31.12.2013

Giden 365 Gelen 365


365 günü yani 52 haftayı geride bırakıyoruz bugün itibariyle; geçen yıl hazırladığım 2013 beklentilerimin hepsi gerçekleşmiş; ne mutlu bana. Önümüzde yepyeni bir 365 gün var, nasıl hayal ediyorsanız, kendinize ne kadar inanıyorsanız ve elbette hayallerinize öyle geçecektir. 

Yıllar yıllar önce ergenliğin vermiş olduğu 2 yaş krizlerini aratmayacak ergenlik krizlerine sahip olduğum dönemde, yılbaşı çoşkusunu, kutlamasını çok mu çok saçma buluırdum; aman işte ne değişecek takvimde bir gün dğişiyor derdim. O yıllarda çalıştığım yerde çok sevdiğim bir büyüğüm; öyle düşünme bu evrensel bir enerjidir, düşünsene evrendeki milyarlarca insan aynı anda umut, sevgi, barış ve benzer güzel enerjilerle çevrili, bunları diliyor sen neden bunun bir parçası olmak istemeyeceksin dedi. O gün bugündür, yılın bu günlerinde aynı enerjinin bir parçası olmaya gayret ederim; yine de Aralığın başından havaya giremem ve yılın bu 4 haftası benim için biraz hüzün doludur. 

2013'de en çok kişisel gelişim anlamında ilerleme kaydetmişim bir kum tanesi kadar bile olsa. Bu yılı aşağıdaki cümlelerle özetleyebilirim, kendi adıma: 



Yaprak dökümleri oldu hayatımda, kırgınlıklarım, parçalanmışlıklarım ama hepsinden çok şey öğrendim. Yaşadığım her anın bir öğretisi olduğuna inanıyorum, öğrenmem gerekenleri öğrendim gibi. 2014'deki tek beklentim tüm sevdiklerim ve ailem adına SAĞLIK. Gerisi gelir, sağlık olsun da. 
Kişisel gelişimime yeni kum taneleri eklemek istiyorum. 

Ülkem adına barış, zihin sağlığı, demokrasi &adalet, insanlık ve sevgi istiyorum. 

Etrafınızın iyi ve güzel insanlarla, enerjilerle dolu olduğu, farkındalığınızı yükselttiğiniz, kendinizi daha iyi tanıdığınız ve böylece ne istediğinizi daha iyi bildiğiniz, gönlünüzce bir yıl olsun; ve elbette sağlık olsun gerisi kolay!











25.12.2013

Anne Savaşları Bitmemeli

Mommy_Wars

Gerek sosyal medyada gerekse hayatın tam içinde anneler arası savaş vardır; herkes kendi uygulamasının en iyisi olduğuna inanır ve karşındakini buna ikna etmeye çalışır. En iyisi olduğuna inanmasa bile kendileri için en doğrusunu yaptığından emindir ve bu konuda kendine laf söyletmemeye çalışır. Sanıyorsanız ki bu bir tek biz Türklerde yaşanıyor;  diğer toplumlarda anneler hep elele, hiç tartışmıyor, savaşmıyor; yanılıyorsunuz. Her coğrafyada aynı şeyler yaşanıyor. 

Tracy Cassels'in yazısını okuyana kadar anne savaşlarını gereksiz ve bitmesi gereken bir durum olarak değerlendirirdim ben de; oyle ya herkesin seçimine saygı duymak gerekirdi;   ama Tracy öyle bir yerden yakalamışki beni sarstı ve bir çok açıdan kendisine katıldım. Gelin birlikte bakalım Tracy neden anne savaşlarının bitmemesi gerektiğine, sürekli tartışmamız gerektiğine inanıyor. 



 Tracy diyor ki; anne sütü mü, mama mı, uyku eğitimi mi, kendi haline bırakmak mı bu ve daha bir çok anne savaşlarının temel konularını konuşmazsak ne olur? Bunları konuşmazsak bu konuda birbirimizle savaşmazsak kelimenin tam anlamıyla boka sararız diyor ! Bir yandan da ekliyor; bunlar bizim tercihlerimiz, tercihlere saygı duyalım ve konuyu, konuları kapatalım deseydik; kulağa ne hoş gelirdı  öyle değil mi?


Neden mi boka sarardık; çünkü aslında tartışılan konuların çok azı ailerin bilinçli seçimlerdir. Bizler bu tartışmaları sonlandırırsak ailelerin seçimi gibi gözüken ve bu seçime sebeb olan asıl meseleleri gözden kaçırırız. Bazen bir araştırma hakkında yazarım ve aileler bana gelerek kişisel olarak yaşadıkları deneyimlerden bahsederler; ben de onlara daha iyi sonuç alabilecekleri başka bir yol gösterebilirim, kendi seçtikleri yol belki de kötü sonuçlar doğuracak veya risk taşıyor olabilir. Elbette seçtikleri yolla ilgili bir sürü neden sayarlar. İnsanlar seçimlerinin doğru olmadığını duyunca hakarete uğramış gibi hissediyorlar. 

Herkesin seçiminin "kendisi" için doğru olduğunu söylemek, hem bilgi paylaşımını durduracak hem de diğer bir çok aileyi "doğru seçim" yapmaktan alıkoyacak bir tutum. İşe geri döneceğiniz için 3. ayda vereceğiniz uyku eğitimi, bebeğiniz damak problemi olduğu için emzirmeyi bırakmanız ve bir çok yanlış bilgi nedeniyle verdiğiniz kararlar. Ve bu kararları bir çok araştırmayı, bilgiyi okuyarak vermiş de olabilirsiniz. Gerçek bir seçime sahip olmadığınızda problem orada başlıyor. Farkında olmadan, özgürce tartışma imkanı olmadan bir seçimin içine itiliyorsunuz. 



Belki aranızda markette çocuğuna mama alırken başkaları tarafından kınanmış insanlar vardır; kimbilir belki de birileri daha da ileriye giderek size çocuğunuzu zehirlediğinizi söylemişlerdir. Bu anne savaşlarıın bir sorunu değil bu tamamen çirkin insanların sorunudur. Anneler olarak birbirimizi desteklememiz bu sorunu, bu çirkin insanları değiştirmeyecektir. Bu durum aynı zamanda başka bir problemin de göstergesidir. Bu kişi sizin yaşam biçiminizi, gerçeklerinizi bilmeden sizi ve seçiminizi suçlamakta Belki de gerçekten sizin için doğru bir seçimdir ve işte zaten bu yüzden de o kişi çirkindir ama bir çok insan için doğru bir seçim olmayabilir ve bunu tartışmadan, konuşmadan bilemeyiz. 

Tüm bu savaşlar sona ererse bundan memnun olacaklar çok belli; daha insancıl aile yasaları çıkarmak zorunda olmayacak devlet, çalışanlarına daha iyi şartlar sunmayacak olan şirketler ve kazancına kazanç ekleyecek mama şirketleri ve sözde uzman olarak geçinen tek derdi kitabını satmak olan çocuk yazarları. Savaşan annelerin tek derdi çocuklarını daha iyi şartlar altında yetiştirmek; bu da tartışmadan olmaz. Tartışmayı bırakır ve her seçime saygı kisvesi altında ilerlersek doğru seçimler için pek şansımız kalmaz. 


Tracy genel olarak yazıda bunları söylemiş. Şöyle bir düşündüm; sosyal medyada tartışıp seçimimi değiştirdiğim konular oldu mu? Evet oldu; bugün geldiğim noktada iyiki tartışmışım diyebiliyorum. 

Seçimlere saygı konusunda ise; eğer o insanın o seçimi almasındaki özel nedenleri biliyorsam yani olayı her boyutuyla biliyorsam saygı duyulması gerektiğine inanıyorum. Çoğu kez sosyal medyada bir çok annenin seçimini değiştirdik; örneğin vajinal doğum yapmaktan korkan bir anneyi ikna edip vajinal doğuma teşvik ettik ve iyi ki dediğini duyduk. Tam tersi vajinal doğuma zorlanan bir anneyi dinledikten ve her yönüyle konuyu bildikten sonra sezaryanin gerçekten kendisi için en doğru seçim olduğu konusunda hemfikir olduk. Bu tartışmalar çoğu zaman gerçekten savaş ortamı yarattı. Sütünün yetmediğine inandırılmak isteyen bir annenin mama kullanmasına engel olduk; mama kullanmak kötü mü, hayır elbette; ama anne sütü varken, anne emzirmek, bebek de emmek isterken neden desteklemeyelim öyle değil mi? Sosyal medya dışında emzirmeyi hiç sevmeyen bir iş arkadaşım oldu onu da emzirmemek konusunda destekledim; çünkü gerçekten enine boyuna tartışınca onun için en doğru seçim emzirmemekti. 

Çirkin insanlar ve çirkin yorumlar olmadığı sürece anne savaşları devam etmeli diyorum ben de; çünkü bu savaş iyi bir şey uğruna veriliyor; hepimiz çocuklarımızı iyi bir ortamda en iyi bir biçimde büyütmeye çalışıyoruz. 

Ayrıca Tracy'nin dediği çok çok çok doğru. Bu tartışmalarımız biterse ne devlet yerinden ne şirketler yerinden ne de bir çok gıda şirketi yerinden oynar; 1 adım bile ilerlemez. Emziren anneler grubu sayesinde değil midir bazı şeylerin değişmesi, çalışan annelerin seslerini yükseltmesinden ileri değil midir bir çok şeyin değişmesi. İlk 6 ay anne sütü verilmelidir yazılması. 



Hem savaşalım hem sevişelim diyorum!


* Bu yazı bana Gezi olayları sürecini de hatırlattı; bazı insanlar seçimlere saygı duyalım diyerek AKP yanlısı olanlara hiçbir şey söylemedi; ben bunu doğru bulmuyordum hala da bulmuyorum; AKP'ye oy vermiş veya destekleyenlerin kaçı bilinçli ve AKP'nin gerçek yüzünü biliyor, biliyordu. Tartışarak belki de bazen kavga ederek bir kişinin bile fikrini değiştirmeye vesile olduysam, benim gibi düşünen besile olsuysa ne mutlu bize! 


Terbiye sınırları içersinde, hakaret edilmeden yapılan ateşli tartışmaların bazen iyi sonuçlar doğurabileceğine inanıyorum. 

20.12.2013

Mit'ler ve Annelik

Evrimsel tarzda çocuk yetişiren bir kadının yazısını okudum, kendim yazmış gibi geldi. Yazının anafikrinden yola çıkarak da aşağıdaki yazıyı yazdım.  Evrimsel tarz da ne demek derseniz aslında "atachement parenting.

Çocuk yetiştirmekle ilgili ciddi mit'ler var; dahası bu mitleri destekleyen araştırmalar, doktorlar ve daha nicesi. Kimi yaşanan bu mit'leri destekliyor kimisi de mit olduğunu kanıtlıyor.Ve ben de bir çok bu mite inandım, dahası kandım ve yaşadıkça mit olduğunu gördüm. 

2,5 yaş annesi olarak artık şundan kesin olarak eminim: Çocuk yetiştirirken bakacağın, dinleyeceğin, izleyeceğin tek yol çocuğun. Kitap oku, hiçbir bilgiden eksik kalma ama tüm o bilgiler senin ana öğünün olmasın, aperatiflerin olsun. 



Beraber Uyuduğumuz İçin: “Asla kendi yatağında yatmayacak ”

Ehhh berbaer uyuyup da bu cümleyi duymayan var mı? Yazarda bunu defalarca duymuş; kızı 3 yaşında ve hala beraber uyumaktan oldukça keyif alıyorlarmış. Yaar, üniversiteye kadar mutlaka kendi odasına geçmek isteyeceğini düşünüyor :) Ve hatta bir kardeşi olursa kesinlikle odasına geçeceğine inanıyor. 

Bizdeki durumda bu; aynı yatakta yatmıyorum bizim odamızda kendi yatağında yatıyor. Erkek çocuk aman dikkat lafını çok kez duydum. Sex hayatımızı merak eden, alttan alta nasıl yani çocuğun yanında mı sevişiyorsunuz demek isteyen çok oldu; ne kadar hayal gücünden yoksun insanlar öyle değil mi? Yatak ve sex ne kadar özdeştirilmiş; Güray ve ben hayal gücü geniş insanlarız, korkmayın sakın olun herşey yolunda hala deliler gibi sevişiyoruz demek isterdim, demedim :) Herşey yolunda deyip geçtim. 

Bizim hiçbir sürecimiz bizi zorlamadı, emziği kendi bırakmak istedi, memeyi kendisi bıraktı ve daha nicesi. Bu akşam eve gittiğimde Arenciğim odanda yatıyorsun dersem itiraz etmeyeceğinden adım gibi eminim. Bu ondan çok benim bizim ihtiyacımız. Çalışıyorum ve uykudaki ilişkiye de inanıyorum. Gözünü açtığında beni ve babasını orada görmenin ona güven verdiğini, aynı odada birlikte uyumanın yaydığı enerjinin güzelliğinin hepimizi olumlu etkilediğini bizzat görüyorum. uykudayken öpmenin, sarılmanın, ona güzel sözler fısıldamanın gücüne %100 inanıyorum. 

Zamanı gelince allahşakına beni bir rahat bırakın ya odamda uyuyayım diyeceğini de biliyorum. Sezgilerime sonsuz güveniyorum, buna henüz tam olarak iki tarafta hazır değil. Ve mitlere asla inanmıyorum bu konuda. Kİmseye de bak benim yaptığım doğru sen de yap demedim. Bu bizim ailemiz için doğru, biz böylesini istiyoruz dedik. Ama aynı saygıyı bir çok insandan göremedim. 

Danıştığım ve fikrini aldığım, Aren'i gözlemleyen hiçbir uzmanda yatakları ayırın; çocuğunuzdaki belirtiler bunun yanlış olduğunu gösteriyor demedi. Psikolojik anlamda binlerce kere şkürler olsunki sağlıklı bir evladım var. 

İlk Bir Yıl Anneye veya Babaya Yapışık Yaşadığı İçin: “Ayrılma tramvası yaşayacak; hiçbir zaman yanınızdan ayrılıp keşfetme dürtüsünü kullanmayacak"
Aren doğduğu andan itibaren hep kucağımızda, göğsümüzde ve hatta sling ile  bize yapışık haldeydi. Hastane bile zorunlu haller dışındaki ya yanında gittim ya Güray'ı da gönderdim, ne bebek odasında kaldı ne de testlerde. Doğduğu anda ciddi kanamam olduğu için bayılmadan 2 dk önce güray'a hemen yanına git ve konuş onunla dedim; sonrasında benim işlemlerim bitti göğsüme yatırış o yatırış. 

İstinasız her tebriğe gelen ve ailem dahil bu kadar kucakta tutulmaz çocuk dedi; dinledik mi? dinlemedik elbette. Her çocuk bir dönem ayrılma tramvası yaşar; ister kucağınızda büyütün, ister büyütmeyin. Bunu her sağlıklı bağlanan çocuk yaşar. 

Aren 2,5 yaşında; bir ortamda arkasına bile bakmadan gider; keşfetme dürtüsünü sonuna kadar kullanan bir çocuk. Kendine güveni o kadar fazlaki cahil cesareti diyebilirsin, misal; bakkala kendisinin gidebileceğine inanıyor: Şudan in şudan geç işte bakkal, giderim anne giderim diyor :)

Pek çok zaman bizim de ona eşlik etmemizi istiyor ki bu harika bir şey; ailesiyle vakit geçirmek istemekten, paylaşmaktan daha güzel ne olabilir ki. 

Yazarın 3 yaşındaki kızı da böyleymiş; okula giderken el sallayıp annesini salıveriyormuş. 

Anaokula gitmeyip, evde kaldığı için: “Diğer çocuklarla sosyalleşmeyi bilemeyecek”

Aren de anaokuluna gitmiyor, gitmeli mi hala şüpheliyim ama gidecek. Maşallah sosyallik dedin mi aklına Aren gelsin; bir ortama girdi mi çekinir, biraz utanır ki bunun iyi ve güzel bir şey olduğuna inanıyorum. Etrafını gözlemler ve eğer ortama ve oradaki insanlara güvenirse tamamdır; iişte çılgın Aren karşınızda. Son yazdığım yazılardan biri olan Teknoloji İçin Hiçbir Zaman Geç Değil yazıma Çokbİlmiş çok önemli bir yorum bırakmış; çocukların anaokulunda da sosyalleşemediğine dair; niye mi çünkü hep müdahale ondan, aman birbirlerine vurmasınlar, aman birbirlerinin ellerinden bir şey almasınlar; başlarında hep bir öğretmen ve hep bir engelleme, ders verme halleri. 

Okula karşı değilim ama evde büyüyen bir çocuğun da en az okullardaki kadar sosyal olacağına inanıyorum; hele de geniş ve büyük bir aileye sahipse. 

Her İstediğinde Emzirdiğin İçin: "Arsız, her istediği olsun isteyen bir çocuk olacak"

Bebekler neden emmek isterler; çok net 3 sebebten: açlık, rahatlama isteği, yakınlık. Ve ben bu her 3 isteği de karşılamakla yükümlüyümdür çocuğum olduğunda. Aren'i her istediğinde emzirdim, emzirmeyi bitirmemize yakın ciddi emme delisi bir çocuktu; peki n'oldu? 1 günde şak diye bitirdi, ben şoka girdim o hayatına kaldığı yerden devam etti. Şimdi nasıl bir çocuk; arsız ve her istediği olsun diye kıçını yırtan bir çocuk mu? Asla değil. Sınırlarını bilebilen ama elbette bu sınırları sonuna kadar zorlayan biri. Elbette herkes istediği herşeyin olmasını ister, olmayınca ağlayabilir, sinirlenebilir ve somnunda başa çıkmasını öğrenir. 

Aynı zamanda uzun süre sadece anne sütü alan çocukların, beslenme sorunu olacağına; ek gıdayı sevmeyeceğine ve benzerine inanılır; oysaki örneğin ilk 1 yıl sadece anne sütü alıp, bebeğin kendi isteği ile, sonrasında gayet iştahlı çocuklarda var; yazarın kendi kızıda böyleymiş. Ben bu yaklaşıma sıcak bakan biri değilim; ama insanların tercihine saygılıyım! Böyle bir mit'e de inanmıyorum. 

Yeni bebek sahibi olacağına tek tavsiyemdir: bebeğinizi her istediğinde emzirin!


Sling Kullandığın İçin: Çok geç emekleyip çok geç yürüyecek!

Her yeni anneye tavsiyem hemen sling almasıdır. Sling hayat kurtarıcıdır ve son derece sağlıklıdır. Arende her türlü slingi kullandım ve çok rahat ettim; en son 2 yaşına gireceği zaman yurtdışı seyahatimizde Boba kullandık ve çok rahat ettik. Aren 6 aylıkken emekledi 10,5 aylıkken yürüdü. Sling bebeklerin karın kaslarını da güçlendirir; değil yürüme ve emeklemeyi ertelesin, hızlandırır bil. 








Emerek Uyuduğu İçin: "Asla Kendi Kendine Uyumayı Öğrenmeyecek"


Uyku ah uyku! Uyku eğitimine asla inanmayan biriyim; ama ben yaptım oldu diyorsanız; çocuğunuzun uyuyacağı varmış, oturttuğunuz düzen de işe yaramış diyeyim. Eğer tercih ettiğiniz sistem ağlatmaksa çok üzgünüm ama çok hatalı bir şey yapmışssınız; çocuğunuzun beden haritasına inanılmaz olumsuz bir durum eklemişsiniz; bir bebeğin ağlaması ve karşılığında yanında kimseyi bulamaması yoksunluk ve güvensizlik hissinden başka bir şey değildir. 

Biliyor musunuz bu yöntemle büyüyen çocuklar; birer yetişkin olduklarında beraber oldukları insanları hep kaybeeceklerini düşünür ve sürekli arayan insanlardan olurlarmış. Bakınız ben! Annem bana böyle bir uyku eğitimi vermiş ve evet ben kocam 5 dk geç kalsa felaket senaryoları yazan, telefona sarılan ve panik atak yaşayan biriyim! 

Çocuklar 2'y ayrılırlar uyku konusunda: uyuyanlar ve uyumayanlar!. Uyuyan bir çocuk şanstır, güzel bir şans. Elbette etkileyen çok fazla ebeveyn tarzı var. Ama uyumayacaksa uyumaz. Bunun emzirmekle, onunla bununla hiçbir alakası yok. 

Aren 19 ay boyunca memede uyudu, bıraktığı gün sorunsuz bir biçimde uyudu!. 

Uzun lafı özü; mit'ler daima olacak ve anne olarak çok kez duyacaksınız; her duyduğumuza inanmamak lazım öyle değil mi! 

Okuyun çok okuyun ama sadece yazılana değil yazılanın kalbinizle buluştuğuna inanın. 

Asıl rehber önce çocuğunuz sonra kalbinizdir!



19.12.2013

Mutlu İnsanlar

Kişisel gelişim dizisinin 2. yazısıyla başbaşa bırakıyorum sizi. 



Yıllar önce ortaokuldayken günlüğüme şöyle yazmışım: "Mutlak mutluluk yoktur" Aragon'un "Mutlak aşk yoktur" sözünden yola çıktığım kesin. Sizce mutlak mutluluk var mıdır? Bence yoktur; ama en mutsuz anların içinde bile istersek gülümseyebileceğimiz bir şey bulabiliriz, buna inanıyorum. 

İnsanlar genel olarak 2'ye ayrılıyor; her daim mutluluk için çabalayanlar vs her daim mutsuz olacak bir şey bulabilenler. İkisi de çok zor değil aslında. Mutsuz olmak için de mutlu olmak için de nedenler fazlasıyla var. Bugün ülkenin durumuna bak mutsuz ol vs bugün nefes aldığın için mutlu ol; işte bu kadar basit! 


Mutlu insanların ve mutsuz insanların kalıplaşmış davranış biçimleri var. Mutlu insanların ortak özellikleri ise aşağıdaki gibi; siz hangilerine sahipsiniz ve biliyor musunuz bu davranış biçimlerini özümserseniz mutluluk oracıktan size göz kırpıyor olacak. 


MUTLU İNSANLAR;


Başkalarının Ne Düşündüğü İle İlgilenmezler




Bunu duyunca insan bir duruyor ve öyle şey olur mu canım diyor. Evet öyle şey olur; bazen başkalarının ne düşündüğünü önemseme ve düşünmek sizi yolunuzdan alı koyar. Aslında burada söylenmek istenen kimseyi takmayın, bildiğinizi okuyun değil; ama kendinizle ilgili bir karar alacaksanız ve iç sesiniz buna onay veriyorsa, gönülden istiyorsanız sadece kendinizi dinleyin sadece. Başkalarının ne düşüneceğini kendinizin ne hissettiğinden, ne düşündüğünden daha önemliyse orada sorun vardır ve orada mutlaka bir mutsuzluk söz konusudur. 

Başarılarının Kanıtı İçin Başkalarının Övgülerine İhtiyaç Duymazlar




Mutlu insanlar önce kendilerini tebrik etmeyi bilirler; başkalarının onayına gerek duymazlar. Elbette iltifat ve övgü almak ve bunları kabullenmek de güzeldir; ama bir şeyi başardığınıza inanıyorsanız bunu önce kendiniz onaylayın, diğerlerinin onayı da üzerine kaymak olsun. 


Mutlu olmak için bir başkasına veya bir nesneye ihtiyaçları yoktur

Mutluluk için ilk bakacakları yerin kendi içleri ve kendileri olduğunu bilirler. Kendi içinde ve kendiyle mutlu olamayan birinin tüm mutlulukları geçici olacaktır. 




















Geçmişte Takılıp Kalmazlar





Başka İnsanların Olumsuz Yönlerininin Üzerinde Durmazlar


Ağlmanın Kötü Olduğunu Düşünmezler


Tüm bunların dışında mutlu insanların başka orta özellikleri de şöyle;


Kendileri Dahil Olmak Üzere Hissettiklerini Açıklıkla Dile Getirirler

İlgi  Odağı Olmak İçin Çıldırmazlar

 Kendilerini Başkalarıyla Karşılaştırmaz

Kaybetmekten Korkmazlar

Negatif Ortamlara Dahil Olmazlar

Başkalarından Fazla Şey Beklemezler

Herşeyi Kontrol Etmeye Çalışmazlar

Gülmeyi, Kahkaha Atmayı Ciddiyetsizlikten Saymazlar

Herşeyi Paylaşmaya Hazırdırlar

Gelecek için Endişelenmezler


Bu listeyi gözden geçirmenizi ve hangilerine sahipsiniz onlara bakmanızı öneririm; sahip olduklarınızı güçlendirmeye devam edin derim, diğerlerini de benimserseniz; mutlu olmaktan başka bir işe yaramaz. 

Beni sorarsanız ben maddelerin yarısından fazlasını benimseyen ve uygulayan biriyim; mutluyum evet hiç mi mutsuz olmuyorum, oluyorum ama sanırım bu sayede çok hızlı atlatıyorum.

18.12.2013

Aren'le Hoşbeş



Aren uzun bir süredir konuşuyor , son 2 aydır ise bildiğin sohbet ediyoruz; uzun uzun cümleler, mantık yürütmeler, herşeye cevap vermeler.... Pek keyifli olmaya başladı sohbetlerimiz. 

Ben: Aren bu davranışın beni üzüyor ama
Aren: (gelip yanağımı okşar) üzülme canım sen üzülme bak ben buradayım
Ben: Sen değil Arencim bu davranışın beni üzüyor, lütfen suyu bilerek yere dökme
Aren: Canım benim canım annem üzülme silerim şimdi (gider viledayı alır)

Aren: Sakın peşimden gelme orda kal
Ben: Niyeymiş o
Aren: Gelme dedim sana işim var
Ben hönk

Güray: Arenciğim ben işe gidiyorum
Aren: Ama baba ben yanlız kalırım. 
Güray: Olur mu Aynur var, Elif var
Aren: Elif evet Elif var, elifi çağırınnnnnnn



Ben: Aren o elindeki çabuk bana getir. 
Aren: (gidip yastığın altına saklar) yok bak yok kuşlar almış götürmüş

Aren: Ben Kuzey'e çok kızdım onu camdan attım
Ben: Aaaaa inanmıyorum sana camdan atılır mı hiç 
Aren: Isırmadım ama 

Aren: Ben o bardağı oraya koymasaydım o bardakta düşmezdi 
Ben: Doğru söyledin 
Aren: No no no! 
Ben: ee ama işte doğru söylüyorsun 
Aren: Doğru söylemem olmassssssss 

Aren: (bana iğne yapacak) Elimi tut canım acımayacak
Ben: Acısada ağlarım biraz geçer
Aren: Acımıyacak canım tut elimi
Ben: Ya acırsa Aren
Aren: cortttt batırır iğneyi 
Ben: (aglama numarası yaparken)
Aren: aglama güzelim ağlama
Ben: Ağlamak güzeldir Aren
Aren: Hayır ağlamak güzel değil tamam mııııııııııııı ağlamaaaaaaaaaaa

Aren: Anne ben kokomu (Koray amcası) ara kokoyu
Tuten: Kokoyu arar
Aren: Kokooooo ozledim seni bize gel; annem beni kurtarmadı Koko; kal orda dedi bana, kızdı bana Koko; ben kitapları yere attım, ben yastıkları yere attım, ben giyinmedim Koko, annem de kızdı bana kal orda dedi. Kokoooo biz size geldik bitlendik :)))) Öptüm Koko iyi akşamlar Koko 

17.12.2013

Teknoloji İçin Hiçbir Zaman Geç Değil

benim yazımdan önce bu yazıyı okumanızı tavsiye ederim. 


O meşhur Silikon Vadisindeki bir Waldorf okulunda teknolojiye dair hiçbir şey yok; yani ne bilgisayar, ne akıllı tahta ne de başka bir şey kullanıyorlar. Ve bu okula kimlerin çocukları gidiyor bilin bakalım: E-bay'ın teknoloji üst düzey yönetcisinin tüm çocukları, Google, Yahoo, Apple ve HP'nin üst düzey yöneticlerinin çocukları. Yani dünyada teknoloji devi diye bilinen büyük şirketlerin üst düzey yöneticilerinin çocukları.  İronik mi yoksa traji komik mi buna siz karar verebilirsiniz, elbette teknoloji & çocuğa olan bakış açınız doğrusunda. Bana sorarsanız oldukça ironik ve düşündürücü. 

Okulun ana malzemeleri; kağıt, kalem, örgü şişi, tığı ve özellikle çamur. Çocukların evde de bilgisayar kullanmalarını hoş görmüyorlar. Okulun ve bilgisayarın iç içe olmaması gerektiğini düşünüyorlar; bunun tam aksinin iddia eden okul ve velilere ise teknoloji ekonomisini hatırlatıyorlar. Bir ülkenin teknolojiye yaptığı yatırımı ve ekonomiye olan katkısını durup bir düşünün isterseniz?


Benimsedikleri eğitim felsefesi; fiziksel aktiviteye dayanan, yaratıcılık üzerine kurulu ve kişinin kendi kendine becermesi üzerine kurulu. Ve teknolojinin, bilgisayarların, yaratıcı düşünmeyi, hareket özgürlüğünü, kişiler arası ilişkiyi ve dikkat yoğunluğu baltaladığını düşünüyorlar; haksız sayılmazlar. 

Mr. Eagle, bilgisayar mühendisliği okumuş, teknolojiden anlayan ve Google'da üst düzey yönetici olarak çalışan biri, çocuklarını bu okula gönderiyor; Ipad veya bir başka bilgisayarın çocukların matematik ve okuma öğrenmesine yardımcı olabileceği fikrini çok komik buluyor. Kendisi ipad ve akıllı telefon kullanırken kızının henüz google bile kullanmayı bilmediğini, oğlunun ise 8. sınıfta yeni yeni öğrenmeye başladığını söylüyor ve oldukça kısıtlı bir biçimde. 

Tüm bu okula giden çocukların ebeveynleri teknoloji konusunda oldukça bilgililer ve ustalar. Teknolojinin bir zamanı ve yeri olduğunu düşünüyorlar; örneğin Miramax'ta çalışıp film yapıyor olsaydım çocuklarımın bunu 17 yaşına kadar görmesini istemezdim diyor. 

Okulun sınıfları da oldukça sade döşenmiş durumda. Siyah tahta, renkli tebeşirler, içinde ansiklopedilerin olduğu bir kitaplık ve tahta sıralar. 

5. sınıf öğrencilerinin derslerinden biri örgü; bu sayede problem çözme, matematik becerilerinin ve koordinasyonun gelişeceğine inanıyorlar.  Uzun zamanda hedefleri çorap yapmak. 

Matematik dersi sırasında öğretmen 5X4 kaçtır diye soruyor; çocuklar vucutlarını kullanarak ahenk ve uyum içinde hep birlikte 20 diyorlar. Matematik öğrenmenin en zevkli yolu bu olsa gerek. Güray; eşim, inanılmaz bir matematik zekasına sahiptir ve bunda öğretmenlerinin büyük katkısı olduğuna inanır. Bursa'da iyi okullarda okumuş biri; ezberci sistemin tamamen dışında okumuş. Ders aldığı matematik öğretmeninin herşeyi uygulamalı olarak öğrettiğini bu nedenle herşeyi ezberlemek yerine nedeniyle öğrendiği anlatır. Mesela bir matematik konusunu kendisini yere yatırarak anlattığından bahseder. 

Bir başka sınıfta dil gelişimi için tüm öğrenciler bir daire oluşturuyor ve birbirlerine içi fasulye dolu torbaları atarken öğretmenin söylediği kelimeyi tekrarlıyorlar; bu da beyin ve vücut koordinasyonunu geliştiriyor, aynı zamanda öğrenmeyi kolaylaştırıyor. 

Yazının tamamında başka örnekler bulabilir, aynı zamanda bu okula devam eden çocukların görüşlerini de okuyabilirsiniz. 

Bu yazıda geçmiyor ama bir başka yazıda okumuştum; Afrikadaki bir grup çocuğa bilgisayar götürüyorlar ki bu çocuklar bilgisayarı bırakın telefon nedir onu bile bilmiyor, hayatlarında hiç televizyonda izlememişler. Bilgisayarları önlerine bırakıyorlar ve hiçbir şey söylemiyorlar. Çocukların hepsi bilgisayarı 1 gün içersinde çözüyorlar. İnanılmaz geliyor öyle değil mi? Ama oldukça basit; bugün tüm teknoloji üst düzey yöneticleri size aynı şeyi söyleyeceklerdir; bilgisayarlar zekası en geri olanların kullanabileceği şekilde yapılmıştır. 

Bugün 2 yaşındaki çocuğunuzun i-pad'ı sizden iyi kullandığını düşünüyorsanız ve bunun müthiş bir şey olduğuna inanıyorsanız çok yanılıyorsunuz; afrikada teknoloji görmemiş bir çocuk 1 günde olayı çözebiliyorsa sizin çocuğunuz elbette i-pad'ı çok iyi kullanacak. Neden mi karşısında örnekler var; anne-baba gibi. El hareketlerinizi takip etmesi bile i-pad'ı açıp kapamasını şıp diye çözmesine vesile olacaktır. 

Teknolojinin yaşayarak öğrenmeyi kesinlikle baltaladiğina inanıyorum bende; hatta sadece teknolojinin değil çocukların zeka gelişimi için satılan oyuncakların da aynı şekilde baltaladığına inanıyorum. Sayılar, renkler ve nicesini hayatın içinde öğrenir çocuk. Bir zeka geliştirme adı altında satılan oyuncakta kırmızı elma görmesi ve sizin bak bu kırmızı elma demenizsen de meyva yerken al bakalım şu kırmızı elmayı demeniz kesinlikle öğrenmesinde çok daha yararlı olacaktır. Aren'e ne renkleri ne de sayıları öğrettim. Ama bugün eline 3 tane top aldığında 3 topum var diyebiliyor; kimbilir belki bir gün elimde 3 tane nesne varken benim elimde 3 tane var demişimdir. Renkleri de hep yaşarken öğrendi; bugün kırmızı tshirtumuzu giyiyoruz gibi. Hiç ummadığım bir anda anne bak yeşil çorap diyebiliyor mesela. 


Waldorf felsefesiyle hemfikir olduğum bir başka konuda bence de okullarda bilgisayarın yeri olmamalı. Ne akıllı tahta ne de bilgisayar saati çocuğa bir şey katmayacaktır. Okul sosyal olunması gereken bir yer diye düşünüyorum; çocuklar aralarında ipad'de oynadıkları oyunu konuşmak yerine hayattan konuşmalılar, sohbet etmeliler. Öğretmenlerde öğretecekleri konuyu kesinlikle hayatın içinden örneklerle öğretmeliler. 

Hayatının ilk 10 yılında teknoloji olmaması çocuğa hiçbir şey kaybettirmez; ama bu yıllarda kazanamadığı sosyal beceriler hayat boyu kendisine kaybettirir. İnsan ilişkileri, doğal yollardan problem çözme yetisi ve daha nicesi. Tüm bu hayati kolaylaştıran, güzelleştiren ve kaliteli & farkındalıkla yaşamak için nefes kadar önemli olan konular için geç kalırsa hayatı boyunca eksik kalacak ve bir daha öğrenmesi çok güçleşecektir. Ipaddeki oyunla yemek yemesinden de uçak geliyor bak bak diye yemek yemesi sanırım daha iyi :)


Teknoloji için hiçbir zaman geç değil! Eğer öyle olsaydı 55-70 yaş arasında anne baba ve hatta anneanne babaannemiz bugün facebooktan bizlere; maşallah benim kızıma diye mesaj gönderiyor olmazdı :)






12.12.2013

Yapma, Etme, Olmaz, Demek Yerine

Bu yazıyı yazmaya dün karar verip yoğun kar yağışı nedeniyle ara vermiştim :) Bu sabah yazıyı tamamlamak için elime nane çayımı alıp, malum zihin açar, bir cafedeki pufuduk koltuğa kurulduğumda ilk iş Perşembe'leri en çok okumayı sevdiğim yazar olan Özgür Bolat'ın şu yazısı ile başladım: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25338232.asp Kelimeleriniz  Çocuklarınızı Nasıl Etkiliyor? İçeriklerimiz farklı  da olsa işin özünü Özgür B elbette benden daha iyi anlatmış
 
 
Bütün bir gün çevrenizdeki insanlardan; iş arkadaşlarınız, eşiniz, dostunuz, ailenizden sürekli olmaz, öyle yapma, böyle deme gibi cümlelere maruz kaldığınızı düşünün; nasıl hissederdiniz. Sinirlenmez miydiniz, kısıtlandığınızı, sürekli eleştirildiğinizi hissetmez miydiniz; belki de sırf bu olumsuz cümlelerin size hissettirdikleri nedeniyle tam da aksini yapmaya, canınız sıkıldığı kadar karşınızdakini sıkmaya çalışırdınız öyle değil mi?
 
Şimdi bir gün boyunca çocuğunuzla geçirdiğiniz zaman dilimlerinde söylemlerinizi gözden geçirmenizi rica ediyorum sizden, hatta yazarsanız her söyleminizden sonra büyük resmi daha da net görebilirsiniz.
 
Kendimden örnek vermek gerekirse:
 
Aren tırmanma oraya
Aren kabukları yere atma
Aren etrafı ıslatma
Aren koşma
Aren öyle yapma dedim sana.
 
Farkındalığımı yitirdiğim zamanlarda bu cümleleri günde defalarca kuruyorum ben de. Her bir cümlenin geri dönüşü aynı olumsuzlukla sonuçlanınca dur bir dakika, söylemlerine bak diyorum ve tutumumu anında değiştiriyorum; işe yarıyor mu kesinlikle evet! En azından olumsuz söylemelerin neticelerinden daha etkili olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
 
 
Şimdi yine sizden gün içinde çevrenizdeki insanlardan iyi yaptığınız şeylere odaklandıklarında söylediklerini düşünmenizi ve bunun karşılığında nasıl hissettiğinizi hatırlamanızı istiyorum. Eminim ufak bir gülümseme olacak yüzünüzde ve kaslarınızın gevşediğini hissedeceksiniz.

(every positive thought propels you in the right direction. via Inspiration)

Kelimelerinde tıpkı insanlar gibi enerjileri var ve bu enerjinin insan üzerinde etkileri. Olumlu söylemlerin enerjisi bizi okşarken, olumsuz söylemlerin enerjisi bize çarpıyor ve geri tepiyor. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır denir ya, işte bu çok doğru.
 
Geçtiğimiz yıllarda kendi kendime bir egzersiz yapıyordum; kurduğum her olumsuz söylemi nasıl olumlu söyleyebilirim diye düşünüyor ve söylemek istediğim şey bir olumsuzluk, itiraz cümlesi bile olsa bunu olumlu cümlelerle kurmaya çalışıyordum; kimi zaman çok zorlandım ama sonunda bunu oturtabildim; hala olumsuz bir cümle kurmadan önce durup nasıl farklı bir dille söylerim diye düşünüyorum.  Kendi adıma verebileceğim en önemli örnek şu- bunu daha önce başka bir yazımda daha belirtmiştim sanırım- Genellikle, bir şeyi unutmak istemediğimizde bunu unutmamalıyım deriz oysa unutmak olumsuzluk içerir; bunun yerine hatırlamayalım demek inanın çok çok daha etkili. Başlarda garipte gelecek olsa hem kendinize hem de bir başkasına bir şeyi hatırlamasını istediğinizi söyleyeceğinizde "lütfen bunu unutma" demek yerine "lütfen bunu hatırla" deyin.

Unutmak yerine hatırlamak kelimesini kullanmaya başladığımdan beri her şeyi daha iyi hatırlar oldum; ya da şöyle söyleyeyim hiçbir şeyi unutmadım :)

Peki bunu çocuklar üzerinde nasıl kullanabiliriz; öncelikle; bilimsel olarak da kanıtlanmış olduğu üzere çocuklar özellikle 0-1 yaş arası -me-ma'lı cümleleri anlamıyorlar; beyin ilk kısmı anlıyor örneğin siz yapma dediğinizde ma eki beyne ulaşmıyor bile yap olarak algılıyor bunu. 1 yaştan sonra anlıyor elbette ama yapma değince yapmıyor mu tartışılır elbette :)

Aren oraya tırmanma-Aren aşağıya iner misin ?
Aren kabukları yere atma-Aren kabukları çöpe atar mısın?
Aren suyu yere dökme- Aren suyu tezgahın üzerine koyar mısın ?
Aren karda koşma- Aren karda minik adımlarla yürür müsün?

Yukarıdaki örneklerde iki farklı söylemi görüyorsunuz değil mi? Her iki söylemde de varmak istediğim sonuç aynı; peki sizce hangisi daha etkili oluyordur; elbette olumlu olarak söylediğim cümleler bazen hemen bazen zamanla ama kesinlikle daha etkili oluyor. -Burada şunu unutmamak gerekiyor, çocukların işbirlikçi olabilmesi için hem çok sevildiklerini, hem onaylandıklarını bilmeye ihtiyaçları var hem de arsızca, daima ve elbette ruhlarının doymuş olmasına-  Bunu  siz de yapmak istiyorsanız söylemlerinizin farkında olmalısınız ve benim yaptığım egzersizi her gün yapmalısınız, zamanla bunun nasıl da otomatik olduğunu göreceksiniz.

Bir başka örnekte; Aren'e bugüne kadar hiç yanlış yaptın demedim, hiç mi yanlış yapmadı elbette her gün yanlış yaptığı şeyler var ama biz daima sanırım doğru olmadı dedik; doğru kelimesini yani olumlu bir cümleyi duyan beyinin daha işbirlikçi ve daha öğrenmeye yatkın olduğunu göreceksiniz.

Diğer örnekler:

Aren bu çirkin bir davranış- Aren bu güzel bir davranış değil. (Çirkin kelimesinin duyduğunuzda nasıl hissediyorsunuz, güzel değil dendiğinde. Şahsen güzel değil beni daha çok etkiliyor)

Bu yaptığın çok kötü bir şey. Bu yaptığın iyi bir şeye benzemiyor.

Beni çok üzdün- Bu davranışın beni mutlu etmedi. (mutsuz etti bile demiyorum)

Bir günün sonunda teraziye bir bakın; çocuğunuza kaç kere yapma etme olmaz demişsiniz, kaç kez iyi güzel ve doğru yaptığı şeyleri tekrarlamışsınız. Bunları yine yazın ve büyük resmi görün. Çocuğunuzla, sevdiğiniz insanlarla birlikte olduğunuz her an terazinizin olumlu kısmı daha dolu olsun, her şeyin nasıl daha iyiye gittiğine göreceksiniz.

Bir kez bunu yapmaya başladığınızda ve işlerin daha da iyiye gittiğini gördüğünüzde bu tutum sizin bir parçanız haline gelecek!



 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

10.12.2013

Pozitif Düşünmek ya da Düşünememek

Bundan böyle haftanın 1 günü kişisel gelişim ile ilgili yazayım dedim, ne dersiniz? Yok yazma ilgimi hiç çekmiyor diyorsanız da yazacağım ama yine de severek okuyacağınızı bilmek beni mutlu edecektir; istemeseniz de niye yazacağım, çünkü en çok kendim için yazıyorum; hani şu yazarak sınava hazırlanan öğrenciler gibi ;)



İnsanı pozitif düşünmekten alıkoyan yegane şey endişeleridir. Ve endişe öyle bir zehirdir ki beyni yavaş yavaş yiyip bitirir. Pozif düşüncenin gücünü ve önemini unutan veya önemsemeyen insanlar hayatlarında sürekli problem çözmekle uğraşan ama bir türlü yol alamayan insanlar haline dönüşürler 

Hepimizin sahip olduğu genel endişeler ve bunlara çözüm yollarına bakalım birlikte. Tüm bunların dışında size özel endişeleriniz var ise bunları yazmanızı ve üzerine düşünmenizi öneririm; çözüm yollarını içinizde bulamıyorsanız, pozitif düşünce sahibi bir arkadaşınızla, olmadı bir uzman ile görüşebilirsiniz. 
1. Zamanım yok:  İşimi bitirmeye zamanım yok, arkadaşlarımı aramaya zamanım yok, evi toplamaya zamanım yok; yok da yok, liste böyle uzayıp gider. Ve tüm bu zamansızlık sizi endişeye sürekler, dolayısıyla da pozitif düşünmekten de alıkoyar. 
Çözüm: Her zaman önce kendiniz, sonra aileniz & dostlarınız ve zevk aldığınız şeyler için zaman yaratmalısınız. Bunu ben de biliyorum peki nasıl derseniz; cevabı net ve basit: planlı olmak; bunun içinde önerim yazılı bir biçimde planlama yapmak; bunu ev kadını olsanız bile yapmalısınız. (Planlama ipuçları bir başka yazının konusu olacak)
2. Rekabet: Günümüzde herkes bir şekilde rekabet içinde; belki sizde buna dahilsiniz ama farkında bile değilsiniz belki de rekabet hayatınızda söz konusu değil ki o zaman çok şanlısınız; pozitif düşünmenizi engelleyecek bir genel maddeyi es geçmi oluyorsunuz. Sosyal medyaya ucundan kıyısından bulaşmışsanız ve anneyseniz bunu çok net görürsünüz; annelik bile rekabet konusu olmuş durumda. En bi anne, en iyi anne. 
Çözüm: Böyle bir durumun içindeyseniz durun ve hayatınızdaki yerinizi düşünün. Sizi mutlu eden şeyleri sıralayın ve onlara odaklanın. Rekabet, hele de kendinizi başkalarıyla kıyaslamak negatif düşüncenin ta kendisidir ve size bir yararı olmaz. 
3. Aynı anda bir çok şeyi yapamazsanız: Genel olarak insan zihni tek bir konuya odaklanabilir; aynı anda bir çok işi yapmaya çalışmak hem yapılan işlerin kalitesini düşürür hem de işin sonunda herşeyin yarım kalmasına sebebiyet verir. Ve bu büyük bir stres kaynağıdır. Annelerin genel bir sorunu olduğunu düşünüyorum; aynı anda o kadar çok şeye yetişmeye çalışıyoruz ki hangimiz bunun strese sebebiyet vermediğini söyleyebilir ki?
Çözüm: Bu işin tek ve yegane çözümü öncelik sırasını belirlemek; bu zihniyeti hayatınızda oturtmadan önce hergün sabah kalktığınızda yazılı planlama yapmanızı öneririm size. Önemli işler, acil işler, önemsiz işler gibi. Yazılı olmanın faydasını göreceğinize eminim.
4. Sağlık ve Para. Paranız ve sağlığınız olsa bile ya yarın olmazsa endişesini mutlaka yaşarsınız; ve olmama ihtimali ciddi depresyon sebebidir. Sanırım özellikle ebeveyn olup da bu endişeyi yaşamayan yoktur. 
Çözüm: Paranın bir hedef değili araç olduğunu daima hatırlayın. Hayatın size zevk veren yanlarına odaklanın; ve sahip olduğunuz sağlık para koşullar için daima şükredin.
5. Yaşlanma: Gençlik; ister doğal olarak genç olun isterseniz de bakımla genç gözükün, son yıllarda en çok üzerinde durulan konulardan biri de bu; çünkü insanlar genç görünürlerse aynı zamanda mutlu ve başarılı gözükeceklerine inanıyorlar; hatta bu nedenle 25 yaşında ilk kırışlığı ile karşılaşıp mutsuz olan hemen botoks yaptırması gerektiğine inanan insanlar var.
Çözüm: Kaç yaşında olursanız olun; ister bebek ciltli iser kırışıksız olun pozitif bir düşünce yapısına sahip değilseniz kesinlikle güzel ve genç görünemezsiniz. Ama ister kırışık sahibi olun ister de yaşlı; pozitif düşünceye sahipseniz bunun enerjisiyle herkese güzel ve genç gözükeceğiniz kesin. 
6. Bilgi sahibi olma: Günümüzde herkes herşeyden haberdar olmak istiyor; ya bir haberi belki de dedikoduyu kaçırırsam, ya ne olduğundan haberdar olmazsam.... 
Çözüm: Sadece gerçekten ihtiyacınız olan bilgiye sahip olmak için çaba gösterin. Herşeyden ve herkesten haberdar olmak isteği insanı endişeye ve sıkıntıya sürükler. tam da sosyal medya bağımlılığına bir örnek. Twitteri her 10 dk bir güncellemek, haber sitelerini dakika başı bakmak... Hepsi ya bir şey kaçırırsam telaşından...
7. Değer yargıları: Bir çok insan bir şekilde hayatının ters gittiğini düşünüyor. Bunun yegane sebebi de etraflarındaki insanların ne düşündüğü veya ne düşüneceğiyle ilgili. Bu da bir çok insanın kendi bildiği gibi kendisi gibi davranmasının önünde büyük engel. 
Çözüm: Başkalarının ne düşündüğünü veya ne düşüneceğini unutun lütfen. Bu kendi hayatınızı riske atmaktan başka bir şey değil. Sizin nasıl hissettiğiniz etrafınızdakilerin nasıl hissedeceğinden çok daha önemli 
8. Sevgi: Sevgi insanın bir şekilde endişe ettiği bir durum. Sevgiye sahip olduğunuzda onu kaybedersem endişesi, sahip değilseniz ya hep yanlız kalırsam endişesi ve var olan sevgiyi kaybettiğinizdeki haliniz. 
Çözüm: Hani bir söz vardır; yarını düşünsekte gelecek düşünmesekte, o yüzden endişe etmeye hiç gerek yok; sahip olduklarınızın tatını çıkarmaya odaklanırsanız yarın geldiğinde hala herşeyin yolunda olduğunu göreceksiniz. 
9. Kazalar: Her an her dakika bir kaza haberi duymak mümkün. Trafikte olduğumuz her an da risk altındayız ve bunun endişe yaratmadığını söylesek yalan olur; özellikle sevdiklerimiz ve evlatlarımız adına. 
Çözüm: Korku ve endişe insana asla kendini iyi hissettirmez; bu nedenle en iyisi pozitif düşünmek ve Tanrısal güce tam anlamıyla teslim olmaktır. endişe etmek yerine pozitif düşünüp Allah'a teslim olmak kesinlikle daha iyi hissettirecektir. 
10. Hava durumu: Komik ama böyle; hava durumuna göre ruh halini belirleyen insanların sayısı çok fazla. 
Çözüm: Çözüm de komik olacak ; hani bir söz vardı: Havalar nasıl olursa olsun sizin havanız iyi olsun diye. İşte tam da böyle; elbette bilimsel olarak da kanıtlanmış, güneşli ve güzel havaların insanların mutluluk hormonu üretmesine vesile olduğu ama yine de her mevsimin tadı çıkartılabilir. yine devreye pozitif düşünce giriyor. Hava kötü diye gününüzü ve kendinizi kötü hissetmeyi mi tercih edersiniz yoksa o hava koşullarında bile ufakta olsa güzel birşey bulmayı mı? 

Tüm bu ve benzer endişeler hayatımızın her gününde var; hepsini engellemek mümkün değil. Ama daha az düşünmek ve bu endişeler akla geldiğinde farkedip, tamam bunun farkındayım ama iyi, güzel ve pozitife odaklacağım demek ve bunu seçmek sanıldığı kadar zor değil. Pozitif düşünce biçimi başarının ve mutluluğun anahtarıdır. Bir kez bu düşünceyi seçip, benimserseniz o anahtarı elinizden asla bırakmazsınız. Pozitif düşünceye açık olun ve negatif düşüncelerin sizi ele geçirip, sizi kontrol etmesine izin vermeyin. 


5.12.2013

Kendini Seversen İstediğin Gibi Bir Anne Olabilirsin





Bugün tam da son zamanlarımızla ilgili yazmaya karar vermişken ve yazının ekseni tam da Nilüfer hanımın bu yazıdaki (http://www.hthayat.com/yazarlar/nilufer-devecigil/1018053-saldirganligin-altindaki-hayal-kirikligi) bahsettiklerinden ibaret olacakken karşıma bu yazı çıkıverdi; son zamanlarda sürekli karşıma çıkanları yazsam sanırım inanmazsınız; ben ise sadece gülümsüyorum; çünkü biliyorum, geçtiğimiz günlerde yazdığım Nadas yazısındaki halde kaldığım sürece mucizeler daima beni bulacak. 




"Sabretmek bir ebeveynlik şekli değil. Eğer sabrediyorsam kendi iç hallerime dikkat etmiyorum demek"

Son 5 yıldır kişisel gelişimle ilgili hangi kitabı okusam, hangi bilgiyi bulsam; gittiğim seminerler, danıştığım bilge insanlar, hep aynı şeyi duydum, okudum ve öğrendim. Önce sen! 

Sorun her ne ise önce kendine bakmalısın, ilk anlamaya çalışacağın şey kendinsin, ilk değiştireceğin, ilk iyileştireceğin şey kendinsin. Zaten bunu başarmaya başladığında göreceksinki sorunun her ne ise; ya yok artık, ya çözümü bulmussun ya da artık sorun olarak görmüyorsun. 

Anne olduğumda bildiğim herşeyi unutmuştum; ama en çok da kendimi unuttum. Bir sorun mu var, tamam o halde Aren'e bakacağız, tamam o zaman çocuk gelişimine bakacağız, tamam o zaman çözümü dışarıda arayacağız. Klasik çocuk gelişimi ve çözümlerinden sonra yine okuduğum, danıştığım insanlardan öğrendiklerimin toplamını çok basitçe şu 2 noktada toplayabilirim. 

  • Tüm bunlar olurken ben ne hissediyorum? (Bu tek bir soru gibi gözükürken aslında nerdeyse alt kırılımından 10000'lerce soru çıkabilir. )
  • Benim çocukluğum nasıldı? 
Ben değişirsem çocuğum değişecekti; uzunca bir süre buna direndim, aklıma yatmadı. Kendi çocukluğum mu? Yani elbette hüsranlar, kırgınlıklar ve benzerleri vardı ama iyi bir çocukluktu diyebildim her defasında.

İnsan çocuğu olduğunda kendini silbaştan yazıyor; kendini tanımak, geliştirmek ve iyileştirmek için muazzam bir vesile. 


Aren tıpkı babası gibi çabuk kırılan bir çocuk ve kırıldığında da şiddete başvuran biri; vurmak gibi, elbette vururken ağlamak gibi. Duygularını kontrol etme konusunda oldukça gelişti ama hala kontrolunu yitirdiği zamanlar oluyor. 

Kısa bir süre öncesine kadar sabretmeyi denerdim ve bu hiçbir zaman işe yaramadı; sadece işleri bir süre sonra daha da fena hale getirdi; çünkü sabredeyim derken aslında, elimle baskı altındaki bir şeyi daha da baskıladım ve elimi çektiğim anda tüm şiddetiyle patladı, patladım. 

Ve bir süre önce kendimle ilgilenmeye başladım; sadece kendimle.(Süreç iyice ilerlediğinde bu başka bir yazının konusu olacak. ) Ve empati düzeyimi %100 çıkardım. 

Sabretmeyi bıraktım! Artık yaptığım tek şey sakin kalıp anlamaya çalışmak ama Aren'i değil kendimi. Neden mi kendimi? Çünkü çocuğumuzun ağlamaları, bize anormal gelen davranışları hep içimizde birşeyleri tetikliyor; bunun farkında olalım ya da olmayalım ama bir şekilde tetikleniyoruz ve öfkeleniyoruz, sinirleriniz ve biz de kontrolümüzü yitiyoruz. Aslında öfkelendiğimiz şey çocuğumuz değil zaten tam da bu yüzden öfke rüzgarı geçince pişmanlık ve vicdan azabı duymaya, kendimizi suçlamaya başlıyoruz. Tüm bu olayların içinizde tetiklediği şey ya çocukken yaşadıklarınız, ailenizin benzer durumlarda size gösterdiği tutumlar veya kendi hakkınızdaki düşünceleriniz, elbette olumsuz olanlar, elbette kendi kendinizi inandırdıklarınız. Öfkeli hissettiğimiz için suçlu hissetmeye gerek yok ve bunu sabırla kapamaya; sadece öfkeli olduğumu farketmeye ihtiyacımız var ve nedenini bulmaya, çocuğumuzda değil kendimizde. Ve elbette en kolay yolu seçip bu öfkeyi yansıtmaya. 


En son olan olaydan başlayayım. Dün eve gittiğimde mutlu bir çocuk vardı; oyun oynuyordu ve beni de oyununa davet etti, gayet güzel bir biçimde oynarken annem geldi. Anneme sen git dedi bir süre sonra; bunun sebebinin benimle başbaşa olma isteği olduğunu biliyorum, Aren böyle bir çocuk; herkesle ayrı vakit geçirmeyi istiyor, dahası buna ihtiyacı var; ailece, kalabalık olmayı da seviyor ama bunun için önce 1:1 tatmini yakalamış olması lazım. Annem her zaman yaptığı gibi; "Aaa anneanne anneanne diye bütün gün peşimdesin şimdi annen gelince git mi oldu; peki Aren yarın sabah gelirsin sen anneanne gel diye o zaman da ben sana git diyeceğim" dedi. 

O an Aren'e canım sen benimle yanlız kalıp oyun oynamak istiyorsun öyle değil mi dedim? Evet anne dedi. Annem'e kaş göz yaptım ama nafile; söyleme böyle dedim, çocuk senin bu ben de sana git diyeceğim sözcüklerini anlayacak seviyede değil, duygusal olarak yıpranıyor ve kendini suçlu hissediyor dedim. Bunu ona hissettirme. Annem bildiğini okudu elbette. Derin bir nefes alıp verdim bu da anneannesi ile arasındaki ilişkiydi; bunu da deneyimlemeliydi. 

Annem yukarı çıktı; ve ben eminim Aren suçluluk duygusuyla hemen arkasından çıkmak istedi ve bu isteğini ağlayarak dile getirdi; peki dedim çıktık. Annem elbette ders almamıştı, sen mi geldin, şimdi ben de sana git diyeyim mi dedi; o sırada karşı komşunun kapısı açıldı ve Aren'in arkadaşı Kuzey oradaydı, Aren hemen o eve geçti. Dakika 1, Kuzey Aren'e tekme attı. Aren bozuldu sadece, sonra Aren'in oynamak istediğine Kuzey izin vermedi; Aren kuzeyin saçını çekti, Kuzey Aren'in ve ben o ortamda durmak istemedim; Aren'i aşağıya indirdim.

İndik gayet iyiyken, mısır patlatalım anne dedi. Peki dedim; mutfağa gittik; mısırın hepsini dökmek istedi; peki ama bu şekilde patlamaz dedim, yine de döktü sonra döktüklerini başka kaba aktarmasını istedim, aktarırken kabın yerini değiştirmek istedim, ona kolaylık olsın diye. Ne oldu dersiniz? Deliler gibi ağlamaya başladı, deliler gibi. Ne istediğini bilmiyor; ama biliyorum o anda sadece anneannesinden ve Kuzeyden gördüklerinin yükünü taşıyamaz halde, duygusal olarak yara aldı ve bununla nasıl başa çıkacağını bilemiyor. 

Ağlarken onun seviyesine inilmesinden hiç hoşlanmıyor Aren; sevmiyor o yaklaşımı, kucağa da gelmeyi sevmiyor. Sadece orada durdum; sabretmeyi denemedim bile; Aren'e de peki tamam sanırım stres altındasın, üzüldün birşeylere ve sadece ağlamak istiyorsun dedim. Tamam ben burdayım, kucağıma gelmek istersen gel, birşey yapmak istersen söyle, ağlaman beni rahatsız etmiyor burada seninleyim dedim. (bunları bir kerede değil ara ara söyledim, sakin bir ses tonuyla)

Kırılsaydım ben de ağlamak isterim; bu ağlama 45 dk sürdü; ve bir annenin üzerindeki etkisini iyi biliyorum. İşte o ağlarken ben kendimi düşünüyordum; bu olay 1-2 ay önce yaşanmış olsaydı; sabırlı olmayı seçerdim ve sinirden kendimi yer bitirir kendimi bitirdikten sonra dolaptaki tatlı, çikolata gibi şeyleri bitirir, üzerine yemeği dibine kadar yer, elbette Güray'a sarar ve Aren'e de bağırırdım o an bağırmazsam bile bir başka anda tıpkı onun yaptığı gibi sebeb hiç de mısırları koyacağı kavanozu çekmem değilken, ona bağırır ve offf Aren offf derdim. 

Oysa dün sadece anlamaya çalıştım onu, kendime bakarak. Ağlıyor diye bir çocuğa kızılır mı? Öfkelenirlir mi? Aren'in yaşlarını hatırlamıyorum ama kendimi bildğim zamanlarda; annemlere göre sebebsiz yere ağlıyorsam odama gidip ağlayabilirdim ve ağlamam bitince yanlarına gidebilirdim, bunda ağlayacak ne vardı ; muhtemelen ben yaşlardaki herkesin duyduğu beylik cümleler; Arenin dün yaşadığını ben yaşamış olsaydım annem gururumun incdiğini, bozulduğumu, o yükü taşıyamadığımı düşünmeyecek; durduk yerde ağladığıma inanacaktı, belki de sadece sıkıntıdan şımarıyor olacaktım ve bana odana gidip ağla, ağlayacak bir şey yok bunda diyecekti. 

Dün bu durumda kaldığımda içimdeki o duygunun tetiklenmesine rağmen sadece farkındalıkla kaldım ve kendimi sevdim. Tamam Tüten dedim; sadece ağlıyor çünkü incindi ve bunu şuan seninle sohbet ederek değil ancak ağlayarak çözebilir. Buna ihtiyacı var, sakin kal şimdi ve senin o çocukken ihtiyacın olan şeyi kendine ver, ver ki Aren'e de ver. 

Bir ara öfkeleneceğimi düşündüğümde, mutfaktan çıktım ve IG'yi açıp 2-3 güzel foto baktım; Güray'a seninkinde stres tavan diye mesaj attım; yanına geri döndüm, şimdi sarılmak ister misin, ben sana sarılmayı çok isterim dedim. Başını ve o sümüklü burnunu omzuma dayadı ve içini çeke çeke durdu oracıktı; görmedi ama benim de gözlerimden yaşlar süzülüyordu ve ikimizi de seviyordum; başını kaldırdı beni öptü ve anne kek yapıcam dedi. Peki dedim gitti kilerden malzemelerı aldı ve keki yapmaya başladı. Rahatlamıştı, rahatlamıştım. 


Uzun lafın özü; kendinizi keşfe çıkın, çok şeyin değiştiğini göreceksiniz.