mevcut kıyafetlerde giyilebiliyor. Ben 2 tane hamile kotu 1 tane işe giyilebilecek gibi pantalon ve evdeki eşyalarımla bitiriyorum hamileliğimi. Hiçir pahalı hamile dükkanından alışveriş yapmadım. Çok tatlı t-shirtler var LC waikikide 6-12 TL arası onlardan aldım sonrada giyerim diye ve fiyatı da uygun diye.



Hamileler İçin Üretilen Herşeyi ALMAYIN

Nasıl bir sektör. Herşeyi var dondan tut araba emniyet kemerine kadar. Emniyet kemerinden memnun olanın duydum ama ben gerek görmedim. Valla alınanlar bile kullanılmıyor ben söyliyeyim de.


Veee Gelelim Hamilelikte En Gereksiz Olan Şeylere:



ENDİŞE

Ve


KORKU



Dilerim tüm hamileler hamileliğin tadını çıkarır. Doyasıya yaşar bu süreci.












21.09.2011

Evlilik Dediğin



UYARI: ÇOK KİŞİSEL VE UZUN BİR YAZI SEVGİLİ OKUR. Okumazsan söz kızmayacağım :)




17 Eylül Cumartesi yani geçtiğimiz Cumartesi günü 1. evlilik yıldönümümüzdü. 12 aylık evli 9 aylık hamileydim. Zaten ilk evlilik yıldönümleri özelken oğlum sayesinde daha da özel oldu. 2 kişi çıktığımız yolun 1. yılında 3 kişiydik. Evlilikle ilgili çok hayalim vardı ama ilk yılımızda hamile olacağım yoktu açıkcası.


Yıldönümünden bir kaç gün önce Güray'ın hatırlamadığını düşünmeye başladım birazcık da bozuldum aslında. Hoş aynı adam defalarca doğumgünümü bile unutmuştu. Özel günlere özel anlamlar yükleyen bir kocam yok. Benim içinse tek özel gün doğumgünüdür aslında. İnsanın doğduğu gün kesinlikle hatırlanmalı ve kesinlikle kutlanmalı diye düşünürüm. Ama neyse ki nasıl olduğunu bilmiyorum ama Güray 1 gün öncesinden yarın naparız diye sordu evlilik yıldönümümüz ya dedi. Hatırlaması bile yetti bana. Birşey yapmaya gerek yoktu aslında. Zaten hamileydim ve yorgundum. Bana dondurma ısmarla dedim malum gebelik şekerim var dondurmayı ancak kocamın özel izni olduğunda yiyebiliyorum. Tamam dedi.


Sevgili kocam içime sinmiyor gel güzel bir yemek yiyelim dedi dondurmayı da ısmarlarım dedi. Süslendik püslendik güzel bir yemeğe gittik sonrasında dondurmamızı da yedik vakitlice evimize döndük. Sorduk birbirimize sanırım her çift sorar evlilik yıldönümünde ee sence nasıl geçti bu 1 yıl. Cevaplarımızı verdik. Sonra oğlumuzdan konuştuk. Sonrada genel hayattan.


Evlenmeden önce Güray ile evlenmek konusunda çok ama çok hevesliydim. Öylesi çok istiyordum ki onunla evlenmeyi ki bizim öylesi boktan bir ilişkimiz vardı (sürekli kavga zırt pırt ayrılık,kişilik çatışması) ki hiç kimse evleneceğimizi düşünmezdi dahası evlenirsek kesinlikle mutlu olmayacağımızı düşünürlerdi. Ailem etrafım ve Güray herkes karşıydı evliliğimize. Flört dönemimizde Güray defalarca ben evlenmeyi düşünmüyorum dedi bana. Hatta bir keresinde çok açık ve seçik seninle evlenmeyeceğim bunu bil dedi, biz beraber yapamayız dedi. Olmaz dedi.


Hiç vazgeçmedim ben. Tüm bu olumsuzluklara herşeyin ve herkesin bana karşı olduğu zamanlarda içimdeki ses nedense evleneceğimizi söylerdi bana. Nedense Güray'ın onca yanlış giden şeyin içersinde doğru adam olduğunu söylerdi. Ondan çocuğum olması gerektiğine inanırdım. Güray bunca kararlıyken evlenmemeye ve olmayacağına bunca inanırken dahası istemezken işte ben ona hayallerden bahsederdim. Evlenirsek ne denli mutlu olacağımızdan bambaşka bir evlilik tablosu çizerdim. Ve mutlaka çocuğumuz olması gerektiğinden bahsederdim. Güray beni hayalperest bulurdu. Çocuksun sen derdi. Evlilik hayal ettiğin gibi birşey değil derdi. Bunu diyen adam evlililk tecrübesi yaşamış biriydi hem de uzunca bir süre. Ama inanmazdım ben söylediklerine ve söylenenlere.


Hayır derdim bizimkisi bambaşka olur görürsün bak. Çocuk istemeyen adama çok iyi bir baba olacağını nedenleriyle anlatırdım. Tüm bu süreçte bana cesaret veren belki de cılız bir dalken kökleştirdiğim bir ağaç haline gelen bir cümlesi vardı Güray'ın bir gün çocuk yapacaksam senden yaparım hayatımda hiç çocuk yapmayı düşünmedim ta ki seni tanıyana kadar derdi. Ama arkasından da eklerdi; ben evlenmeyi seninle evlenmeyi düşünmüyorum. İstemiyorum da derdi.

(şimdi çok garip geliyor bunu söyleyen adamdan vazgeçmemiş olmak bunu söylerdi ama beni ne çok sevdiğini de hissettirirdi ben de derdi ben değilim ki evlilik o da geçer derdim. Herkes senin ki hayal geçmez evlenmek istemeyen adam evlenmez derdi. Dürüst oluşu da beni çok etkilemiş olabilir)


Sanırım 8 yıl boyunca hiç vazgeçmemem ve hep inanmam sonunda Güray'ı da inandırdı. Ve sanırım en çok inandığı nokta baba olması gerektiği çocuğumuz olması gerektiği oldu. Tüm bu enerjinin sonucunda evlenir evlenmez hamile kaldığımı düşünüyorum. Evlilik konusunda yanıldığım noktalar olduğunu söyleyebilirim ama çocuk konusunda hiç yanılmamışım. Hamile kaldığım günden beri kadınların bilinçaltında çocuk yapacakları adamı seçtikleri gerçeğine daha çok inanır oldum. Güray tahmin ettiğimden çok daha iyi bir baba şimdiden daha çocuğunu görmemişken. Benden daha hamile olduğunu da söyleyebilirim. İyi ki bu adamla evlenmişim demekten daha çok iyi ki bu adamın çocuğunu doğuruyorum dedim bu 1 yıl içinde.



Bazen düşünüyorum boşansak ne olur diye çocuktan sonra sanırım yine de iyi ki bu adamın çocuğunu doğurmuşum derim. Ve bazen düşünüyorum güraydan önce ölürsem nolur diye sanırım ölürken çocuğuma ne olur diye düşünmem Güray çocuğumuza en iyi şekilde bakacaktır, kendini adayacaktır ve annesizliği minimumda yaşayacaktır diye düşünüyorum (Evet ben paranoyak fikirlere sahip biriyimdir :))


Bir süre önce nerede okuduğumu hatırlamadığım bir cümle ciklemiştim (tweetlemiştim yani) Evlilk aynı soyadı altında flört etmektir diye. Hatta canım deli annem, Müminecim Tüten böyle yaşamak evliliği harika olmalı yazmıştı.


Evlilik her zaman böyle yaşanıyor mu? Hayır yaşanmıyor sevgili okur. Aynı soyad altında flört etmekle aynı soyad altında kardeş gibi olmak arasında çok ince bir sınır var gerçekten. Biz bu iki sınır arasında gidip gelen bir çiftsiz bana kalırsa


Evlilik gerçekten anlatılacak bir süreç değil, yaşanması gerken bir süreç. Ben kurduğum hayallere inandım. Hala da inanıyorum ve 1 yıl belki bunu söylemek için erken ama iyi bir evliliğimiz var, aynı soyad altında flört edebiliyoruz hala ama zaman zaman aynı soyad altında kardeş olduğumuz da oluyor tıpkı kardeşler gibi birbirimize tahammül edemediğimiz çok kavga ettiğimiz ama etin tırnaktan ayrılmayacağı durumlarımız oluyor. Evet biz feci kavga eden bir çiftsiz. Birbirinin en yumuşak karnını bilen ve nedense en ufak kavgada o karna yumruk geçirmekten çekinmeyen 2 insanız. Ama sonra gidip o karnı okşamasını da bilen iki insanız. Ve ben bu ilişkiyi kardeşliğe benzetiyorum. Zira sadece sevgili olan çiftlerde durum pek böyle yaşanmıyor gözlemlediğim. Sadece flört ederken biz de de böyle yaşanmazdı.


Güray bu süreçte sanırım çok hayal kırıklığına uğradı. Ona anlattığım tabloyu yaşayamadığını, yaşatmadığımı defalarca söyledi bana ve tabii o meşhur cümleyi de kurdu ben sana söylemiştim evlilik başka birşeydir diye dedi. Ben de hep aynı şeyi söyledim. Ben bu hayale inandım hala da inanıyorum ben söylediklerimin hepsini iyi niyet ve inancımla söyledim hala da öyle diyorum. Ve evet hala da öyle. Sadece şunu da ekliyorum evet evlilik farklı bir süreçmiş. Ne flörte benziyor ne beraber yaşamaya. Güray bunu her söylediğinde nerden bileyim daha önce hiç evlenmemiştim diyorum. Bu bana iyi bir hayat dersi oldu. Artık konu ne olursa olsun yaşamadığım bir konuda sadece hayallerim doğrultusunda sadece inancım doğrultusunda konuşmuyorum. Önce bir yaşayayım da diyorum. Ben böyle hayal ediyorum diyorum sadece. Tıpkı çocuk olayında olduğu gibi. Bebek büyütmekle de ilgili çok fazla hayalim ve görüşlerim vardı. Belki hepsi darmaduman olacak göreceğiz. Ama ben o konuda da hala doğuma 3 hafta kala hayallerime inanıyorum. Daha önce yazmıştım Şuursuz muyum Acaba Diye? Hehh işte hala o yazıdaki gibi düşünmekteyim.




Velhasıl evlilik dediğin evcilik oynamak gibidir çoğu zaman. Bir oyun kurarsın, rolleri belirlersin zaman zaman küstüm oynamıyorum dersin kim zaman yine de oynar mısın benimle dersin. Bu oyunun kurallarını her gün doğan güneş belirler yani hayatın ta kendisi. Yazılı çizili kuralı yoktur aslında. Rollerini belirlersin derken de Erkek ve Kadın olmaktan bahsediyorum.

Bir tek önemli nokta vardır: Bu oyunun içinde oyun olmaz! Oyuna oyun karıştırılmaz. Epik tiyatro gibidir biraz evlilik!






























14.09.2011

Iskender



Bayramda 2 türlü Iskender deneyimim oldu. Biri eşimin ailesinin yaşadığı Bursa'da o harika İskender kebabı yemek bir diğeri de Elif Şafak'ın İskender kitabını okumak. Hangisinin tadı damağında ve dimağında kaldı derseniz kesinlikle kebabınkini derim. Ama gönlüm her ikisinin de kalmasını isterdi.

Bir eleştiri yazısı yazmayı isterdim. Fakat Elif şafağın kendisinin de geçenlerde twitlediği üzere ve benim çok sevdiğim bir cümledir, Eugene Ionesco der ki: “Eleştirmenin vasatı, yazarın vasatından daha beterdir...” Kesinlikle böyledir. Bir de Eleştirmenlik okumuş biri olarak ciddi, kaydadeğer bir eleştiri yazısının kitap yazmak kadar zahmetli ve özen gerektirdiğini bilirim dolayısıyla benim ki eleştiri yazısından ziyade kendi görüşlerim olacak.

Öncelikle, bir yazarın herhangi  bir kitabı hakkında yorum bile yapmak için bence en azından o yazarın 2-3 kitabını okumak gerekiyor. Ben E.Ş'ın 1-2 kitabı hariç tüm kitaplarını okudum. Kendisini yazar olarak beğenmenin dışında insan olarak da oldukça beğeniyorum. Kadın olarak da hayata karşı duruşu, kadınlığını yaşayış biçimi dışardan gördüğüm takdirimi kazanıyor. Anne olarak da beğendiğim biri. Yazarlığına gelince, dili kullanış biçimini, hikaye örgüsünü, yarattığı karakterleri hep başarılı bulmuşumdur. Bugüne kadar almış olduğu ödülleri de yerinde buldum. Araştırmacı bir yazar olması bir karakteri yaratmadan önce belki de yıl kadar uzun bir süre araştırma yapıyor olması kendisine duyduğum yakınlığı ve beğeniği de hep arttırdı. Çünkü ben de araştırmacı bir ruha sahibimdir. Bir konu hakkında yazı yazmam gerekiyorsa yazıyı 10 dk yazarım ama araştırmam günlerce ve hatta aylarca sürebilir.

Son zamanlarda da Elif Şafak'ın çok fazla üzerine gildiğini düşünüyorum. Bir yazar misal Orhan Pamuk toplumdan uzak kalınca ukala, soğuk vb olarak nitelendiriliyor. Toplumun göz önünde olunca da ticaret yapmakla, "basit" olmakla suçlanıyor. Elif Şafak üstüste haftasonu gazetelerinde görününce hele bir de Ayşe Arman'a röportaj verince hiç olmadığı kadar isminden bahsedilir oldu, olumsuz anlamda.  Ticaret yapmakla suçlanmadığı mı kaldı kadının. Kitabını okumadan maruz kaldığı eleştiri yazılarından mı istersiniz ne isterseniz geldi başına. Bizim toplumumuzun ne istediği hiç belli değildir zaten.

Neyse çok uzun bir giriş yazısı oldu. Gelelim kitaba, beğenmedim. Ne kurgusunu, ne karakterlerini ne de kullandığı dili. Ben okurken Elif Şafak'ın bu kitaba konsantre olamadığını hissettim. Hep bir eksiklik hissiyle okudum. Hani bazen kitap okurken hiç bitmesin istersiniz ama bir yandan da sonunu merak eder bir an önce bitsin istersiniz yani ben öyle hissederim böyle piskopatça hisler olur ben de. Hem bitsin hem de hiç bitmesin durumları :) Bu kitapta ise ay bitse de başka kitaba geçsem bak şimdi bunu okumak yerine neler neler yapardım duygusunu geçirdim içimden. Bitirme hevesinden çok sıkıntısını yaşadım yani.  Bu kitabı yazmadan önce

Elif Şafağın çocuklarını ve annesini alıp İngiltere gittiğini duymuştum hatta bu konuda da çok üzerine gelip 2 kişiyi ilgilendiren evlilik mevzusu da çok tartışılmıştı. Nasıl olurda kocasını bırakıp çocuklarını da alıp İngiltereye giderdi bu kadın ki bu kadın her dem göçebe bir ruha sahip olduğunu söylerken. Ve kocasıyla ilşikisi kimseyi ilgilendirmezken üzerine çok yazılıp çizildi. Kitabın bir kısmı İngiltere geçiyor ama geçmesine bir anlam veremedim ben. Havada asılı kalmış sanki. Okurken şöyle düşündüm; yahu kitabın bir kısmını İngltere geçirmek için mi İngiltere'ye göç ettin bir süreliğine o havayı tatmak hissetmek için gereksiz olmuş be Elif dedim bol bol. Ama bir yandan da hikayenin sahibine saygı duymam gerektiğini düşünüp ee napalım dedim. Yine de yok anlamsız buldum. Senkronize bir şekilde Güneydoğu Anadolu da geçen kısmına da anlam veremedim. O ruh karakterinde oraya aitliği ben hiç yakalayamadım.

Sonra teknik olarak bakarsak kitabın bazı bölümleri ufacık 7 pt falandı herhalde ve el  yazısıyla basılmış olması korkunç bir teknik hataydı bana kalırsa. Okuması oldukça zordu. Bir ara atlasam mı diye bile düşündüm.

Sonunda okuyucu şaşırtma kısmı (açık açık yazamıyorum belki okumak isteyen olur) çok vasat geldi bana. Hani çok yeni yetme bir yazar, sinemacı bile bu kadar basit bir kurgu yaratmazdı. Şaşırdığım tek şey Elif Şafağın böyle bir şaşırtmaya gitmesiydi.

Okurken zihnimde kitaptan daha çok yahu bu kadına nolmuş 2 çocukla hayat çok mu zor olmaya başlamış ona. çok bunalmış olmalı hakkında çıkanlara, acaba düşüş döneminde mi gibi cümleler dönüp durdu. Görev misali okudum kitabı. Bitirmeme 80 sayfa, 50 sayfa ve nihayet 10 sayfa kaldı şeklinde düşünüp durdum.

Kitabı her elime aldığımda başlığı gördükçe canım İskender kebab çekti :) Hadi Tüten biter yahu biter diye kendimi motive ettim. Elif Ş adına üzüldüm. Yok olmamış dedim vb vb vb.

(Bu arada bu yazıyı 4 gündür yazıyorum ve nihayet bitirebildim. İşteki son haftam hamileliğimde son 3 haftası halim pek bir duman yani sevgili okur)

8.09.2011

Şimdiden Özlemek





Ben şimdiden hamileliğimi özlüyorum. Oğlum içerisi pek rahatmış daha durayım, veya aman çok sıkıldım buradan bakayım dışarısı nasılmış demezde 4-5 hafta sonra içimdeki içimizden biri olacak.

Düşünüce bile tuhaf geliyor bana, tuhaf gelen şu: hamileliğimin ilk 5 ayı çok zor geçti. Şöyle; evlendik 1. ayda hamile kaldım 4 hafta sonra düşük yaptım doğal olarak travmatik bir dönemdi. Ardından (maşallah nazar değmesin) 1 ay sonra tekrardan hamile kaldım. Sevinelim mi üzülelim mi bilemedik. Düşükten sonra bu kadar erken hamile kalmak beklediğimiz birşey değildi ve bunun sakıncalı olabileceğini düşük tehtitinin yine olabileceği söylendi. Bu tedirginliğin yanı sıra korkunç mide bulantım, halsizliğim vardı. Her saat başı o adını bile anmak istemediğim şeyi yapıyordum. Gece uyuyabildiğim nadir saatlerde  korkunç bir mide bulantısı ile uyanıp yeşil yeşil çıkarıyordum. Ne gücüm ne takatim vardı ki çalışıyordum bir yandan hem de işlerin en yoğun olduğu dönemdi. 2. ay falandı sanırım kan testinde kızamıkçık virüsune rastlandı korkunç bir süreçti bebeği alırız dedi doktor direkt. Testin gelişmişi tekrarlandı risk yok denildi. Üzerinden kısa bir süre geçti geçmedi birgün şirkette korkunç bir kanamam oldu işten nasıl çıktığımı hatırlamıyorum ki yağmurlu bir gündü taksiye bineceğim sırada yere karnımın üzerine düştüm. Doktor bebekte tehlike yok ama dinlenmen gerek dedi. Raporlu bir şekilde evde yattım. Tedirginlik had safadaydı. O bitti. Triodim bebek için yetersiz çıktı, ilaç kullanmaya başladım. 5. aya girmek üzereydik ki bulantılarım aynen devam ediyordu ailede diyabet var diye doktor şeker yüklemesini erken yaptırdı. Ve bilin bakalım, evet gebelik şekeri çıktı ben de. Ben tüm bu süreçte kendimi hamile gibi değil hasta gibi hissediyordum ki gibisi fazla olur hastaydım gerçekten. Depresiftim tam anlamıyla mutlu hissedemiyordum kendimi.

Yani kısacası bir oh diyemedim ben hamileliğim boyunca. Aşerdiklerim, canımın çektikleri hep boğazıma dizildi. Hep bir tedirginlik hep bir yürek çarpıntısı yaşadık. 6. ayda bu düzene alıştığım sırada iş yerimde büyük değişilikler oldu stresimin inanılmaz arttı. Annem tüm bu süreçte "Ah yavrum en güzel günlerin nasıl geçiyor tühh tühh vahh vahh " deyip durdu. Kocam tüm bu süreci benimle aynı şekilde yaşadı. Kocamın ne kadar evhamlı ne kadar endişeli ama ne kadar da bana ve çocuğuna düşkün biri olduğunu keşfettim bu süreçte.

Tüm bunlara rağmen hamileliğimi sevdiğimi keşfettim ben. Bebeğimi içimde her geçen gün daha farklı, daha çok hissettikçe duygularım da değişti. 9 ay insan ömründe gerçekten uzun bir süre. İçinizde bir canlıyla öylesi çok şey yaşıyorsunuz ki bunu gerçekten yaşayan bilir. Bu yüzden her ne kadar kadın kadının düşmanı da olsa anne olunca ee serde insanlıkta varsa birbirini farklı bir boyutta anlayabiliyor.

Ve geçen gün Görkem'in (rüzgarlıgünlervegeceler.wordpress.com) bir yazıma bıraktığı yorumda: "... Kuzunun kalbinin seninkiyle birlikte attığı, sadece ve sadece sana ait olduğu şu son zamanların keyfini çıkar yeter. " cümlesi beni düşündürmeye itti. Durdum ve sahi ya dedim kuzumun kalbi benimle birlikte atıyor ve sadece bize ait şu son zamanlar. Şimdi bile yazarken gözyaşlarıma engel olamıyorum. Bunu Görkem yazana kadar farketmemiştim. Bebeğim benim birtanecik kuzuğumun kalbi benimle atıyor yakında içimden çıkacak her ne kadar daima içimde olacaksa da ve sadece bize ait böyle bir zaman olmayacak. Bir çocuk bir kere doğuyor. Bir daha aynı çocuğu içinde taşımıyor insan.

Bilemiyorum işte Görkem bunu yazdıktan ben de bunu farkettikten sonra kuzucuğuma duyduğum bağlılık başka bir boyut kazandı. Ve kahretsin ki şu son 2 iş haftam kabus gibi yorucu ve sıkıcı geçiyor. Kuzucuğuma sadece dokunuyorum, seslenemiyorum bile.

İsteyen herkese kalbinin birlikte atttığı bir kuzu dilerim.