29.08.2013

Anaokulu Şart mı?


Kendim sordum, kendim cevap veriyorum; anne evdeyse kesinlikle şart! Yok, anne çalışan anne ise gerekli olabilir ama çok şart gibi gelmiyor bana; yani duruma göre değişir. 

Anne evdeyse niye şart; çünkü annenin de bir canı var, sabahtan akşama; evi mi düşünsün, kocayı mı düşünsün, çocuğumu düşünsün, hani, kendini pek düşünecek vakit zaman yok da, işte kendini mi düşünsün. Düşün düşün işin içinden çıkamayacağı için ve her birine yarım yamalak el atacağı için en iyisi çocuk 2 yaşına gelince bir anaokuluna gitsin de, anne de en azından bir işin ucundan tam tutabilsin; rahat bir tuvalete girip çişini yapsın, duşta uzun kalmak ne demek, telefonda konuşmak ne demek, Tv seyretmek ne demek ve en önemlisi bir alışveriş merkezinde avare avare dolaşmak ne demek tekrardan hatırlayabilsin. 

Aynı zamanda çocukta bir rahat etsin; dur evladım of evladım, olmaz evladım diyen bir anne başında olmayacak. Sürekli aynı kadını ve insanları görmekten de kurtulmuş olacak; yeni şeyler öğreneceki yeni insanlar tanıyacak ve daha bir sürü olumlu şey. 

Neyse sevgili okur; gelelim çalışan annenin durumuna. Anneanne&babaanne değil de çocuğun iyi bir bakıcısı var ise anne zaten anaokuluna harcayacağı parayı bakıcıya veriyordur, üzerine bir de iyi bir anaokuluna gönderirse, neden hergün makarna yiyorsunuz, bu evde sadece patates mi haşlanıyor diye sormayın lütfen!  Ee diyelimki çocuk geldi 2 yaşına bakıcıyla yolları ayırıp anaokulu ile hayatlarını birleştirmeye karar verdiler; o zaman şunları iyi düşünmek gerekiyor:

*Bu çocuğu her gün okula kim bırakacak? Servis olmayabilir; servisi kaçırabilir. Anne baba işe yetişmek durumundadır, baba iş seyahatinde olabilir, anne de olabilir. 

*Okulun açılış saatiyle sizin işte olmanız gereken saat aynıdır veya okul geç açılıyordur? ee napıcak çalışan anne&baba?

* Drınn drınnn Tüten hanım Aren'in biraz ateşi var, kustu da gelseniz iyi olabilir. Peki tamam. Oysa Tüten'in işi okula 2 saat uzaklıktadır üstelik daha geçen hafta Aren için işten 2 kez izin almıştır; bir daha izin alacak yüzü yoktur. Babayı arar; bana İstanbul dışında toplantıya gitmiştir. Anneanne de gidemez. Ehh ezilir büzülür tekrardan izin ister veya okulu arar ee şey siz calpol verin ben saat 5:30 oradayım der. Özetle çocuk hasta olursa, yardımcı da yoksa ki, paso hasta oluyor anaokuluna başlayan çocuk, kim gidip okuldan alacak çocuğu. 

* Çocuk bir sabah kalkar gitmeyeceğim diye tutturur; okul bu resmi tatil anlayışları farklı,  takvimler farklı, o gün kapatacakları tutar, erken kapatacakları tutar, mesela kar yarar; patrondan e-mail gelir, ana yollar açık lütfen şirkete gelin diye; ee anaokulundan telefon gelir; malesef okul bugün kapalı diye; o zaman nolucak. 


Velhasıl bu listeyi şu deneyimsiz halimle bile oldukça uzatabilirim; ama tadında bırakmaya karar verdim :) Çalışan annenin yardımcıdan vazgeçip anaokulu ile yollarını birleştirmesi evlilik kararından bile zor bence :) Hatta bir yandan boşanma kararı alıyorsunuz bakıcınızı bırakarak, diğer yandan daha boşanmanın acısını atlatmadan, yeni bir evliliğe imza atıyorsunuz. Zor dostum zor!


Tüm bunların dışında son zamanlarda kendime bu soruyu çok soruyorum; Anaokulu bir çocuk için şart mı dahası tek alternatif mi diye. Sosyalleşmek ise amaç; çocukların gerçekten tek sosyalleşebildikleri yer anaokulu mu? Amaç birşeyler öğrenmek ise, anaokulunda öğrenilen pek çok şeyi gerekli görmüyorum. Yaşıtlarıyla bir araya gelmek ise, başka ortamlarda da bir araya gelebiliyorlar. Düzen, disiplin ve benzleri ise, bunlara da çok inanmam. İlkokula daha kolay alışmak ise, sahi daha mı kolay alışıyorlar? Belki de anaokuluna gitmediği için okulu daha çok sevecek, daha çok heyecanlandıracak onu olamaz mı? 

Şuna da inanıyorum; çocuklar belli bir süreden sonra evde, dışarıda her yerde sıkılıveriyorlar; anneden babadan veya ona bakan kişiden bazı şeyleri öğrenmeyi de reddediyorlar; kaldı ki, ev okulu olayına da sıcak bakmıyorum, bir annenin veya bakan kişinin sürekli çocuğa haydi şu etkinlik bu etkinlik demesini ve birşeyler öğretme çabasını da doğru bulmuyorum. Anneanne&babaanne bakıyorsa en enerjiğinin en ilgilisinin bile enerjisi ilgisi yetmiyor; eee kızım sen ne bekliyorsun bir anaokulundan diyorsanız; vallahi ben başka çocuklarla biraraya gelsin ve oynasın istiyorum. Farklı oyuncaklar, oyunlar görsün kısacası eğlenceli vakit geçirsin, bu kadar basit bir şey bekler ve isterken ben; anaokullarını daha fazlasını daha fazlasını veriyoruz halleri benim için trajikomik. Tek ayak üstünde şiir okumasını öğretiyoruz, off bir yemek yemesini öğretiriz ki çocuğunuzu ingiliz kraliyet okulları kapışır:)




Aren'i 3 yaşından önce göndermeyi zaten düşünmüyorum; yardımcımız anaokulu öğretmeni ve Aren'in etrafı kalabalık, kendi yaşıtlarıyla gün boyu vakit geçirebiliyor; kafama göre bir anaokulu evimin civarında yok,  içimin sindiği anaokulları evime ciddi uzaklıkta ve ciddi maliyette. Cumartesi günü Kindyroo götürüyorum ve bu sene h.içide oyun grubu ve benzlerini denemeyi düşünüyorum; sadece bu yöntemle olmaz mı, deneyimli anneleri dinlemeyi, fikirlerini almayı çok isterim. Özellikle çocuğunu anaokuluna göndermemiş olanların hikayesini çok merak ediyorum. 



Bu arada bir yandan da benim ne istediğim ve seçtiğim önemli mi diye de düşünüyorum. Arenin ne beklentisi var veya gitmeyi ister mi onu da bilemiyorum. Misal; apartmanımızın 2 yanındaki anaokuluna versem belki de çok mutlu olur ama bahçesi ufacık ben eledim; evime yakın başka meşhur anaokulları da var; ama yok yıl sonu gösterisi, yok bilmem nere ziyareti, haydi mevsimleri öğreniyoruz halleri, anneler gününde çocuğa annesi için hediye yaptırmaları, abuk subuk şiir ve şarkı öğretmeleri gibi şeyler beni fazlasıyla sıkacak ama kimbilir Aren belki de bunlardan zevk alacak.
İşte bazen de diyorum ki; benim bu doğru bulmadığım eğitim halleri çocuğumu gerçekten etkiler mi, gelişiminde izler bırakır mı? Kaldı ki bu okullara gönderen ailelerin çocuklarında hep mi bir eksiklik, yanlışlık var; hiç sanmıyorum. Belki de en doğrusu evimin 2 yan apartmanındaki anaokuluna göndermektir de, ben hala başlangıç noktasındayım; anaokulu şart mı arkadaş? 

















28.08.2013

Korkuyorum Anne



Yaşım 34 hala karanlıktan pek haz etmem; evde özellikle gece yanliz kalmayı sevmem, elektrik kesilirse ödüm patlar, bir canavarın veya hırsızın önüme çıkıp beni öldüreceğini düşünürüm; var olmayan sesler duyarım; ışık olmadan uyumaya üniversite 2'de birine söylediğim, evet ben de karanlıkta uyuyorum, yalanından sonra alıştım; madem yalan söyledim bari gerçeğe dönüşsün dedim ve kendimi telkin edip o yalanı söylediğim gün karanlıkta uyumaya başladım. Çocukluğumdan beri uyurken ellerimin, ayaklarımın açıkta kalmasından pek hazetmem, hep bir canavarın gelip yiyeceğinden korkarım. Yetişkin halimle bunların komik ve gerçek olmayan şeyler olduğunu biliyorum; telkin yoluyla kendimi rahatlatıyorum ve fakat korkum tamamen geçmiyor.


Hal böyleyken; 2 yaşında bile olmayan oğlumun korkuları olmasını doğal karşılıyorum. Uzmanlar korkunun öğrenilen birşey olduğunu söylüyorlar; oysa birden bire de ortaya çıktığı olabiliyor ki, biz de böyle oldu. Aren birdenbire uzun saçlı erkeklerden korkmaya hatta aşırı korkmaya başladı. Önce panikledik, anlam veremedik; sonra izledikçe, parçaları birleştirdikçe gördük ki uzun saçlı erkeklerden ciddi manada korkuyor. Dedektif misali çözmeye çalıştık; etrafında uzun saçlı kimler ve ne yaşanmış olabilir ki, hiçbir şey yaşanmadığından emin olduk, öyle bir korku geldi işte çocuğa. İlk kez bir IKEA ziyareti sırasında, Aren'e yol veren uzun saçlı gençte bu korku ile karşılaştık; Aren'e yol verirken hafifçe dokundu ve Aren deli gibi ağlamaya başladı; biz önce sakallı insanlardan korktuğunu sanıyorduk; sakal ile uzun saç birleşince olay daha da vahim hale geliyordu. 



Ne yaptık. Öncelikle sabırlı olduk; uzun saçlı birini gördüğünde her defasında daha o korkuyorum demeden, evet uzun saçlı insanları sevmiyorsun, bakmamayı tercih edebilirsin, kafanı çevir Aren dedim. Buradan gitmemizi istiyorsan söyle dedik; ve çoğu zaman da evet gidelim dedi ve gittik. Olayın üzerinden zaman geçince; Güray hep oğlum onlar uzun saçlı insanlar, tamam sen uzun saçlıları sevmiyorsun dedi. Zaman içersinde bu tutumumuz Aren'i çok mu çok rahatlattı ve minik adımlar atmaya başladı biz yine de her uzun saçlı gördüğünde; evet Aren sevmediğin tipte bir insan daha dedik o da evet dedi ama ağlama krizlerine girmedi; yine oradan uzaklaşınca Güray aynı söylemde bulundu ve kısa sürede Aren bu korkuyu atlattı. 



Aren ne zaman korkuyorum dese biz "korku" cümlesini kullanmadan evet sen o sesten hoşlanmıyorsun, haklı olabilirsin dedik. Hep aynı söyle mi söyledik. Ama hiç ağzımıza korku kelimesini almadık. 



Profesyonel ebeveyn değiliz bildiğin yurdum insanıyız :) Elbette arada sırada aman Aren bunda korkulacak ne var, korkma Aren gibi söylemlerimiz de oldu. Güray korkma Aren dediğinde, ulen böyle demiyorduk di mi dedi arkasından. Bu bilinçli ebeveyn olma halleri gerçekten çok zor. Ben de arada of Aren dediğim de hemen lafı çevirdim ki ne kadar ofluyorsam, Aren hoşuna gitmeyen bir şeyle karşılaştığında hemen off ya off der. Çocuğunda kendini görmek her zaman güzel olmuyor :)



Hala bilmediği bir ses duyduğunda korktum der; korktum kelimesini sıklıkla kullandığı bile oluyor. Ota boka korkabiliyor yani, ama biz hiç üzerinde durmuyoruz; söylemimiz klasik evet sen o sesten hoşlanmıyorsun, evet korktun canım bu kadar. Aren de üzerinde durmuyor, bazen takılmış plak gibi korktum, korktum ben diyor biz de hemen takılmış plak havasına geçiyoruz; evet sevmedin sen o sesi cümlesini tekrarlıyoruz ve hoop değiş tonton yaparak konuyu değiştiriyoruz. 



Korku her yaşta insanın bünyesine gelen bir durum. Yaşlara göre değişiyordur verilecek tepkiler, davranış biçimleri. Bu yazımızın konusu 2 yaş ve civarını kapsıyor; daha büyükler için hep birlikte Aren'in büyümesini bekleyeceğiz :) 



Her zaman olduğu üzere bir Baby Center çocuğu olan Aren'in bu durumu gelen   haftalık maillerde birebir anlatılıyor; detaylı bilgi almak isterseniz linki tıklayın diyor ve ben de hemen tıklıyorum. Baby Center dışında birkaç kaynaktan daha korkuyla ilgili okudum ama artık her konuyu her kaynaktan okuma dönemini sonlandırmış bulunuyorum, yaşasın sezgisel annelik :)



Bakalım Baby Center neler demiş. Aşağıdakiler Baby Center'daki makaleden benim derlediklerim,anladıklarım ve kendi görüşlerim. Her seferinde belirtiyorum yine belirteyim, ben çevirmen değilim :) İngilzcem iyidir; okuduğumu anlarım, sonra da onu yazıya dökerim, sadece bu kadar. 




2 Yaş ve Korkular



Çocukların korkuları olması gayet doğaldır. Herşey bir yana, korkular bize yeni şeyleri deneyimlemede yardımcı oldukları gibi bizi tehlikelerden de korurlar. Bazı 2 yaş çocukları spesifik şeylerden korkarlar: böcekler, köpekler, karanlık ve hatta süpürge makinasının sesi. Bazı çocuklar ise yeni insanlarla tanışmaktan, karşılaşmaktan korkarlar. (Bu bazı çocukların içinde Aren'de var misal :)) 2 yaş civarında ortaya çıkan bu korkuların bir çoğu çocuğun kendine ve etrafına güveni arttığında kendiliğinden kaybolacaktır. 



Buradaki kilit cümle, son cümle. Çocuğun kendine ve çevresine güveni arttığında. Demek ki neymiş, çocuklarımızın kendilerine ve etraflarına güvenmelerini sağlayacakmışız. Korkuları ortaya çıktığında; onlara güven vermemiz oldukça önemli. Sanıyorum biz bunu az çok başardık. 



Belki de çocuğunuzun korkusu ortaya çıktığında gözlemlemeniz gereken şey; etrafında neye güvenmediği veya kendine güven duymada neden zorlandığı. Malesef çocuklarla ilgili her konuda olduğu üzere yine suç bizdedir yani ebeveynlerdedir. Her taşın altından biz çıkıyoruz ya bu da öyledir. Dolayısıyla siz çocuğunuza değil kendinize bakın ilk önce. 




Çocuğunuzun Korkularını Hafifletmek İçin Neler Yapabilirsiniz



Korkularını onaylayın. Evet gerçek olmayan ve aslında aptalca korkular olabiliyor ama bu korkular çocuğunuz için oldukça gerçekçi ve ciddi. Mesela sifon sesinden korktuğunu söylediğinde gülmemeniz gerekiyor. Hepimizin bu tip aptalca korkular karşısında gülmüşlüğümüz vardır ki; bazen Aren korkarken öyle abuk bir hal alıyor ki bizim de güldüğümüz oluyor. Ama en fenası dalga geçmek ki malesef bunu belli bir yaşın üzerindekiler, evet evet doğru tahmin ettiniz, anneanne babaanne sokaktaki teyze tayfası çok fazla yapıyor. Sizinkiler yapmıyor mu ay ne güzel :)



Eğer siz bu korkusunu anladığınızı ifade ederseniz, o zaman çocuğunuzda korkmasının normal olduğunu ve önemli olanın bununla başa çıkmak olduğunu kavrayacaktır. Bizim örneğimizde böyle oldu; uzun saçlı insanlardan hoşlanmamasının doğal olduğunu ve istiyorsa o insana bakmamayı tercih edebileceğini ve çok istiyorsa oradan uzaklaşabileceğimizi söyledik. 



Korkuların yok sayılması ve en önemlisi bunda korkulacak bir şey yok söylemi çocukların korkusunu daha da tetikleyen davranış biçimleri. Örneğin; köpekten korkulacak hiçbir şey yok seni ısırmayacak demeniz çocuğunuzu rahatlatmak yerine daha da korkmasına sebeb oluyor; bunun yerine anlıyorum, köpek seni korkutuyor; gel beraber yanından yürüyerek geçelim; bunu da yapmak istemiyorsan köpek geçip gidene kadar seni kucağımda tutabilirim diyebilirsiniz. Burada köpek seni korkutuyorsa denilmiş ama biz korku cümlesini kullanmamaya özen gösterdik; hep sevmiyorsun, hoşlanmıyorsun dedik. 


Sevdiği nesneleri kullanın. Bizim hiç olmadığı için bilemiyorum tabii :) Ama biliyorum ki bazı çocukların çok sevdiği bir battaniye veya oyuncak olabiliyor işte her yere onu götürün diyorlar; bir de kendisini rahatlatan bu objelerden 4 yaş civarı vazgeçerlermiş; dolayısıyla çocuğunuz büyüdüğü halde ay battaniyesine bağımlı napacağım şimdi diye paniklemenize gerek yok, gayet doğalmış. Ayrıca bence bir insana bağımlı olmaktanda battaniyeye bağımlı olmak daha iyi :)

Özellikle yeni insanlar, anaokulu, doktor ziyaretlerinde mutlaka yanınızda bulundurun denilmiş. Nasıl unuttum; bizim uzunca süre doktor korkumuz oldu; çok şükür çok yeni onu da atlattık. Hepsi geçiyor be sevgili okur :)

Açıklayın, Açığa Çıkarın, Keşfedin. Bazen en basit açıklamalar en çok işe yarayanlardır. Banyoya girmekten korkan çocuğun belki de korkusu su gibi o delikten gideceğidir ama bunu dillendirmemiştir. Mesela böylesi bir durumda; su ve köpükler bu delikten kayıp gidiyor ama çocuklar ve oyuncaklar gitmez diyebilirsiniz. Ambulans gibi yüksek seslerden korktuğunda; ambulans bu sesi çıkarmak zorundaki herkes duysun ve yolu açsın gibi basit ama gerçek açıklamalar yapabilirsiniz. 

İlk cümle bana ait: Bazen en basit açıklamalar en çok işe yarayanladır :) Evet bu böyle; çocukla konuşurken basit konuşacaksın tek cümleyle işi bitireceksin. Uzun açıklamalar, mantık sıralamaları yok bunlar hiçbir çocuğa gelmiyor; arkadaşınla çay sohbeti yapmıyorsun ki en nihayetinde karşındaki daha bir kaç ay veya sene önce ingalayan,  sensiz adım atamayan bir varlıktı. 

Evde karanlıktan korkan bir çocuk için dışarıda karanlıkta yürüyüş yapmak ve bu işi oyuna çevirip, karanlıkta keşfedilecek şeylere bakmak bu korkusunun üstesinden gelmesine yarayabilir. Ben mesela gece karanlıkta parlayan yıldızlar vb aldım; şimdiye kadar karanlıkla ilgili ciddi bir sıkıntı yaşamadık; hadi gel karanlıkta parlayan yıldızlara ve hayvanlara bakalım dedim Aren'e; elbette o da bu işten çok hoşlandı. 

Saçını kestirmek istemeyen bir çocuk için de önce aynı berberin sizin saçınızı kesmesini rica edebilirsiniz; yani her durumda olduğu üzere önce görmesini, sizin de yaptığınızı ve birşey olmadığını ona göstermeniz iyi olabilir. Bazen ki biz de çoğu zaman Aren böyle şeylerle tatmin olmuyor. Aslında ebeveynlerden daha çok kendi yaşıtlarının aynı şeyi yaptığını görmeleri onları rahatlatıyor. Mesela ben ilk berber deneyimimize Aren'in yaşıtlarında bildiği biriyle gitmeyi düşünüyorum; çünkü eminim onu görünce ben ben ben diye tutturacak. Malum bir başka çocuk birşey yapıyorsa mutlaka o da yapmalı. 


Süpürge makinasından bir çocuğun korkması o kadar doğal ki. Düşünsenize yüksek sesli bir makina herşeyi içine çekiyor ya onu da çekerse!!! Aren bu konuda sapık :) Eline orasına burasına makinayı dayayıp çektirmeye bayılıyor; ama bence bundan korkmak çok doğal, aramızda kalsın ben çok korkarım da :)


Doktor, aşı korkusu. Bu tip korkularda olayı süslendirmek veya dramatize etmek; her ikisi de doğru değil. Ben başından beri bu konuda Aren'e gerçekçi oldum; bebekken bile söylemimi hep aynıydı; şimdi doktora gidiyoruz ve bugün aşı olacağız, canın acıyabilir ama bu geçici, canın acıdığı için de istediğin kadar ağlayabilirsin bu da gayet normal. Büraz büyüdüğünde; evet canın acıyabilir ama geçecek biliyorsun; oradan çıktıktan sonra gider dondurma yeriz bu da bize iyi gelir dedim, diyorum. 


Çocuğun korktuğu şeylerle arasında güvenli bir mesafe, ilişki yaratmakta önemli. Korktuğu şeylerin olduğu bir kitabı okumak mesela. Korkunun üzerine gidilmesini önerir bazıları ama ben ve bir çok uzman bunun doğru olmadığını söylüyor. (vay be kendimi uzmanlarla aynı kefeye de koydum ya :))Üzerine gitmek yerine o korkuyla ilişki kurmasını sağlamak bence daha önemli. 



Problemleri beraber çözün. Karanlıktan mı korkuyor, odasına gece ışığı alabilirsiniz. Canavarlardan mı korkuyor; canavarları etkisiz hale getiren sprey yapıp (bir fısfıs şişesine su koyup sıkmak gibi) sıkabilirsiniz; veya uyduruk bir cümleye işte bu canvarları etkisiz hale getiren cümle deyip birlikte söyleyebilirsiniz. Bu korkuların bir anda geçmeyeceğini bilin ve beklentinizi fazla yukarıda tutmayın 



Kendi korkularınızı PAYLAŞMAYIN. İşte ben bunu yaptım; ben de korkuyorum ben de sevmem o sesi dedim; iyi bok yedim :) Bunu yapınca çocuk anaa doğru yoldayım baksana koskoca annem bile korkuyor gibi bir duyguya kapılıyor; aslında bunu yaparken olayı normalleştirdiğimizi sanıyoruz, yani ben öyle sanıyordum; ama değil işte daha da çocuğu korkmak için cesaretlendiriyor. 


Çocuk biraz daha büyüdüğünde; örneğin, dişçiye gitmeyi sizin de çocukken sevmediğinizden ama sağlıklı dişler için gittiğinizden ve zamanla buna alıştığınızdan bahsedebilirsiniz. Böylece çocuğunuz da hee iyi ben de normal bir insanım der :) yok yok böylece bunun doğal olduğunu ve bu korkuyla başa çıkılabildiğini öğrenmiş olur. Hoş bu veletler büyüyüp aman annneee dişçiden korkacak ne var, sen de çok korkasın hee der. Böyle bunlar çıktıkları yeri unuturlar :)


Gelelim çok önemli bir noktaya; çocuğunuzun korkusu günlük yaşantısını sekteye uğratıyorsa; örneğin sudan korktuğu için yıkanmayı reddediyor ve şiddetle karşı çıkıyorsa, köpeklerden korktuğu için evden asla çıkmıyorsa; ve özellikle bu korkusu günden güne şiddetleniyorsa işte o zaman muhtemelen çocuğunuzun korkusu değil fobisi var demektir. Fobi; , bir şeye karşı duyulan korkunun, bireyin gündelik yaşamını olumsuz yönde etkilemesi halidir; aşırıdır, güçlüdür ve irrasyoneldir. Aynı zamanda fobi mitolojide dehşet tanrısıdır (bunu da yazamadan geçemedim :)


İşte böyle; çocuğunuzun korkusu mu var yoksa fobisi mi bunu iyi gözlemleyin derim; şayet sadece korkusu var ise fazla üzerinde durmayın; ebeveynlikte herşeyin anahtarı olduğu üzere sabır gösterin, onu anladığınızı doğru bir biçimde gösterin ve hissettirin ve sıradaki soruna kadar kafayı takmayın! 

Bir sonraki sorunda görüşmek üzere ;)


27.08.2013

Ne Çok İçinde Ol Ne de Çok Dışında Herşey Kararında


Öğrenmek bir armağandır; acı öğretmeniniz olsa dahi!

22 ayın sonunda, yaşadığımız olaydan da sonra şunu, hem kendime hem sizlere itiraf edebilirim ki; ben rahat görünmeye çalışan rahatsız bir anneyim! Aren doğduğundan beri daha korkak, daha panik ve daha evhamlı biriyim. 

En basit örneği; uçaktan hiç korkmayan hatta uçak yolculuklarını seven ben, artık uçak yolculuklarında ciddi panikler yaşayan biriyim. Mesela Güray; ciddi uçak korkusu varken artık daha sakin, daha rahat uçak yolculuklarında. Nasıl olsa ailem var yanımda diyor; ben de ailem var, ya birşey olursa diyorum. 

Etrafımda panik ve evhamlı çok insan var benim; en başta kocam, sonra kayınvaldem, babam ve nicesi; belki de bu yüzden rahat görünme rolü bana düştü. Onlar aman bir şey olacak dedikçe ben bir şey olmaz demeye başladım. Güray hala Arenin boğazına yemek kaçabileceğini düşünür mesela,ben ise o konuda rahatımdır, yok gerçekten rahatım; rahat gözükmeye çalışmıyorum bu konuda :)




Bir yere gittiğimizde ilk yaptığım şey, tehlike ve olası kaza tespiti oluyor. Oraya giderse, düşebilir ve şu olabilir; buraya çıkarsa kesinlikle kötü bir kaza olur. Aren'in sürekli peşinde dolaşan, asla yanlız bırakmayan bir çiftsiz biz. Vardıyali işçi misali, bir ben bir Güray dönüşümlü olarak Aren'e bakıyoruz. En başta annem olmak üzere, bu konuda işitmediğimiz laf kalmadı, örnek vermek gerekirse: 

*Çok üzerine düşüyorsunuz, biraz rahat bırakın çocuğu. 
*Burada ne olabilir çocuğa, en fazla düşer ve kalkar.
* 30'dan sonra anne&baba olmak böyle bir şey herhalde. 
*Çocuğu korkak yapacaksınız. 
*Size güveniyor ondan hiç yerinde oturmuyor, zaten peşinde koşacağınızı biliyor. 


Evet biz böyleyiz; ama Aren fazla hareketli ve gözü kara bir çocuk. Parka gittiğimizde hep kendinden büyük çocukların neler yaptığını gözlemliyor ve aynısı yapana kadar bırakmıyor; tutmak, yardım etmek istersen de ""bıyakkkk beni bıyakkk, ben yapicam" diye çığlık çığlığa bağırıyor. 


Ben sıklıkla Güray'a: Güray kötüğü çağırma bak, bu kadar kurarsan başımıza gelir, sürekli birşey olacak halindesin derim; ama biliyorum ki aslında bu kendime yaptığım bir uyarı; çünkü asıl sürekli kafasında felaket senaryoları dolaşan, Aren'in başına birşey gelmesinden korkan benim. Her gün yardımcımızla telefonda bir kaç kez konuşuruz; telefonumda her adını gördüğümde yüreğim hop eder ve kötü bir haber alacakmışım gibi gelir. Bu hiç normal bir hal değil, biliyorum. 


Son zamanlarda da bu haldeydim; sıklıkla bir şey olursa ne yapmam gerekir, ilkyardım konusunda yeterli miyim gibi şeyleri düşünüyordum; evdeki ilk müdahale kitabını karıştıyor, ilkyardım kurslarını araştırıyordum; biliyorsunuz değil mi, bir filmde silah gözüküyorsa mutlaka patlar. İşte o misal, benim tüm bu olayların içine fazlaca girmem, fazlaca düşünmem ve aklımın hep bir köşesinde bir şey olursa ne yaparım düşüncesi olması.....


Bir başka şey de; babam hep der ki: Başkasının üzüntüsüne, kederine haddinden fazla üzülmeyeceksin, ortak olabilirsin, onun için üzülebilir, derdini, tasasını paylaşabilirsin ama haddini aşmayacaksın. Hele hele ben katlanamazdım, ben yapamazdım demiyeceksin der. Son zamanlarda; Gezi olaylarıyla başlayan süreçte, ülkemizin ve dünyamızın aldığı halden çok etkilenmiştim. Özellikle de; ölen çocukları duydukça, gördükçe kahroluyordum. Uzunca bir süre kendi kabuğuma çekildim; yapamadım, elim twitterda bir şey yazmaya, instagram'a fotoğraf yüklemeye gitmedi; diyordum ki,  blog'a yazı bile yazdım, insan olmaktan utanıyorum son günlerde; gerçekten de zevk aldığım her an kendimi suçluyordum. Şimdi bakıyorum da bu çok yanlışmış aslında, ki babam hep evladım yapma böyle deyip durdu.

Sıklıkla evladını yitiren anneleri, aileleri düşünüp, insan dayanamaz herhalde; ben olsam yapamazdım, kafayı yer, yaşayamazdım diyordum. Ve son derece saf bir duyguyla, acaba nasıl hissediyorlar, nasıl bir duygu diyordum. Bunu ciddi anlamda merak ediyordum. Yine babam der ki; bazı halleri fazla merak etmeyeceksin, sonra o haller başına gelir. Duanı et, şükret ve takılma!.... 

Sanırım baba sözü dinlememin vakti geldi. Onca yıldır olumlu düşünme, kuantum, çekim yasası gibi şeylerle ilgilenirim; profesyonel olarak eğitim aldığım kişisel gelişim konuları oldu ama işte demek ki yeterince "olmamışım" 

Bu yazının başlığı kendime ders olsun: Ne çok içinde ol ne de çok dışında herşey kararında!



25.08.2013

Ölümün Kıyısından Dönmek

Herşey bu haftasonunda kalsın diye haftaya biraz daha bu tatsız olaydan kurtularak başlamak adına oturdum yazıyorum. Dün saat 17:00 itibariyle Güray'ında benim de ömrümüzün yarısından fazlası gitti. Aren ölümden döndü.

Evladını kaybetmeye yakın olmanın ne demek olduğunu anlatamam ve emin olun anlatsam bile böyle bir şey yaşamadıysanız anlamanız mümkün değil. Acil'e varana kadar kararımı vermiştim eğer Aren ölseydi, intihar edecektim. Nasıl korktuysak Güray'la, Aren bize anne baba iyiyim iyiyim ben geçti deyip durdu.

Olayın detaylarına girmek istemiyorum; yaşadığımız bir ev kazasıydı, Aren'in tam da şah damarının olduğu yere metal bir boru girdi. Ben o an yanında değildim, babası yanındaydı, evden nasıl çıktığımızı hatırlamıyorum bile; üzerimizde pijamalarımız vardı ve Aren yarı çıplaktı. O hastaneye ulaşacağımız 10 dk bizim için bir ömürdü.

Hastaneye vardığımızda Acil ekibi bizden daha da panik yaptı ve pansuman zamanı; Allahım evladımın çığlıklarını anne anne diye bağırışını, kurtar beni çağrışını ömrüm boyunca unutamam.

Biliyorum; başına irili ufaklı çok şey gelecektir; ve yine biliyorum ben her seferinde ömrümden ömür yitireceğimdir ama bu bambaşkaydı.

Dün evladımızı kaybetmemize ramak kalmıştı; Allah bir kez daha evladımızı bize bağışladı, ne kadar şükretsek az.

Elbette bu olaydan çıkardığım, çıkardığımız çok fazla ders var o da bir başka yazının konusu olsun.

Allah tüm evlatları korusun ve hiçbir ana&babayı evladının canıyla sınamasın....

23.08.2013

Ne Zaman Mutlu Oluruz?



Mutluluk; yaptığınız işin ve söylediklerinizin hem sizim hem de başkalarının yararına olduğu vakit başınıza gelen şeydir. İşte tam da bu nedenle yani yapılan bir çok işte söylenen bir çok sözde başkaların yararı düşünülmediği için, mutluluk tam olarak gelemiyor; nereye mi gelemiyor, insanlığın başına gelemiyor!


Mısır deyince aklına sadece patlamış mısır, Suriye deyince aklına sadece Türkiye'ye yakın bir yer, savaş deyince aklına sadece tarih dersleri, bebek&çocuk ölümleri deyince aklına sadece "Allah rahmet eylesin" cümlesi gelenlerle birlikte yaşamak çok zor çok!. 


Doğan Hızlan aklımdan, yüreğimden geçenleri bugün öylesi güzel özetlemiş ki; yazının tamamı için: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24574562.asp

KLAVYENİZİN başına geçiyorsunuz, okuduğunuz bir kitabı, dinlediğiniz bir müziği, izlediğiniz bir filmi ve düşündürdüklerini veya dünyadaki güzellikleri anlatma isteği derinlerden sizi sarıyor ama kıyımlar, akan kanlar birden bu duygularınızı vicdana dönüştürüyor.


Haftasonuna girerken, yaptıklarımızı, söylediklerimizi ve mutluluklarımızı bir daha gözden geçirelim; sadece kendimiz için mi yaşıyoruz yoksa tüm dünyayı, insanlığı da düşünüyor muyuz? Dualarınızın içinde tüm dünya çocukları, tüm insanlık olsun. Evet olsun kimseyi ayırmadan olsun! 

Vicdanınıza biraz yakından biraz da uzaktan bakın; sızısını dindirmek istiyorsanız vicdanınız, belki sadece elinizden dua etmek geliyordur, dua etmeye öncelik verip; sürekli dua edin. Hatırlayalım; herkes kendi kapısının önünü süpürse kocaman bir mahalle tertemiz olur. Herkesin yapabileceği birşeyler vardır; kiminin duası kiminin eylemi, kiminin de hükmü!


Daha mutlu bir dünya için adım attığımız bir haftasonu olsun!

22.08.2013

Bilimsel Olmayan Gerçekler


Bazı bilimsel gerçeklere saygı duymalı ama kendi gerçekliğimizi yaşamalıyız diye düşüyorum. 



Öpücük Tedavisi: Aslında bunun için tam anlamıyla bilimsel olmadığını söyleyemeyiz. Bakınız bir grup araştırmacı ki, eminim onlar da araştırmacılar arasında pek sevilmeyen, hımm onlar mı, ya onlar her dersten kalırdı zaten, diye bok atılanlardır; anne öpücüğünün iyileştirici gücüyle ilgili şöyle demişler: 

"Bir grup uzman araştırmacının yaptığı incelemeler doğrultusunda bebeğini öpen bir anne yavrusuna bağışıklık sistemini kuvvetlendiren bir dizi bakteri geçişi sağlıyor. Bu sayede bağışıklık sistemi güçleniyor vesoğuk algınlığı ve kulak iltihapları gibi hastaların iyileşme süreci hızlanıyor.Bebekleri kucaklamak da iyileşmeyi sağlıyor. Montreal'de bulunan Bliss Hastanesi erken doğan ünitesindeki doktorların araştırmaları doğrultusunda 61 bebek incelendi. Bilim adamları bebeklerin nabzını, kandaki oksijen seviyesini ve kan alımı esnasındaki yüz ifadelerini inceledi. Sonuçlara göre anne kucağındaki bebekler ağrıyı çok daha çabuk unutuyor ve daha hızlı iyileşme kaydediyor.Annesiyle birlikte incelemeye tabi tutulan bebekler daha çabuk iyileşirken, annesiz olanların daha fazla ağrı çektiği saptandı."
Aren doğduğundan beri ne zaman başına birşey gelse; gel öpelim de geçsin cümlesini kullandık. Büyüyüp bilinçlendiğinde, bir yerine birşey olduğunda dur öpelim hemen dedik ve abartılı bir biçimde öptük onu. Zamanla bu çok hoşuna gitti; hem öpülmek hem de öperken yaptığımız şaklabanlıklar ve abartılı hallerimiz. Şimdi düştüğünde, canı acıdığında hemen öpmemizi istiyor; anne düştüm öp, anne böcek ısırdı öp, babam sen de öp, biz öptükten sonra bir hoşuna gidiyor ki sormayın, arkasından da tamam geçti diyor. Ve aynı şeyi bize de yapıyor, birşey mi oldu, hemen gelip öpüyor ve tamam geçti dememizi bekliyor. 

İnsanın kendini daha iyi hissettiği kesin; evet büyüyecek ve öpücükle geçmeyecek fiziksel acıları olacak ama eminim öpülmek isteyecek çünkü bu onu rahatlatacak. Dolayısıyla öpücük tedavisi diye birşey var; özellikle ufak tefek yaralanmalarda ciddi işe yarıyor efendim, tavsiye ederiz. 


Kuzum, Balım, Arım, Peteğim: Çok yakın zamanda Ayşe Arman röportajlarından birinde okudum; bir profesor erkek çocuklarının kuzu diye değil Koç'um diye sevilmesi gerektiğini söylüyordu; erkek çocuk gücünü hissetmeliy(miş) Vallahi ben kuzum diye seviyorum, sevmeye de devam edeceğim. Ne yapmışlar yani kuzum diyerek büyütülen 10000 erkek üzerinde araştırma yapıp, bu erkeklerin 999 güçsüz olduğunu mu saptamışlar. Bir keresinde de iişte cüce, yer mantarı gibi sıfatlarla sevmenin çok yanlış olduğunu okumuştum; vallahi bazı şeyler sevimli söylenince hele de çocuğa çocuğun ondan yara alacağına hiç mi hiç inanmıyorum. Yer mantarı diye de sevdiğim çok oldu Areni. Kızları da prenses diye sevmeyin derler; kendilerini de prenses sanmasın diye ee oldu olacak kızlara Ece ismi de koyulmasın malum anlamı kraliçe demek :) hoş Ece'lerin çoğu kendini kraliçe sanar, orası ayrı :) Sansın yahu prenses sansın çocukken nolucak; büyüyünce prenses olmadığını bilecek, bununla başa çıkmasını öğretirsiniz olur biter, hiç değil se hayatının bir döneminde kendini sahiden prenses sanmış olur. 


Alkışlarla Yaşıyorum: Daha yeni bir psikoloğun tweetini gördüm; çocuğun doğal yapacağı şeylerde; tuvalet, yemek yeme, uyuma, alkışa ihtiyacı yoktur, gereksizdir falan gibi. Vallahi bal gibi de var çocuğun alkışa ihtiyacı. Yahu ortalama 2 sene altına sıçan bir çocuğun tuvaletini söyleyip yapmaması nasıl alkışlanmaz ki. Bizimki 19. ayda bıraktı vallahi biz de alkışlarla her daim kutlandı; şimdi arada mesela son dakika tuvalete yetişirse alkış bekler ve zevkle alkışlarız; kolay mı çiş tutmak, kendimden biliyorum hiç kolay değil. Bir çocuk oyunun en güzel anında anne kaka deyip o kakayı da gidip tuvalete yapıyorsa alkışlarım arkadaş onu ben!. 

Sonra yemek mevzusu; tabaktaki yemeği bitirmek veya bitirttirmek kolay mı? Hiç değil. Alkışı hakeder arkadaş. Bizim evde alkış konusunda da bilim'e el sallanıyor, her annenin kendi bilimi vardır ayrıca :) 

Bir de kendimden yola çıkarak şunu söylemek isterim; annem ve babam bizi bilimsel gerçeklerle büyüttüler :) Bu doğal şeyler bizim evde hiç övgü almadı. Okul zamanında da böyle oldu; sınıfını mı geçtin, ee doğal zaten işin bu, işe mi girdin ilk mulakattan, ee doğal zaten böyle olmalıydı, herşeye doğal yaklaşıldı ve alkışa tutulmadık; vallahi bu beni üzen birşey olmuştur. İsterdim alkışlanmak bu doğal sayılan konularda. Alkışları görelim :))))


Daha bir çok şey var; bilime, ilime, söylenene aykırı davrandığımız ve sakıncalı olduğunu düşünmediğimiz, görmediğimiz; şimdilik bir çırpıda aklıma gelenler bunlar. Sizin evinde kendi bilimsel gerçekleri var mı :)



21.08.2013

Meyvenin En Güzel Hallerinden Biri: Hipp Organik Meyve Püresi



Hipp güvendiğim ve saygı duyduğum  tek bebek gıda markasıdır. Anne sütüm olduğu için Aren'e mama kullanmak zorunda kalmadım; ama eğer sütüm olmasaydı veya yetersiz olsaydı doktor ne önerirse önersin deneyeceğim tek marka Hipp olurdu. 

Öncelikle, ticari ahlakları beni fazlasıyla etkiliyor. Adil Ticaret denilen bir kavram var; şöyle ki dünya üzerindeki tüm üreticiler meyve, sebze ve hatta kahve çekirdeklerini belli çifçilerden topluyorlar. Ve malesef o çok büyük bir sürü firma çifciye hakettiği parayı ödemiyor. HİPP Adil ticareti savunan bir firma yani küçük çaptaki çifçilerden makul fiyata alım yapıyor ve onların da geçim kaynaklarını güvence altına alıyor; aynı zamanda doğanın korunmasına da katkıda bulunuyor. Bence bu bir markaya saygı duymak ve onu desteklemek için oldukça yeterli ve önemli bir nokta. 

Organik ürün yelpazesi de oldukça geniş HİPP'in; bu da oldukça değerli bir nokta. Dünyanın her yerinde organik üretim ve organik üretici bulmak zor, destekleyen ve ticari kaygıları bir yana koyarak hareket eden çok az kuruluş var. Denetimi oldukça meşakatli ve masraflı. Örneğin Hipp ürünleri marketlerde yerini almadan önce 260 adet kalite denetiminden geçiyor; bu çok ciddi ve önemli bir detay.





Gelelim Fikirdenkler Deniyor kapsamında Aren'le birlikte denediğimiz Organik Meyve Püre'lerine. Bu ürünü daha önce Aren 17-18 aylıkken denemiştik; ilk gördüğüm anda hoşuma gitmişti, ve fakat o zaman denediğimizde Aren direkt paketi sıkıp, tüm meyveyi dışarı fışkırtıp bunun bir oyun olduğuna karar verdi, ben de bir daha almadım. 





Bu sefer tüpü Aren'in eline verir vermez ne yapması gerektiğini anladı ve ağzına sıkmaya başladı. Oldukça keyif aldığını söyleyebilirim hatta bunu benden daha çok fotoğrafları size söyleyecektir. 


Hem de 2 tane varmış :) İkisini de ben yiyeceğim anne, sana bırakmam


Çilekliyi bitirdik biraz da Armut,Elma ve Muzlu'nun tadına bakalım :)



Yedik bitti şimdi biraz da oyun zamanı; şişir indir şişir indir. Yaklaşık bir 15 dk bu oyunu oynadık. Biten tüpleri şişir indir ve hatta içine su doldur. Yani bittikten sonra Aren'e güzel bir oyun çıktı. 


Kendinin yemeyeceği şeyi çocuğa da yedirmeyeceksin felsefesine inanırım; belki de bu yüzdendir ki Aren'e hiçbir zaman bulamaç ve benzerlerini yedirmedim. Hipp'in tüm ürünlerine ben de bayılıyorum. Aren'e biraz da bana verir misin lütfen dediğimde, hatta yalvardığımda bana Elma&Armut&Muz olanını verdi; çünkü çilekli olan herşey onun favorisidir.  Tadı benim de onayımdan geçti. 


Ürünün en güçlü yanları; 

* Çocuğun kendinin yiyebileceği şekilde olması ki bu çocukların hem kendine olan güvenini arttırır hem de eğlenceli olacaktır dahası sizi yedirmek derdinden kurtarır. 

* Sokakta ve seyahatte oldukça iyi bir alternatif, çünkü oldukça pratik. 

* Organik olması gönül rahatlığı ile yedirmenize vesile. 

Ürünün geliştirilebilecek yanları ise; 

*Özellikle 1 yaşından sonra çocukların hoop bitirebileceği ürün yani gramajı daha fazla olabilir; alternatif gramajlarda ürünler geliştirilebilir. 

*Farklı tatlarda ürünler de geliştirilebilir. 

* Püre ek gıdaya geçen çocuklar için oldukça iyi; yine daha büyük çocuklar için pütürlü halleri de ürün gamına eklenebilir. 


Özetle; Hipp'in bu yeni sayılabilecek ürününü biz oldukça sevdik ve gönül rahatlığı ile tavsiye ederiz. Çocuklar için dalından sonra meyveyi yiyebilecekleri en güzel, en güvenilir hali HİPP organik meyve püresi diyebilirim. 

20.08.2013

Gözlem Kulesi II


Anne olduktan sonra gözlem yeteneğimin daha da arttı; çevremin, olanın bitenin daha çok farkına ve ayırdına varmaya başladım. Aslında oldukça yorucu oluyor çünkü motor hiç kapanmıyor hep çalışıyor, bu da bir süre sonra arıza sinyaline geçiş oluyor; neyse bu başka bir yazının konusu. Şimdi bir süredir gözlemlediklerim ve aklımda biriktirip, yazıya geçirdiklerim. Gözlem Kulesinin ilk yazısı burada: Gözlem Kulesi.


Anne olmak için ideal yaş 25-29.  Biyolojik yaşlanma diye bir şey var; eğer içinize Ajda Pekkan kaçmadıysa. Malesef 30'lu yaşlardan sonra hızla enerji kaybediyorsunuz irtifaya geçiyorsunuz bir anlamda. Bu fikre katılırsınız veya katılmazsınız; ama benim etrafımda gözlemlediğim tam da böyle oluşu. 

Özellikle 30'lu yaşlardan sonra doğuracaksanız, bebeğinizin sağlığı sıhhati kadar, kendinize de enerji dileyeceksiniz. Bir bebeğe, bir çocuğa bakmak için ciddi enerjiye ihtiyaç var. 20'li yaşlarımdayken uykusuzluk nedir hiç bilmedim; 48 saat uyumayıp, hem de uyumamama vesile olan şeyler insanı ciddi yoracak şeylerken, hiçbir şey olmamış gibi işe veya üniversiteye gittiğimi bilirim. 30'dan sonra uykusuz geçirdiğim bir gece beni bitiriyordu ki Aren'in uykusuzluğu sebebiyle ne çektiğimi bir ben bilirim bir de Allah. 

Bir de çocuk büyüdüğünde sen hala hayatını yaşabileyecek kadar genç olacaksın, hala enerjin, vaktin ve halin olacak. 


Bir annenin sabrı var ise herşeyi vardır; emin olun buna. Sabırlı annenin altından kalmayacağı durum yok. Sabrın sonu mutlaka selamet annelikte. Ve bir insan anne olmadan kendine sabırlı'yım dememeli, diyemez. Ben çok sabırlıyım diyene sizi bir de anne olunca görelim demek istiyorum. Anne olmaya karar verdiğinizde veya hamileyken dualarınızın en başında bu da yer alsın; dinle beni ciddiyim :)


Rahat bir anneysen herşey yolundadır. Herşeyin üzerinde durmayacaksın; gözün her dakika çocuğunun üzerinde olmayacak, ne fazla salacaksın kendini ve çocuğunu ne de sıkacaksın. Biraz herşey oluruna varır, öyle ya da böyle de büyür bu çocuk diyeceksin. Çocuğunu özellikle tanıdığın birine teslim ederken gözün arkada kalmayacak unutma bu çocuk senin yanındayken de düşüyor kalkıyor, başına olmadık işler gelebiliyor. 

Öyle uyudu uyumadı, yedi yemedi çok takmayacaksın. Genel tablosunda arıza yoksa bu da böyle deyip geçeceksin. Özellikle tatilde rahat annelerin ne kadar rahat tatil yaptıklarını gördüm. Yemek yemeyen çocuğa verdi miydi nutellalı ekmeği kahvaltısını yapmış sayıp gönül rahatlığı ile önüne bakıyordu; aslında en güzelini yapıyordu.





En büyük yardımcın ne annen, ne evdeki yardımcı ne de başkası olacak. Sana en çok yardımı dokunan kocan olacak; şayet sana yardımcı bir kocan var ise bil ki dünyadaki en büyük sanslarından birine sahipsin, kıymetini bil, tadını çıkar. 


19.08.2013

Sıradan Sandığım Mucizevi Şeyler



Kendimi bildim bileli dualarımın en başında sıradan bir hayat gelir; hayatımda her anlamda büyük, iddialı,gösterişli şeylerin değil; sıradan, küçük ama mutluluk verici şeylerin olması için dua etmişimdir. Misal; hiç bir konuda dikkat çekmeyi sevmem; mümkünse iddiasız olsun isterim. Böyle şeylerin insan için yük olduğuna inanırım çünkü, en azından bana yük olur orasını biliyorum. 

Mesela bir hastalığım olacaksa kalp, tansiyon gibi sıradan hastalıklarım olsun derim. 

Çocuğum için de hep benzer dualarım olmuştur; aman ne çok zeki olsun ne çok güzel ve benzeri. Eli ayağı tutsun, aklı fikri yerinde olsun yeter demişimdir. 

Aklınıza gelebilecek her konuda hep en sıradanı için dua etmiş ve arzulamışımdır. 

Oysa şimdi görüyorum ki benim sıradan dediğim ve basit sandığım şeyler fazlasıyla mucizevi şeylermiş. Fazlasıyla Allahın bir lütfuymuş. Bunun farkına vardığımdan beri daha çok şükreder, daha çok dua eder oldum. 

Bakıyorum da sıradan yaşadığımı düşündüğüm, tek düze olduğuna inandığım her gün Allahın büyük bir lütfu ve mucizesi. Ne yaparsam yapayım, ne kadar şükredersem edeyim, sahip olduğum ve sıradan olduğunu düşündüğüm bu hayat için yeterince şükredemeyeceğimi biliyorum. 

Sağlıklı olduğumuz her gün, rutin olarak yaptığımız ve bize sıradan gelen (yürümek, konuşmak, yazmak, uyumak, uyanmak, ağlamak, gülmek, sinirlenmek, öfkelenmek, mutlu olmak, yemek yemek...) herşey aslında Yaradan'ın bizlere bahşettiği birer mucize. 

Şimdilerde düşünüyorum da benim hiç sıradan bir hayatım yok mucizelerle dolu bir hayatım var. Bu sebebtendir ki şükretmeden geçirdiğim bir gün hatta neredeyse dakika yok. Her sabah çok şükür Allahım bugün de uyandım diye gözümü açıp, gece uyumadan önce çok şükür Allahım bugün de eve ulaşıp evladıma eşime sarılıp gözümü kapatabiliyorum diyorum. 
Öyle bir hale geldim ki, başımıza gelen ufak tefek tatsız olaylara bile şükrediyorum ki olması gerekenin bu olması gerektiğini öğrendim son zamanlarda. Buna da çok şükür Allahım diyorum. 

Eğer siz de sıradan bir hayatınız olduğunu düşünüyorsanız emin olun ki bir mucizenin ta kendisini yaşıyorsunuz. 

Bu haftaya da böyle başlayalım; daha farkında daha şükrederek! 

16.08.2013

Bavulda Kim Eksik?


Lafı uzatmadan hemen söyliyeyim sevgili okur hazırladığım bavullarda tek eksik oluyor o da ben! İtiraf edeyim de Güray (yeni açanlar için kısa bilgi: Güray kocam olur :) ) rahatlasın; ben bavul hazırlamasını bilemiyorum, yok olmuyor arkadaş; Youtube'dan izledim, araştırdım, yapanlara baktım, yine de beceremiyorum. 

Evlenip aynı evde yaşamaya başladık; o güne kadar gittiğimiz tatillerde vb herhalde Güray benim bavulumun içine hiç bakmamıştı; rutin iş seyahatlerinden biri için canım bana bavul hazırlıyorsun değil mi dedi; ben de neeee senin bavulunu ben mi hazırlayacağım dedim, o da ee tabii karım değil misin dedi. Ee ben nereden bileyim ne giyeceğini, ne istediğini dedim. Zevkine güveniyorum canım dedi. Koca için bavul hazırlamak bir zevktir mottosuna hoşgeldin Tüten, demek evlilik böyle birşey dedim ve bavulunu hazırlamaya giriştim. Adam 1.90 boyunda o kotları katlayıp yerleştirmek kolay mı sanıyorsun sevgili okur :) O kolları benim bedenim kadar olan gömleği buruşturmadan yerleştirmeyi. En özenli halimle bavulunu yaptım; aaa demesin mi böyle bavul mu hazırlanır diye. Ben de hem isteyip hem de beğenmiyorsun o zaman kendi bavulunu kendin yap deyip olay mahalini terkettim. 

Hala her iş seyahati ve tatil öncesi aynı senaryoyu yaşarız :)



Bavul yapma anlayışım ve kabiliyetim şöyle; herşeyi koy ve kapat bavulu! Bekarken kız arkadaşlarla çıkılacak tatillerde veya sevgiliyle gideceğin kısa veya uzun hiç farketmez -2 günlük tatil için de 15 günlük tatil içinde aynı oranda eşya götürebilir bir kadın- uzun uzun bavula ne koyacaksın telefon konuşmaları yapılır. Sabah için şunu alıyorum, gece için şunu, onun altına bu ayakkabıyı giyerim. 4 bikini alıyorum ee hepsinin rengi farklı 4 terlik gerekiyor :) Eee sevgilisin özenli olmanın doruklarında yaşıyorsun işin içine bir de her geceye özel pijama giriyor ve sonra havaalanında bir buluşuyorsun sevgilin sanıyor ki ülkeyi terkediyorsunuz :) Bu ne diyecek oluyor ama daha ilk dakikadan sevgili çemkirmesi suratı çekmek istemiyor; akıllı bir kadın çemkirmez aslında, hepsi senin için sevgilim, sana güzel gözükmek için der, aptal bir kadın ise; ayyyy ne var bir bavulu taşımak mı sana fazla geldi, bırak kendim taşırım der ve hem yolculuk boyu hem de tatil boyu surat asar; hayır sonunda nolur kendine etmiş olur. Adam kadın biraz daha az konuşuyor diye sevinir, surat astığı dakikalarda. Bilin bakalım ben hangi gruba giriyorum :) tabii ki 2. gruba. 

Bir kadın için için bavul hazırlamak öylesi büyük bir uğraş ki aslında, erkekler bunu anlayamaz. Sabah kahvaltıya giderken ne giyeceğini düşüneceksin- siz belki hiç düşünmüyorsunuz ama bavula eşya koyarken benim en zorlandığım kısım bu- neden mi? Çünkü evde pijamayla kahvaltı ediyorum, otelde bu imkan olmadığı için çok mu çok zorlanıyorum :) Gülme sevgili okur, ciddiyim ; benim en büyük sorunum kahvaltıya ne giyeceğim :) Ee sonra bir yaz tatili ise bu plaja giyeceğin kıyafet, terlik kombinasyonu, duş aldıktan sonra ne giyeceksin, akşam yemeğine ne giyeceksin oo çok iş var çok :)

Erkeklerin öyle mi? Mesela Güray, tatilde rahat olacaksın 1 kot 2 şort 3-5 tshirt yeter bana der ve gerçekten sadece bunları alır yanında, bolca iç çamaşırı dışında. Fazladan 1 terlik alır seyahat sırasında giydiği ayakkabılarıyla da tatili bitirir. Peki benim onca hazırladığım bavulun içindekiler giyilir mi? Henüz hiçbir tatilde götürdüklerimin hepsini giydiğime rastlanılmadı :) Genelllikle hep aynı şeyi giyerim, kahvaltıya inerken de bu böyledir :)

Bu seneki tatil için yine özene bezene moda bloogerı edasıyla bavulumu yaptım; kombinler, her güne ayrı kıyafetler :) Hayır sanırsınki ikinci balayına çıkıyoruz, bildiğin çocuklu tatil yapacağız. Ben daha İstanbul'da Aren'le 1-2 kere topuklu ayakkabı giymişken tatile topuklu ayakkabı taşıdım. Ama bak söz vermiştim kendime öyle her mayoya göre terlik götürmeyecektim ve başardım sadece 2 terlik götürdüm, tamam belki 3 :)

Güray'a 2 bavul yapacağım dedim, söz veriyorum bu sefer başaracağım dedim, Aren'e özel bir bavul, ikimiz için aynı bavul. Olmadı yapamadım; ama gerçekten olmuyor, gürayın 2 kotunu koydun mu yer kalmıyor benim eşyalara. 3 bavul yaptım; hepimize özel bavul. Tabii ki en büyük bavul benimkiydi. Güray bavulları gördü; ne o Bodrum'a mı yerleşiyoruz dedi :) Tabii hamalım ya ben taşırım dedi. Velhasıl Aren'i taşıdığı için 2 bavulu ben taşıdım; yani olan bana oldu aslında! Güray pek eğlendi bu duruma. 




Check-in 'e gittik; işlemlerimiz yapılıyor; önce Aren'in bavulunu koyduk, sonra Gürayın, sonra benim eee şeyyyy biraz aşmışız limiti. Hanımefendi sizi şöyle extra ödemeye alalım dedi, isterseniz kredi kartıyla da ödeyebilirsiniz dedi. Ben Aren'in kulağına eğilip, hadi oğlum çişim geldi, annem götürsün de dedim; hain evlat! babam da babam dedi!. Güray gitti ödemeyi yapıp geldi; ben en cici halimdeyim. Bir de diyorum ki; bu bavulun kendisi çok ağır Güray, almayalım bir daha bu bavulu yanımıza! Canım ben bir daha bavulu değil seni almayı düşünmüyorum tatile giderken dedi.  Susmak bir erdemdir ya, haydi Tüten erdemli takıl deyip sustum. 

Allahım ne gereği vardı havaalanına erken gitmenin; beklerken Güray başladı; bak Tüten bir daha böyle 3 bavul yaparsan, bir daha bavul limit aşımı olur ise boşarım seni! İnanbiliyor musun sevgili okur beni boşamakla tehtit etti bir bavul için; yani diş macununu ortadan sıktığı için boşanan çiftler oluyor da bavul kavgası yüzünden neden olmasın değil mi? Ya bak diyecek oldum da sus Tüten lütfen dedi. Eğer Avrupa seyahatine böyle bavul yapıp gelirsen yemin ediyorum taşımam dedi!. Güray yemin ediyorum'la bir cümle kuruyorsa, dizlerin titremeli. Lakin burnumu kaldırdım hıhhhh dedim, ben taşırım!!! Tamam taşı o zaman yanında nakitte olsun da extra bagajı ödersin dedi, öderim beni parayla mı korkutuyorsun dedim bende!

Onca eşyayı taşıdım ama huylu huyundan vazgeçmiyor işte; başladım kahvaltıya inerken aynı şeyi giymeyi, geçirdim ayağıma şıpıdık terlikleri, Güray başladı, aa bugün de mi bunu giyiyorsun, ee tabii maksat kendini tatmin olsun, nasıl olsa kocan hamal senin taşır, giy bakayım şu tshirtü üstüne; akşama giyinecek hal kalmıyordu ben de, Güray aaa herkes ayıplayacak seni sabah aynı akşam aynı şey, giy bakayım getirdiğin şu elbiseyi diyordu :) Ee kocaya itiraz olmaz, giyiniyordum. Taşıdığım makyaj malzemeleri ve takılardan bahsetmek bile istemiyorum :)



Velhasıl sevgili okur; Ekim ayında evliliğimiz ciddi bir testen geçecek. Güray'ın kararı kesin ve net! Avrupa seyahatine büyük ve 2'den fazla bavul götürürsem bu evlilik bitecek! Koca 2 sırt çantası yapayım bir de Aren'e küçük bavul alayım diyorum da ben sırt çantasıyla seyahate gitmeyi başarabilir miyim onu bilemiyorum! Lütfen bana akıl ver, yardım et, sevaba gir kurtulsun şu güzel evlilik, oğlum babasız büyümesin :) Hadi paylaş, anlat bana az eşya ile nasıl tatile gidilir çanta nasıl hazırlanır! Allah tuttuğunu altın etsin, ne muradın varsa versin!