27.05.2013

Acaba Yeni Bir Döneme mi Giriyoruz







Geldi yaz ayları başladı tuvalet yazıları :)


Ben tuvalet eğitimine inanan biri değilim. Aslına bakarsanız "eğitim" kelimesine de artık gıcıyım. Çocukların temel konularda eğitime ihtiyacı olmadığına inanıyorum (yemek, uyku, tuvalet) Bunlar zaten doğal gelişimin parçası ve öğrenilebilir şeyler bana kalırsa. Öğretmekten yanayım ama fazla müdahale etmeden, eşlik ederek. Sinyalleri iyi alıp ona göre eşlik etmekten bahsediyorum. 

Araştırmaya ve öğrenmeye hem meraklı hem de açık biriyim; buna rağmen tuvalet eğitimi ile ilgili hiçbir araştırma vb yapmadım. İnanmıyorum çünkü, başında da belirttiğim üzere. Hep, bence 3 yaşa kadar yolu var dedim. Yakın bir arkadaşımın tuvalet macerasını dinlediğimde, biz  birlikte tuvalete girdik, ne yapıyoruz, nasıl yapıyoruz hep şahit oldu ve bence bu da bizim işimizi çok kolaylaştırdı demişti. Bu söyledikleri benim aklıma yatmıştı; dolayısıyla benim de tek dikkat ettiğim bu oldu. 

Aren özellikle  benimle birliktedir tuvalette, çok tercih ettiğim ve allahaşkına hadi birlikte girelim dediğim bir durum değil aslında. Yani bir orada kendimle başbaşa kalacağım ona da fırsat yok. Ama tutturunca hele de evde yanlız olunca başka çare de yoktu. Madem girecek benimle o zaman ben de bu durumu  fırsata çevireyim dedim ve her seferinde olan biteni yaptığımı ettiğimi anlattım. Elbette oturup beni can kulağı ile falan dinlemedi. Ama biliyordum, o cümleler bir şekilde aklının bir köşesinde duracak. Her seferinde bir gün canın istediğinde sen de bezin yerine tuvalete yapacaksın dedim. 

Yaklaşık 1 aydır Aren'e bir heves geldi; tuvalete oturma, sifonu çekme gibi. Yine 1-2 ay öncesine denk geliyor, her banyo sonrası kaçıp tuvaletini yere yapmaya bayılır oldu. Yapıp çişşş çişşş diyerek naralar attı. Kakasının geldiğini söyleyip klasik çocuk hareketi bir yere çömelip kakasını yapıp, kaka bitti diyordu. 

18-19. aylarda Aren sürekli "ben" demeye başladı. Kim ne yapıyorsa ben ben... Elbette bu durumu da fırsata çevirdik. Bak baba ayakkabısını giymiş. Aren ardından, ben ben. Aaa tabii ki sen de giy, hadi oturda giy canım. Ben ben diğdim :) gibi. Tuvalet konusunda iyice merakı da böyle başladı. Çişi geldiğinde çişşş diyerek tuvalete koşmaya aç aç demeye başladı; bazen oturup yaptı bazen sırf sifonu çekmek için bu numaraya başvurduğunu anladık. Geçtiğimiz hafta önce birazını yere sonra da tuvalete yapmaya başladı. Yardımcımız açık bırakayım mı Tüten hanım, arada açın, yaparsa da yere falan hiç üstünde durmayın, zorlamayalım da nasıl olursa olsun dedim. 

Aynı şekilde gün içinde de biraz yere arada tuvalete falan yapmış. Sanırım eğitimlerde fazla çoşku göstermeyin deniliyor, ama biz hep çok çoşku gösterdik, yere yapsa dahi. Ooooo alkış, bravo Aren, helal sana şeklinde. Oldukça hoşuna gittiğini de söyleyebilirim.

 Hani diyorlar ya çocuğu doğal olarak yaptığı şeylerde alkışlamayın, fazla takdir etmeyin. Gereksiz alkış da iyi değildir, sonra çocuk hep bekler, ve daha bir sürü dezvantajından bahsediliyor. Bana cahil diyebilirsiniz, istediğinizi demek de özgürsünüz, ama ben buna da inanmıyorum; varsın doyasıya alkışlansın, doyasıya takdir görsün ailesinin içersinde. Bizim ona öğreteceğiz şey de bu takdiri ve alkışı dış dünyada her zaman bulamayacağı olsun. Ben çocukların güvenli bir limana ihtiyaç duyduklarına ve bu limanın da ailesi olması gerektiğine inanıyorum. Dışarıda yeterince takdir göremedi mi koşssun gelsin limanına, orada takdir göreceğini bilecek nasıl olsa. Şımarık olmaz ailede takdir görüyor diye veya vay be ben neymişim demez, eğer sen bunu olması gerektiği gibi verip ona da açıklarsan. Ya napalım, sırf hayat adil değil diye sırf hayat yeterince zorlu ve buna alışsın diye elimizi ayağımızı bu anlamda çekelim mi çocuktan. Yok ben buna inanmıyorum arkadaş!

Neyse konumuza dönelim; evde bezini taktırmamaya başladı Aren. Don giy demeye başladı; çünkü neden, anası, babası, Koko (amcası), anneannesi,babaannesi, dedesi don giyiyordu, Aren giymesin olur mu hiç :). Babasını veya beni iç çamaşırla görünce hemen soruyordu; bu bu? Bizde işte bu don falan diyorduk ve sırayla soruyordu; Koko don? Evet Koko'da don giyiyor, anneanne don? Evet anneanne de don giyiyor, dede don, evet dede de don giyiyor. Çişini kakasını tuvalete yapanlar don giyiyor kuzum. Ben bennnn? Sen daha don giymiyorsun kuzum, bezine yapıyorsun ya. Ben don don!!! Ehh el mahkum gittik Dinozorlu donlar aldık, ondan önce de geçen seneden boy olarak düdük kadar kalmış şortlar için bak senin de donların var dedim ve giydirdim :)


Cumartesi günü tüm gün çimlerdeydik. Dışarı çıkarken altını bağlamayacak kadar cesur bir ana olamadım henüz. Bağlarken de bunu açıkca söyledim Aren'e. Dışarı çıktığımız için gel bezini bağlayalım, çişin gelince söyle sen bezini çıkarırız diye. Temam dedi :) Çimenlikte babasıyla oynuyorlardı. Birden babasına çiş çiş demiş, ben biraz uzaktaydım, Güray, Tüten çişim geldi diyor dedi; hemen pantolonunu indirdik bezini açtık ve yap şimdi dedik: Sonuç yukarıda resimdeki gibi oldu :)

Çimlere işediysek n'oldu yaniii. (bir daha altını giydi mi sizce :))


Dün de dışarı çıkarken bezini taktırmadı ve dışarıda da altına yapmadı; eve geldiğimiz sırada içeri girmeden çiş dedi ve yere yaptı. Evde 2 kere yerlere yaptı sonrasında duş zamanıydı ve uyku öncesi  hadi gel bezini takalım, uyurken seni kaldırıp rahatsız etmiyeyim sabah don giyeriz dedim, temam dedi. 

Velhasıl, biz de yeni bir dönem başladı mı bilemiyorum. Bugün'e bez takmayarak başladık, yaşayarak öğreneceğiz durumu. Hiç kasmıyorum, yarın bez takalım derse geri takarım. Geceleri bir müddet kuru kalkana kadar da bezini takarım. Diyeceğim o ki bence çocuğa güven en önemlisi. Asıl güvenilmediğinde, ay nasıl olacak dendiğinde çocuk iyice stres oluyor. 2,5-3 yaş arası hala söylemek istemiyor ve bir şekilde bezlenmek istiyorsa da sanırım o durumun altındaki nedenlere bakmak en doğrusu olur. Mutlaka bir çekincesi, korkusu vb vardır zaten onu bulup onu çözdükten sonra gerisi gelir diye düşünüyorum. En geç bezi bırakan çocuk kaç yaşında bırakmıştır bilmiyorum, benim çevremde en geç bırakan çocuk 3,5 yaş ki bence bu bile gayettt doğal. Çocuklar işini bilir, güvenelim onlara serüvenlerinde eşlik edelim yeter bence. Bizden bekledikleri eğitim değil, onlara eşlik etmek ve güvenmeniz bana kalırsa. 



24.05.2013

Her Ev Bir Okul Aslında


Ev okulu diye birşey var biliyorsunuz, hadi havalı olayım inglizcesini söyliyeyim Home Schooling  Ne yeni birşey ne de büyük bir buluş bana kalırsa. Artılarıyla eksilerini karşılaştırdığımda benim terazimde eksileri hep daha ağır basıyor bu yüzden kendi çocuğum adına hiç düşünmediğim birşey. Aşağıdaki tabloda ev okulu ile bildiğimiz okulun artı ve eksileri özetlenmiş.




Konuyu en kaba haliyle anlatırsam; çocuk anaokuluna ve hatta ileride okula falan gitmiyor; yurtdışında bir çok ülkede ev okulu uygulaması yasal olarak da uygulanabiliyor, prosedürünü nasıl olduğunu araştırmadığım için bilemeyeceğim. (Yanılıyorsam da biri beni düzeltsin lütfen) Anne çocukla birlikte evde bir plan dahilinde hatta nasılki okullarda haftalık program olur, sahi hala o uygulama var mı, işte öyle haftalık bir program oluşuruyor ve çocuğu ile birlikte o programı uyguluyor. Vallahi nasıl disipline oluyorlar, nasıl beceriyorlar bilemiyorum. Şahsen ben yapamazdım dahası yapmayı da hiç mi hiç istemem. Benim incelediğim tüm kaynaklarda ev okulun en büyük dezavantajı olarak çocuğun sosyalleşmesindeki eksiklik gösteriliyor. 






Özellikle 2-5 yaş arası ev okulu yapan anaların neler yaptığına baktım hem Türkçe kaynaklardan hem de bir çok yabancı kaynaktan; emin olun benim sizin evinizde çocuğunuzla yaptığınızdan çok da farklı birşeyler yapmıyorlar. Sadece adı konmuş ve bir düzeni var o kadar. Ha bir de yaptıklarının neye hizmet ettiğini daha net biliyorlar, misal bunu yaptık böylece el-göz koordinasyonu gelişti gibi. 

Ülkemizde eğitim ve öğretim anlayışının hali ve durumu ortada; içler acısı. Ama eğitim ve öğretimdeki tüm yanlışlara ve dezavantajlara rağmen çocuğumu okula göndermemeyi hiç düşünmedim; çünkü öyle ya da böyle okulun çocuğa fayda sağlayacağına inanıyorum. Eğitim anlamında bir faydası olmayacaksa bile hayata dair çok fazla şey öğrenebilir, eğer evde çocuğa neye nasıl bakması gerektiğini öğretirsen, hayatta başına gelen herşeyi bir fırsat olarak görmesini ilke edinmesini öğretebilirsen, en kötü durumdan bile alacağı ve kendine katacağı çok şey olur. Elbette gönül isterki sağlam ve iyi bir eğitim alsın. Okul hayati çocukları standart eğitmeye çalışıyor ama yine de tüm o standartın içinde çocuk isterse kendini ayrı tutabilir diye düşünüyorum ben. 

Anaokulu konusunda ise farklı düşünüyorum; kendi çocuğum adına şimdilik gerekli görmüyorum, fikrim değişmez ise ilkokuldan önce sadece 1 yıl gitmesinin yeterli olduğuna inanıyorum. Elbette bizim avantajımız anaokulu bir yardımcımızın olması ve gerek apartmanımızda gerekse ailemiz içersinde benzer yaşta çocuklarla sık sık vakit geçiriyor olmamız. Eğer bunlara sahip olmasaydım seneye okula gönderirdim Aren'i. 

Bir de sözüm meclisten dışarı; çocuğun herşeyini kontrol altına almak isteyen ebevenylerin kontrol delisi olduğunu düşünüyorum. Yeterince çocuklarımızla ilgilenmiyor muyuz, yeterince vaktimizi almıyorlar mı? Bence okul işini de biz üstlenmeyelim bir zahmet. Yazının başlığında da söylediğim üzere, bence her ev bir okul aslında. Eğitim&öğretim denilen şey evde başlıyor ve devam ediyor. Okul ise destekleyen, bir anlamda sosyalleştiren ve hadi itiraf edelim ana babanın biraz nefes almasını sağlayan bir kurum. Aynı zamanda hayat anne ve babadan ibaret değil; bana kalırsa çocukların başkalarından da birşeyler öğrenmeye ihtiyacı var. 

Evde çocuğu ile gelişigüzel oynayan, bir planı olmayan anneler de çocuklarına çok şey katıyorlar bana kalırsa, dedim ya her ev bir okul aslında!



Hahaha çok güldüm



Motivasyon Cuma'sı




Hatırlar mısınız ilkokulda bir şarkı söylerdik (Bu arada ben 35 yaşındayım ve kendi yaş grubuma hatırlar mısınız diyorum yaşı 20'li civarda olanların hatırlamaması gayet dogal,tuhaflık siz de değil sevgili genç arkadaşlarım) Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana dönmeli yurdumda :)

Tıpkı o şarkıdaki gibi aslında,  bir düşüncenin tohumunu ekersiniz, zihninizde o tohum bir fidana, fidan ağaca sonra o ağaçta ormana dönüşür . Bugün bir durun farketmeye çalışın zihninize ektiğiniz tohumları. Hayallerinizin tohumunu ekmezseniz zihninize ve ona gerektiği bakımı göstermezseniz gerçek olmasını beklemeyin. Ve hatırlatmak isterim; yabani otlar daha çabuk sarar toprağı ve bu yabani, toprağa zarar veren otlarla başa çıkmanın tek yolu da toprağa daha iyi bakmak ve daha iyilerini dikmetir. 

İşte tıpkı doğadaki gibi olumlu düşüncelerinizi ekmeye ve onlara bakmaya özen gösterin, gerisini de hiç düşünmeyin. 

Sadece  Pazartesi'leri değil bazen de Cuma'ları motivasyona ihtiyacımız vardır öyle değil mi? Gaz'la kendini hadi yapabilirsin




23.05.2013

Sanatçı Kaprisi




Görmemişin çocuğu olmuş tutmuş videosunu çekmiş :) Aren 18 ay itibariyle konuşmaya başladı yani işte her kelimeyi söyleme, kendini daha iyi ifade etme falan. Bekar ve henüz çocuğu olmayan insanlara konuşmaya başladı deyince doğal olarak sen ben gibi konuştuklarını sanabiliyorlar. Yok öyle olmuyor, bilenler bilemyenlere anlatabilir :)



Neyse efenim bu ay itibariyle de anladık ki geçen ay konuşması hiçbirşeymiş. Ay bunun 19 ay itibariyle ki henüz 1 hafta oldu, bir dili çözüldü bir konuşmalar bir lafa laflar cevap vermeler. Mesela geçen gün babası birşey istiyor bu da evde bekleeeeee beklee baba falan diyor. Bir de 1 haftadır babammmm annemmmm canımmmm falan demeye başladı. Ee tabi bizim ağzımız kulaklarımızda bununla sürekli konuşuyoruz ve konuşturuyoruz. Bu bir konuşssun hiç susmayacak öngörümüzde tam yerini buluyor. (tabii ki yine konuşmaktan kastım 2-3 kelimeyi bir araya getirmekten ibaret; anne buraya gel, babam odaaa, su ver şunu getir anne bura otur hadi oyna gibi. Bir de her duyduğunu tekrarlıyor, ağzımızdan çıkanları süzgeçten geçirmessek sıçtık ki mesela bunu duysa hooop sıçtık derdi :)))) 



Geçen hafta annem ve Aynur hanım bizimkine Benim Annem Canım Annem şarkısını öğretmişler, bana anneler günü süprizi olarak, benim annem güzel annem diyor ve bunu vücut diliyle de eller, kollar, surat yapıyor, şarkının bu kısmından sonrasını sözlü olarak söylemiyor ama hareketlerle yapıyor ve inanılmaz tatlı oluyor; şarkı bitincede gelip beni öpücük yağmuruna tutuyor. Evimizdeki şarkı listesinin en başında tahmin edersinizki bu şarkı var; hergün bir posta söyler ki kendisi söylemeye heveslidir. 



İşte dün akşamda anneanne ziyaretinde ay bir söylese de neşemizi bulsak dedik; Güray'a hadi sen şarkıyı söylede ben de videoya çekeyim dedim; hani ilerde anne hiç güzel değilsin derse, ben ona canım dedikçe canın çıksın derse, elimde bir kanıt olsun istedim; daha dün benim annem güzel annem benim annem canım annem diye şarkı söylüyordun diye :)



Aldık elimize telefonumuzu haydi Aren dedik; aaa bizimkinin üzerine bir sanatçı kaprisi çöktü, ıhh ıhhh, hadi oğlum hadi canım bak sana süpriz vereceğiz edeceğiz her türlü rüşvet o bu yok anacım söylemeyeceğim de söylemeyeceğim. Ayy dedik ne sanatçı ruhlu çocuk. Ee napalım biz de pes ettik. Çocuğumuzun başka hünerlerini sergileyelim dedik; yok konuşmuyor o bülbül olan çocuk sosyal medyanın önünde dut yemiş bülbül oldu. Şaka bir yana konuşuyor diyoruz sonra bir ortada giriyoruz bizimkine bir suskunluk çöküyor herşeye ıhhh ıhh falan, vallahi yalan söylemedik vallahi bak konuşuyor aslında diye videoları çıkar göster :) Bilmeyenlere söyliyeyim; bu çocuk milleti bir ortama girdi mi anne babası rezil olsun diye yaptığın aksini yapmaya çok meraklıdır her anlamda. Evde kuzudur dışarıda canavar, evde canavardır dışarıda kuzu. Evde yemek yemez dışarıda aç bırakmışssın gibi davranır. Doğalarında bu var çocukların. 



Videoda bir takım "bok" gibi kelimeler duyacaksınız, şaşırmayınız lütfen. Pek sevgili annem, terbiyeli konuşma takıntısı olan annem, çocuğuma her türlü terbiyesiz şeyleri öğretmekte bir marka halini aldı. Hergün eve acaba bugün hangi şahane! şeyi öğretti diye gidiyorum. Mesela geçtiğimiz haftalarda omzunu kaldırarak banane demeyi öğretmişti de 2-3 gün omuz yukarıda herşeye banane demişti çocuk. 



Bir park&bahçe ziyareti sırasında  Aren yerde köpek pisliği görüyor; ee bizim ülkemiz için çok doğal öyle değil mi? Bu da çocuk illa elleyecek bir analiz edecek falan. Tam yere eğiliyor ki annem sakın dokunma o köpek boku diyor! Sen 100 kelimelik bir cümle kur, 99 kelimen edebli 1 tanesi edebsiz olsun çocuk dediğin o 1 taneyi cımbızla çekiyor. Bizimki de hemen bok bok bok demeye başlıyor. Hav hav küpek bok diyor. Anneme sorarsan dikkati dağılsın da köpeğin pisliğini ellemesin diye yapmış ve başarılı da olmuş. Hımm ama annem insanlar kaka yapar demiş; dolayısıyla çocuğum artık bir dışkı uzmanı :) Kendi yaptı mı kaka der köpek, kedi pisliği gördü mü bok der :) Sokakta durup ağaç çiçek değil bok inceler olduk. Her gördüğünde şöyle: Aaaaa anne bak bok, Aaa anne bak küpek bok, anne bak kedi bok, hayır nerden anlıyor kedi mi yapmış köpek mi onu da bilemiyorum. Hemen arkasından ıhhhh el yok diyor, aferin yavrum böyle hatırlat kendine diyorum içimden. Sonra da tamam Arenciğim o köpek pisliğini bırakalım ve gel şuradaki çiçeğe bakalım diyorum; benden bok lafını duyana kadar kıpırdamıyor, hay yarabbim, Arenciğim o boka bakmayı bırak ve gel deyince yanımda bitiyor. 




İşte böyle... Şimdi sizi sanatçı kaprisi başlıklı video ile başbaşa bırakıyorum. Yazıyı okumayıp hoop videoyu açarsanız olmaz kırılırım, darılırım bak :) Sesim için özür dilerim ben de sanatçı ruhu yok n'aparsın. (videonun sadece linkini ekleyebildim;nedense bulamadı blogger acaba neden :))







22.05.2013

Hayale Bak Sen!

Akdeniz Teras Oda


Patara Prince en çok kalmayı istediğim otellerden biri; eskiden beri mail kutuma düşer durur ve ben hep maili Güray'a yönlendiririm gitsek ya mesajımla. O da hep işallah, tamam ayarla gidelim falan der. Kocacığımın hakkını yemiyeyim böyle süprizler falan yapar, organizasyonda yapar da nedense burası için hiç böyle birşey yapmadı. Yahu maili sana yönlendiriyorsam bir kadın olarak alt metnim hazırdır di mi :) Hadi ayarla da gidelim demek istiyorumdur di mi :)



Bugün Patara Prince'dan bir mail daha geldi; Eşşiz Suitlerimize Bir Yenisi Daha Ekledik diye; görsellerden biri yukarıdaki gibi. (Siz bu görsele bakmayın gidip web sitesinden bakın da görün güzelliği)

Ve ben bu fotoğrafı görür görmez şöyle diyorum; ayy Aren bu odaya bayılır; odadan bir çıkacak havuz, aşağıda deniz oda yayla gibi. Hemen Güray'a mail'i yönlendiriyorum, ölmeden önce buraya seninle gitmek istiyorum diye. Güray da bir haftasonu kaçamağı yapalım Aren biraz daha büyüsün de diyor. Ben de geri cevap yazıyorum. Ya aslında ben Aren'le gitmeyi hayal ettim; düşünsene Aren nasıl bayılır diyorum. Güray da tamam işte ben de Aren'le gitmeyi hayal ettim, o yüzden biraz daha büyüsün dedim ya diyor. Niye ki diyorum; ya şimdi atar kendini kontrolsüz havuza falan diyor :)


Aslında diyeceğim o ki; bize neler olmuş böyle ya! İnsan bu fotoğrafları görünce sevgilisiyle tatil düşünür, sevişmek düşünür, o havuz için başka başka şeyler akla gelir :) Yok yok Güray'la benim acilen çift terapisine gitmemiz lazım :))) Aslında iyi bir çiftsizdir de aklımız yaramaz şeylere de çalışır ama böyle de her fotoya bakıp insan çocuğunu da katmaz ki. Aren yavum çık aramızdan, hadi çocuğum hadi canım benim!



Gidip kalan varsa deneyimlerini dinlemek isterim bu arada, göründüğü kadar güzel mi?



Bana Arkadaşını Söyle Sana Kim Olduğunu Söyliyeyim III



Bu yazı dizisinin nasıl ortaya çıktığını biliyorsunuz öyle değil mi :) Bilmiyorsanız da bir tık'la öğrenebilirsiniz: Tık tık.

Bugün Öznur ve yakın arkadaşı Esra bizlerle. Önce Sahneye Öznur'u alalım ;)

Öznur ve tatlişkosu Emir



Öznur seni tanımayanlar için kısaca kimlik bilgilerini alsak; şaka şaka kısaca kendini tanıtır mısın ?

85 doğumluyum.İstanbulda yaşıyorum,kasım 2011den beri de anneyim.


Kendini nasıl bir anne görüyorsun? 

Bazen çok rahat,bazen çok ayrıntıcı,biraz geleneksel,biraz modern yani kısacacı ortaya karışık bir anne olarak görüyorum :)


Sence annelikte en kuvvetli yanların neler?

Bence rahat oluşum.Emir’i elimden geldiğince kısıtlamamaya çalıştım.Emeklemeye başladığı andan itibaren istediği gibi hareket etti.Dışarıda da elimden geldiğince özgür bırakırım.Düştüğünde hemen yanına gitmem,kendi kalksın isterim.Canı çok yanmadığı ve can yakmadığı sürece müdahale etmemek için elimden geleni de yaparım.Annem için bu bir eleştiri meselesi olsa da,benim içimin rahat ettiği konulardan biridir.Kendini korumayı ve kendine güvenmeyi bilmesi benim için çok önemli.


Peki ya en zayıf yanların?

Emire karşı çok rahatken,onunla ilgili şeylere takıntılı olabiliyorum.Bir dönem her söylenene kulak asıyordum.Mesela birkaç kişi arka arkaya zayıflamış desin,o günü kendime zehir ediyordum.Her okuduğumda kendimi üzecek bir şey buluyordum.Emir bebekken çok mutluydu,çok sakindi ve çok çok nadir ağlardı.Bunu bile kafaya takıp araştırmışlığım vardır.Daha bir sürü zayıflık sayabilirim ve eminim Emir 20 yaşına geldiğinde de sayabileceğim bir çok madde olacaktır.Annelik yaşadıkça 
öğrenilen,farklılaşan bir şey.İlk zamanlar ilke belirlediğim şeylere şimdi gülüp geçiyorum.


Anneliğinde kendini en çok ne ile suçlarsın veya en çok ne yaptığında vicdan azabı çekersin?

Her an,her şeyle suçlayabilirim.Dün aferin bana dediğim konu için,bugün vicdan azabı çekebilirim.Annelik = delilik hali.


Annelinde kendini en çok hangi yönünle takdir edersin, arada bir içinden, ne yapınca, vay be ben de iyi beceriyorum bu işi dersin?

Emir’i insanlardan sakınmayışımla gurur duyarım mesela. Anne olmadan,annelik hiç ilgimi çekmemesine rağmen etrafta çocuğuna cam bir fanustaymışçasına davranan ebeveynler görürdüm ve kızardım kendimce.Allah’a şükretmem lazım ki bana bu konuda tükürdüğümü yalatmadı:D Kendimi takdir edemiyorum ama oğlumun her daim gülen yüzü bana kendimi iyi hissettiriyor,sanırım bazı şeyleri doğru yapmışım dedirtiyor.


Anneliğine dair eklemek istediğin neler var? 

Anneliğe dair o kadar eklenecek söz var ki..Bir başak burcu olarak mantık ağırlıklı bir insandım.Emir’le birlikte bambaşka sıfatlar eklendi sanki bana.İçim bir anda coşup,bir anda hüzünle dolabiliyor.Onun uyurken ki o masumiyeti bana daha önce hiç yaşamadığım duygularla gözyaşı döktürebiliyor. Dünyanın en başka duygusu,Allah isteyen herkese nasip etsin..



Öznur'u anneliğim sayesinde tanıdım ve onu tanıdığım için çok mutluyum.  Annelikle ilgili söylediği her cümleye de katılıyorum ama beni en çok vicdan azabıyla söyledikleri çok etkiledi ve ne kadar doğru dedim; sanırım tüm anneler böyle düşünüyordur öyle değil mi? "Her an,her şeyle suçlayabilirim.Dün aferin bana dediğim konu için,bugün vicdan azabı çekebilirim.Annelik = delilik hali."

Şimdi de sahne sırası Esra'da.... 

Öznur ve kankası Esra ;) Ne genç ve güzel kızlar di mi :)


Esra bu yazı dizine katıldığın için çok teşekkürler. Seni biraz tanımak isteriz ve Öznur'la olan arkadaşlığını bize anlatır mısın ? 
 
Öznur'la aslında ilk gözümü açtığımdan beri arkadaşız:) kimse daha eski olamaz benim için :) Aslında kendimizin bile anlayamadığı uzaktan bi akrabalığımız var; ama kuzen, akraba,arkadaş sıfatları bana onu anlatmak için ya da bizi anlatmak için az hatta çok az kalır. O benim için belki bi abladan daha öte bi arkadaş ve dost oldu her zaman. Bazen bunca yıl çocuklukta dahil benim gibi kıskanç birinin niye hiç onu kıskanmadığını hatta aksine hep onun için daha iyisini istediğimi kendime sormuyor değilim:) Aslında pek normal bi arkadaşlığımızda yok yani; çünkü kıskançlık bi tarafa birazda kavgacı, asabi, ağresif biri olarak nasıl oldu da Öznurtoşla hiç kavga etmedim hatta tartışmadım bile enteresan ötesiydi:) İşte vallaha Öznurtoş benim gibi biraz deli bir insan ile tam 25 yıldır normal bi arkadaşlık yapmayı başaran nadide ve bulunmaz temiz kalbi ile parmakla gösterilesi gerçek ama gerçek bi insandır...


Ne güzel bir tablo öyle değil mi? İki dost ve bir bebek

Sence Öznur nasıl  bir anne Esra?

 Öznur bence mükemmel bi anne tabiki de; ama bunu onu sevdiğim için söylemiyorum delillerim var:) Bir kere çok okuyan ve araştıran bir anne ki bu en güzel özelliği bence. Aslında insanın kişiliği bence anneliğe yansıyan ve anneliğini en çok belirleyen faktör ve Öznur bu yönden  anneliğe bir sıfır önde başlıyor herkese göre. Çünkü o hem sabırlı hem uysal karşısındaki bebişte olsa ona saygı göstermeyi ve onu birey yerine koymayı bilen bir kişiliğe sahip. Olaylar karşısında hep soğuk kanlı ve sabırlıydı ama annelik onu biraz pimpirikli yaptı diyebilirim (ona hep söylüyorum yaklaşık 1 buçuk yıldır:) ) ama ama yine de bir ben olamaz yani bir anne için pimpirikliği abartmıyor aslında itiraf edeyim. Aslında aklıma şimdi çok delil gelmedi:) , ama  her şeyden önemlisi bence sevgi dolu,bebeğine hayran,bana en güzel örnek teşkil eden,anne kavramının içini doldurabilen muhteşem bir anne (ağlamıycammmm) aaa bi de unutmadan fazla duygusallık geldi annelik ile ona ondan da bana yani bilmiyorum teyzelerede geçiyo galiba bu annelikten birkaç nüans:))

Sence Öznurun annelikteki en kuvvetli yanları neler?
Aslında soruyu tam anlayamadığımı itiraf etmeliyim; ama inşallah istenen şekilde cevaplandırabilirim. Annelikte yukarıdada belirttiğim gibi sevgi doluluk oranı beklenen ya da olması gerekenden çok üst düzeylerde bi anne. Bence bebişine sevgi dolu gözlerle baktığı için daha sabırlı,daha mutlu anlar geçirebilmeyi başaran, daha kaliteli anlar geçirmeyi başabilen bir anne.

Peki ya Öznurun  annelikteki en zayıf yanları?   

Aslında en zayıf yanı benim gözlemlediğim kadarıyla yok denilebilir:) Her şekilde sabrını koruyabiliyor; yemese de, ağlasa da, sızlasa da bi yolunu bulmaya çabalıyor. Ama işte bazen pimpiriği abarta biliyor:) Çok araştırması bazen onun aklına olumsuz şeyler sokuyor ve o da olumsuz hastalıkları ya da sendromları bekler oluyor resmen:) evet evet çok bilmek onun en büyük olumsuzluğu :))

Sence Öznur en çok ne yaptığında vicdan azabı çekiyor veya kendini suçluyor?

İşe giderken onun duyduğu şey gerçekten azap kavramı ile anlatılabilir aslında. Bana o aylarda bi şey öğretti bilmem ne kadar doğru annelik ve babalık arasındaki uçurum farkı gösterdi ve malesef babalığın anneliğe göre çok aşağılarda olduğunu düşündürdü:( işe gitmek ve bebeğinin yanında olamamak onun en başından beri en büyük kendini suçlama sebebi oldu malesef :(

En çok hangi yönüyle kendini takdir ediyor ?

Aslında o kadar mütevazı ki hiç kendi olumlu ve bu kadar saydığım takdire şayan hareketlerini asla vurgulamaz.

Peki ya son sözlerin ne olacak.... 

 Ben canım arkadaşım demiycem bu hayatta gerçekten ilk ve son sırdaşım dostum kardeşim benim ki inşallah hiçte değişmiycek bu:( Emirtoşumuzla anneliğin ne demek olduğunu nasıl olması gerektiğini bence herkesi şaşırtarak göstermeyi başaran mükemmel bir anne.



Hem Öznur'u hem de Esra'yı okurken çok keyif aldım. Dostluklarının çok eskiye dayanması Esra'nın Öznur'u anlatırkenki rahatlığına, detaycılığına ve iyi gözlemine çok iyi yansımış bence. Öznur Esra'nın övdüğü kadar var; yani sadece dost oldukları ve Öznur'u çok sevdiği için anneliğini  böylesi güzel anlatmamış. Öznur benim de tanıdığım en sakin annelerden biri bu da Emir'e çok güzel yansımış. Ayrıca öğrenmeye çok açık, çok okuyan, araştıran bir anne Öznur tıpkı Esra'nın dediği gibi; ama Esra haklı Öznur ve Öznur gibi çok araştırıp okuyan annelerin endişesi ve pimpirikliği de bir o kadar fazla oluyor biraz rahat olmak lazım di mi  ama ;)

Bu iki yakın dosta bu yazı dizisine katılıp, keyifli bir yazının çıkmasına vesile oldukları için tekrardan teşekkür ederim. Öznur'u daha yakından takip etmek isterseniz twitter'da ve instagram'da @laedri1, Esra'yı taki etmek isterseniz de @mualimee olarak bulabilirsiniz.  




20.05.2013

"Doğmamış Çocuğa Don Biçmek"



Hep söyledim,yazdım ama yine söyliyeyim bıktırayım; ben hep 3 çocuğum olmasını hayal ettim. Blogumun tepesinde 3 çocuklu penguen ailesi var ya, altında da Yolukar ailesi yazıyor ya hehh işte hayalimdeki aile odur. Lakin hamile kaldım, pek keyifli bir hamilelik geçiremedim; riskli gebelikti, diyabetiydi, triodiydi ve daha bir sürü riskiydi derken bu ne yahu hastamıyız hamile miyiz deyip durdum. Sonra doğumum da pek kolay geçmedi; üzerine bir de sınırları her anlamda zorlayan bir bebek olunca Aren, yok ben anne olmak için yaratılmamışım deyiverdim. 2. çocuğun konusunu bile açtırmadım. Ben şuna hele bir bakayım, yoluna koyayım da Allah isteyen versin dedim. 

İnsan herşeye alışıyormuş be sevgili okur:) Çocuğa da zorluğuna da alıştık. 2. çocuk hayalim geri geldi ama bak 3. için hala belki diyorum :)... Şaka bir yana 35 yaşındayım 2 çocuğu 38 yaşında düşünüyorum 3. yer kalmıyor zaten. Benim 2. çocuk hayalim geri gelirken kocamınki kaçtı iyi mi :) Doğum sırasında, vajinal doğum yaptım, bismillah doğum bitti; kocam 2. kesin epidural sezeryan yapıyorsun ben böyle stres yaşamadım dedi. Ayol daha çocuk içimden çıkalı dakika 1! Doktor bile Güray sen iyi misin canım, ne 2.si dedi düşünün :)

Ben lohusa lohusa binbir cinnet hali geçirirken; kocacığım 2. kız mı olur erkek mı, buna mı benzer ee ne zaman yapıyoruz falan diyordu. Ben de Allahım sen büyüksün, beni bu kabustan uyandır diyordum. Yok kesinlikle istemiyorum; ya biz senle aynı çocuğa bakıyor, aynı uykusuz geceleri mi geciriyoruz diyordum kendisine. Lakin benim hayalim yavaş yavaş ağırdan ağırdan gelirken onunki de yavaş yavaş ağır ağır olay mahalini terkediyormuş meğer. 

Şimdi kendisi şöyle cümleler kuruyor: 


  • Çocuk olayı zor maddi manevi. Bak çok zengin olsak başka ülkede yaşasak yapalım 3,4,5. Çocuktan daha güzel ne var. 
  •  Bizim yaşımız olmuş 35-36. 
  • Şimdi enerjimiz yetmiyor o zaman nasıl yetsin. 
  • Evlat sevgisi tattık çok şükür. 
  • Biz Aren'i iyi koşullarda büyütelim. 
  • Ya biz seninle daha birbirimize doyacağız. 

Ne zaman 2. çocuk için planlar yapacak olsam; Güray beni bu cümlelerle  caydırmaya çalışıyor; ama bu konuda şöyle de bir görüşü vardır; eğer taraflardan biri çocuk istiyorsa onun dediği olur. Yani istemeyen isteyene uyar.


Gelelim ortada fol yok yumurta yokken benim derdime :).  Şimdiden vicdan azabı çekiyorum ben, manyağım di mi biraz :) Hem doğumamış çocuğuma hem de Aren'e karşı üstelik. Mesela dün içimden şöyle diyordum; 2. doğmuş; Aren sırf onu kızdırmak için ben 1 numarayım annemler beni daha çok seviyor diyor, ne derim. Şöyle derim diyorum: Eğer kız olursa; "Yavrucuğum sen kızsın o erkek. Sen kızların 1 numarasısın, Aren erkeklerin 1 numarası, ikinizde 1 numarasınız yani hem biz sizi çok seviyoruz" Ne manyakça di mi çocuk büyüdü konuşuyor, kavga ediyorlar da falan da filan. Hayır düşünecek başka şeyim kalmadı sanki. Haa içimden bunları konuşurken, dışımdaki ses şöyle: Arennnnnn lütfen biraz sakinleşir misin artık. lütfen biraz otur oğlum. Aren çok yoruldum lütfen canım. Gürayyyyyy biraz sen bakar mısın aaaa ama geberdim ben yorgunluktan. 


Mesela hamileliğimi ve hamileyken yapmak istediklerimi düşünüyorum; sonra da diyorum ki: Aaa ama sen bunların hiçbirini Aren'e yapmadın olmaz. Hayır neden olmasınki di mi? O başka hamilelikti bu başka. 

Ee şimdi anne&baba olmayı iyi kötü öğrendik; ee diyorum Aren'in günahı neydi? Ya bize fırça çekerse, ama bana bunu yapmamışsınız diye. Vallahi gülme sevgili okur, korkuyorum Aren fırça çekerse ne diyeceğim diye. 

Sonra Güray'ın lafları aklıma geliyor; bak 2 çocuk olunca maddi anlamda çok zorlanırız; Aren'e yaptıklarımızı yapabileceklerimizi 2. yapabilir miyiz bilemiyorum diyor. Haklı, Türkiye'de hele de İstanbul'da maddi anlamda maaşlı insanların çocuk büyütmesi zor. İkisinden birinin birşeyleri eksik olacağı kesin diyor. Sonra ben de doğmamış çocuğum ve Aren için vicdan azabı çekmeye başlıyorum. 

Mesela 2. çocukta daha rahat olurum ee zaten Aren'e karşı da sorumluluklarım var diyorum. Misal 2 numarayı evde bırakıp Aren'le dışarı çıkmak gibi. Sonra hoop içimdeki ses ay ama yazık değil mi o çocuğa da sen Aren'i bıraktın mı ki diyorum. Mesela Aren'i odasına geçiririm 2 numara bizimle uyur diyorum sonra Aren'e karşı vicdan azabım başlıyor. ama yazık değil mi şimdi ona diyorum. 

Uzun lafın kısası; doğmamış çocuğa don biçiyorum. Sanki az düşünecek şeyim varmış gibi, mevcut durumum yeterince çok sesliyken ben yeni sesler çıkarıyorum. Yahu kadın sen önce bir mevcut durumunu kotarda 2. doğunca düşünürsün di mi ama!






15.05.2013

Senin Derdin Neyle?

Herkes şu iki acıdan birini seçmeli: disiplinin acısı veya pişmanlığın acısı. İRADE


Aslında bu yazıyı çok sonraya, hedefime ulaştığım zamana ertelemiştim. Herkesin bir şekilde kendiyle derdi oluyor, ki bu en iyisi; başkasına kafayı takacağına kendine kafayı takmak! Bu durumda da iki yol ayrımı var; biri bunu fırsata çevirebileceğin, kendini geliştirebileceğin yola sapmak,  bir diğer yol ise kaybedenler klubünün daimi üyesi olmak ve sürekli kendine acımak, üzülmek ama kılını bile kıpırdatmamak ve hatta bunun senin gerçekliğin haline dönüşmesi!


Benim kendimle ilgili kafama taktığım tek şey yemek yeme konusundaki iradesizliğimdi. Hemen hemen her konuda aklına koyduğunu yapan, sonuca ulaşamasa bile elinden geleni sonuna kadar yılmadan yapan biriyim, ki en güçlü özelliğim olarak bu bilinir. Tabir-i caiz ise tuttuğunu koparan biriyimdir. Hedeflediğim şey her ne ise üzerine çalışırım ve beni hedefimden kimse döndüremez. Ne yılarım, ne motivasyonumu düşürmek isteyenlere, köstek olanlara aldanırım& takarım. Böylesi bir güçlü yanım varken, yemek yemek konusunda oldukça iradesiz biriydim. Di'li geçmiş zamanla konuşuyorum artık, ne güzel öyle değil mi? 

Kilo konusunda hayata 1-0 yenik başlamışım. 4950kg doğmuşum; 4 ay anne sütü emmiş, kendi isteğimle bırakmış ve hiç mama vb kullanmadan ek gıdaya geçmişim. Oldukça iştahlı bir bebekmişim, annem bu konuda yememe değil bolca yeme sorunu yaşamış benimle. Doktorun da tavsiyesiyle bebekken bile rejime tabii tutulmuşum. Yemeklerin üzerine bir çorba kaşığı soda bile içirirlermiş, bundan sebeb midir bilmem sodayı çok severim.

Kendimi bildim bileli annem bana "yeme kızım" dedi. Yemeklerimi hep kısıtlayan bir annem oldu. Mümkün olduğunda sağlıklı beslenmeme önem verdi ve inanılmaz çaba sarfetti bu konuda. Peki n'oldu? Çok sonradan keşfettim ki tüm bu "yeme kızım" söylemleri, tabağıma az yemek koymalar ve benzerleri ben de daima aç kalacakmışım korkusunu yarattı. Bilinçaltımda hep açlık mesajı vardı. Bu sebeble yemekleri çok hızlı yer, aç olmasam bile ya acıkırsam ya bir sonraki öğüne yiyecek hiçbir şeyim olmazsa diye hep aç olmadığım hatta tıka basa doyduğum zamanlarda bile yemeğe hayır demedim, ve üzerine yine de yedim. 


Beni mutsuz eden asla  şişmanlık olmadı; beni en çok mutsuz eden hep bu iradesizliğim oldu. Kendime bir gün olsun şişko ve çirkinsin demedim. Sanırım bu içten gelen güvenin dışa da yansıması oldu; bugüne kadar kilolu olmamla ilgili ne yüzüme karşı ne de hissettiğim bir dalga geçme hikayesi yaşadım ne de bu yüzden dışlandım. Daima beğenilen bir insan oldum; elbette şu durumu çok yaşadım: "Ne kadar güzel bir yüzün var, çok tatlı birisin sen, ay aman boşver senin yüz güzelliğin yeter" Beni bu konuda 2 kişi çok zorlamıştır; tahmin edersinizki biri annem diğeri de kocamdır. Güray her zaman seni çok beğeniyorum, çok güzelsin ama bence fazla kilolusun demiştir. Annemin ise bu konuda kibar olduğunu hiç söyleyemem; sürekli vallahi hiç yakışmadı o giydiğin göbeğin çok fazla, aman Tüten çok kilo aldın, hiç güzel gözükmüyorsun gibi cümleleri kendisinden sıklıkla duyarım. 


Kilosuna, hele de normal bir kiloya sahipken, takık insanları hala anlayamıyorum; daha da daha da zayıf olmalıyım takıntısı da öyle. Oldukça iyi bir fiziğe sahipken her daim yediği içtiğine aşırı dikkat eden, her ortamda salata yiyen, yemek içmenin sosyal bir olgu olduğunun farkında olmayan insanları da anlayamıyorum. Eskiden bunu dile getirirdim; son zamanlarda hiç konuşmamayı yeğliyorum. Bence bu insanların iradesizliği ile değil ama kendileriyle ilgili başka dertleri var; ama bunu farketmek ve onun üzerine çalışmakta kendilerinin keşfetmesi gereken birşey olmalı diye düşünüyorum. Kendimin geçirmeye başladığı süreçte farkına vardığım bir diğer konu da bu oldu; insanlara yürüdükleri yolda hayırlarına bile olsa, uyaran bir levha gibi durmayacaksın. Sen zaten oradasın gelipte o levhaya bakmak isterse ne ala. 

Dönem dönem rejim yaptığım, diyetisyene gittiğim ve süreli irade gösterdiğim zamanlarım oldu. Ama diyet günlerinde de aklım fikrim diyetin bitmesi, olmam gereken kiloya indikten sonra yiyeceklerim üzerine kuruluydu. Diyetteyken acı çekiyordum resmen. Yemek yemenin zihnimde eşleştiği cümleler hep şunlar olmuştur: keyif, sosyallik, tatmin.... İçkiyle aram yoktur ama yemek sofralarına, rakı sofralarına, kısacası muhabeti olan sofralara bayılırım; ve öyle sofralarda yediğime içtiğime kesinlikle dikkat etmem. Bir de duygusal yemek yeme hallerim vardır; üzüldüm yiyeyim, aman çok mutlu oldum yiyeyim, sinirlendim sakinleşmek için yiyeyim. 

Bunların hepsinin farkında olmak da yeni seçtiğim yolda beni ileri taşıdı, işimi kolaylaştırdı. İnsan istedikten ve gerçekten kafaya koyduktan sonra istediği herşeyi başarır buna inanıyorum; başaramıyorsa yürüdüğü yola dönüp tekrardan bakmalı ve takıldığı yeri farkedip önce oradaki çakıl taşlarını temizlemeli. 

Tüm bu süreçte okuduğum bazı yazılarda beni çok etkiledi, bunlardan biri kilo üzerine olan "Kilo Aldıysanız Ruhunuzu Eşeleyin" oldu: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23110561.asp



Ben bu yazıyı okuduğumda çoktan yola girmiştim; hayatta hiçbirşeyin tesadüf olmadığını bildiğimden bu yazıya rastlamış olmayı da bir tesadüf olarak nitelendirmedim. Son zamanlarda karşıma çıkan benzler yazı, sohbetlerin de tesadüf olmadığını biliyorum. Dahası bildiğim bir başka şey de bu yolda ilerlerken bir çok şeyin beni test edecek olması; hepsini farketmeye çalışıyor ve hoşgeldin diyorum hepsine. Örnek vermek gerekirse; bu yola yeni girdiğim günlerden birinde Aren'le zor bir akşam geçiriyorduk ve evde Sarella vardı. Daha önce olsa hemen mutfağa kendimi atar, kaşıklar durur ve bu şekilde rahatlamayı seçerdim; oysa o akşam bunun irademi güçlendirmek için karşıma çıkmış bir fırsat olduğunu biliyordum.(Mesela tam da bu satırı yazarken bir iş arkadaşım elinde Milka Orea ile geldi ve nazikçe hayır dedim:))

Benim başkoymuş olduğum yol bir kilo verme bir diyet macerası değil; ben irademin çok zayıf olduğu bir alanda kendimi geliştirmeye çalışıyorum ve önem verdiğim farkındalık konusu üzerine kendimce çalışıyorum. Bu yüzden de rejimdeyim, diyetteyim demiyorum, ancak uzun uzun açıklama yapmak zorunda kalmamak adına bazen yok yemiyorum rejimdeyim diyorum. Niye yemek istiyorum, gerçekten ihtiyacım olan bir parça çikolata mı yoksa sakinleşmek mi nedir bunları keşfetmeye çalışıyorum. Bence bu yapbozdaki en büyük parça bilinçaltımdaki "kıtlık" psikolojisiydi. Kendime sık sık her yemekten önce aç kalmayacağımı hatırlatıyorum. 

Bu yolda nelerden faydalandığım, nasıl bir yol izlediğimde bir başka yazının konusu olsun. 

Son olarak şunu söyleyebilirim ki; kendinizle ilgili bir derdiniz varsa emin olun mutlu olmak, başarmak tatmin olmak için önünüzde harika da bir fırsat vardır. 
Hayatta mutlu olmak için istediğin şeyle ihtiyacın olan şey arasında farkı iyi öğrenmen gerekiyor;)





14.05.2013

Blog'lamaca


Hehh işte tam da bu nedenden :) Ayrıca bu çantaya da bayılıp alıverdim ;)


10 yıldan fazladır iyi bir  blog takipçisiyimdir, son 3 yıldır da kendime ait bir blogum var. Evlilik hazırlıkları sırasında kendi blogumu açmış ve tüm aşamaları yazmaya başlamıştım; hatta o zaman blogun adı: Tutenevleniyor idi. Blog yazdığımı bilen 1-2 kişi vardı; sonra tanımadığım insanlar beni takip etmeye başlayınca çok şaşırmıştım. Her zaman hiç kimse okumuyor gibi yazmayı yeğledim. Blogumun ilk yazısında bu blog bir Eylül günü aranızdan ayrılacak demiştim; çünkü o zamanlar evlilik hazırlıklarının sonuna gelince blog yazmayı da bitiririm diye düşünüyordum. Ama öyle olmadı, blog'a yazmayı çok sevdim; takip edildikçe, yorum yazıldıkça, yani blog internaktif bir hal alınca, devam etmeye karar verdim; ve blogun adını değiştirdim. Bugün karar veriyor olsaydım adı başka olurdu; ama o zaman tam da evlenmek üzereyken ve hayatın her telinden yazacağımı biliyorken adına da Evcilik Hayatı deyiverdim. 


Hamileliğimle birlikte blog daha çok hamilelik, anne&çocuk üzerine yazılarla dolmaya başladı. Ağırlıklı olarak -ki bu çok doğal, çünkü hayatım çocuk ekseninde dönüyor- anne&çocuk üzerine yazmaya başladım; ama blogum için bir anne&çocuk blogu diyemem. Yazmayı her zaman çok sevdim, bildiğimi paylaşmayı da; dolayısıyla bu çok sevdiğim iki şeyin en iyi birleşebileceği alan blog'tu. 

Benim kendime ait bir blog anlayışım var;  bu anlayış bilinen, kabul gören blogger anlayışıyla neredeyse taban tabana zıt!  Hala blogger kime denir, kriterleri nedir hiç bilmiyorum. Blog yazmak için tek bir özelliğe gerek var bence, o da: Kendin gibi yazmak.





Blog anlayışımın ne olduğundan bahsetmeyeceğim, zaten takip edenler iyice anlamıştır diye düşünüyorum. Dediğim gibi; hiç kimse okumayacak gibi yazmayı seviyorum ben.Bir kaç kez şöyle geri bildirimler aldım; sanırım yazılarını tekrardan gözden geçirmiyorsun, fazlasıyla imla ve benzeri hatalar var, bu da okumayı zorlaştırıyor. Böyle samimi yapılan geri bildirimleri seviyorum; evet yazdıklarımı tekrardan gözden geçirmem, imla hatalarının farkındayım; bunu okuyanı umursamadığımdan yapmıyorum, işimin arasında hızlıca yazıyorum ve dedim ya kimse okumayacakmış gibi yazıyorum; ince bir işçiliğim yok. Şunu da belirtmek isterim; yıllarca dergicilik yapmış, edebiyat fakültesi mezunu, kendi adıyla yazıları gazete ve dergilerde yayınlanmış birinin az da olsa imla ve yazım kurallarından haberi vardır :)... Son zamanlarda başkaları da saygısızlık olarak görür mü diye, daha çok dikkat ediyorum; ama yine de bir redaksiyon çalışması yapmam :) Yazıyı yayınladıktan sonra dönüp 1 kere de ben okurum o kadar. 

Velhasıl; takip eden herkese, takip edip de yorum yazanlara, fikirlerini, görüşlerini paylaşanlara çok teşekkür ederim. Blog'a yazmayı çok seviyorum, yazdıklarımı paylaşmayı, yorumları, yorumların üzerine konuşmayı da öyle. 















8.05.2013

Adına Ne Dersen De...



Yılların konusu; Secret, Olumlama, Kuantum, Çekim Yasası, NLP, EFT,Reiki daha nicesi ve Mesnevi. Hepsiyle ilgilendim, bazılarıyla daha çok ilgilendim. Kursuna gittim, eğitimini aldım,  okudum&araştırdım.

Temelinde hepsi aynı şeyi söylüyor: 

  • İyi düşün iyi olsun.
  • Benzer enerjiler birbirini çeker
  • Herşey kafada biter
  • Bakış açın değişirse herşey değişir.
  • FARKINDALIK herşeydir. 

Özetinde özeti ancak böyle olur. Tabii kıyısından köşesinden bulaşan ve kulaktan dolma bilgilerle hareket edenler; ee ben istiyorum olmuyor ama öyle her istediğimiz olamaz, kader bu işin neresinde öyleyse demeye başladı. Kimi böyle düşünmek Polyanacılıktır dedi, diyor. Kimi her zamanki gibi bu işi ilk bulanın Türk'ler olduğunu iddia etti, kimi bunu zaten dinimiz söyler dedi. Kimisi de ninelerimiz varken Secret da neymiş dedi. Ben hepsine katılıyorum.

Bunca zamandan, öğrendiklerim & gözlemlediklerimden sonra şunu söyleyebilirim; sadece iyiye odaklanmak ve birşeyi saf niyet arzusuyla (bu bir terim, komik duruyor olabilir haklısınız) istemek sanıldığı kadar kolay değil ve kim söylemiş bilemiyorum ama "Ne istersek onu değil neysek onu çekiyoruz". Bildiğim bir başka şey de korku ve endişenin ki, bu duyguyu hissetmeyen insan sayısı azdır, çok hızlı beyni ele geçirdiği.(Bunun bilimsel açıklaması da var isteyene yazarım) Bir şeyi çok isterken içinizde o konuya dair bir tutam endişe bir tutam da korku taşıyorsanız tamamdır bitmiştir, istediğiniz şeyin olma olasılığı düşüktür. Ve düşününki korkuyu endişeyi beyinde etkisiz hale getirmenin tek yolu iyiye odaklanmaktır; şimdi bu işin nasıl da zor olduğunu anlıyorsunuz öyle değil mi?
















Tüm bu öğretilerden ve söylemek istediklerinden hayatımın bir çok alanında yararlandım, faydasını gördüm hala da görüyorum. Elbette her istediği olan, hergünü yüzünde kocaman bir gülücükle geçiren, sakin, stressiz ve herşeyi olgunlukla karşılayan biri değilim. Daha yemem gereken 40 fırın ekmek, almam gereken çok yol var. Öyle olmak istiyor muyum onu bile bilmiyorum. Az stresi, bazen kavgayı, bazen de depresyonu severim. Dahası ciddi bir yol kaydetmiş olsaydım, sanırım anneliğimde bunca zorlanmazdım. Ne demişler: Yolu bilmekle o yolda yürümek apayrı öyle değil mi?


Kısa bir süre önce hayatımla, kendimle ilgili bir karar verdim; bebek adımlarıyla ilerliyorum, ilerlediğim yolda karşıma çıkan herşeyin -olumlu ya da olumsuz- beni hedefime ulaştırmakta yapbozun bir parçası olduğunun farkındayım.  Ne zaman önüme bir engel çıksa; dur ve farket diyorum kendime, kendimi daha çok sevmeye çalışıyorum. Hedefimi hatırlatıyorum, hedeften öte istediğim şeyi hatırlatıyorum kendime. Kısacası kendimi telkin ediyorum; sakin diyorum mesela sıklıkla. Hızlı hareket ettiğimde, çok hızlı yemek yediğimde, hızlı konuştuğumda, sakin ol hadi diyorum kendime. 

İşte böyle....

KISA KISA KISA....

Eğer iyi ve olumlu düşünüp sonradan istediğiniz olmadığında hayal kırıklığına uğramamak için baştan iyi düşünmekten vazgeçiyorsanız; doğru yolda olmadığınızı söyleyebilirim. Tüm bu yukarıdaki öğretilerin öğretmek istediği yegane şeylerden biri de başına gelenlerle nasıl mücadele edeceğin...

Enerjiye inanmıyorsanız ya dünya hakkında hiçbir bilginiz ya da siz henüz hayata gelmemişsiniz demektir. 

Polyanacılığın bardağın dolu kısmını görmek olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Polyana bardağın dolu kısmını da boş kısmını da görür, seçtiği dolu olan kısmıdır; hayattaki seçimlerinize bakın, eğer boş kısmı seçtiyseniz ona "gerçek" demeyin "benim gerçekliğim" deyin. 

Hayatta hiçbir şey tesadüfen veya şansla olmaz. Evet çirkinlikler, kötülükler ve haksızlıklar var. Siz ya da başkası bunlarla karşılaşıyor olabilir. Bunlara sadece öfkelenmek ve yerinizden itiraz etmek değildir göreviniz. Eğer bunları görüyorsanız emin olun görmenizin bir sebebi vardır ve yapabileceğiniz çok şey!







3.05.2013

"Herkesi Dinlerim Ama Kendi Doğru Bildiğimi Yaparım"


Bugün bana yeni anne olmuş veya olacak olan birisi tavsiyelerimi sorsa ona vereceğim tek tavsiye şu olur: Herkesi dinle, okuyabilidiğin kadar oku, sosyal medyaya üye ol ama karar vereceğin zaman sadece kendi bildiği yap! Napolyon'un dediği gibi "Herkesi dinlerim ama kendi doğru bildiğimi yaparım" yön versin anneliğine derim. 

Anneliğimin ilk günlerine sıklıkla bakıyorum, sorguluyorum. Kendimi deli gibi eleştirmiyorum; sadece neyi daha iyi yapabilirdim onu görmeye çalışıyorum. Ve merak ediyorum; tekrardan anne olduğumda (evet evet tekrardan anne olmak istiyorum ve tekrardan olacağıma inanıyorum)  kendim bu tavsiyeye uyar mıyım diye. 

Ben güvendiğim, inandığım insanlar başta olmak üzere; herkesi dinledim, çok okudum, çok araştırdım, sosyal medyada aktif olmam- özellikle twitterda aktif kullancı olarak tanışmam, hamileliğim ile başladı- ve karar verme aşamasına geldiğimde kendimi hiç dinlemedim. Doğru bildiklerimi veya doğru olduğuna inandıklarımı yapmaya çalıştım, bunun için çok çaba sarfettim ve ne yazık ki bu çaba sırasında kendi doğru bildiğimi göremedim, yapamadım. 

Örnek vermek gerekirse; doğduğu günden beri uykuyla barışık olmayan Aren için uyku konusunda okumadığım, araştırmadığım, danışmadığım insan kalmadı. İnandığım, kafama yatan herşeyi denedim ama bir gün olsunda durup kendime ya senin doğrun ne bu konuda demedim; sebebini şimdi görüyorum doğru ya ben hiç anne olmamıştım nereden bilecektim! Akşam, bebekken 18:00'de uyumadı mı zorla uyutmaya çalışır gece 24:00'de bebeğini uyutan aileleri ki, bunlardan benim ailemin içinde var,  esefle kınardım! Güray sen de biraz kendi haline bırak 18:00'de başlıyorsun zaten 24:00'de son buluyor dediğinde ona okuduğum, bildiğim herşeyi usanmadan anlatır ve doğrusu bu, bunu yapmalıyım derdim. İkinci çocuğumda ise bildiklerimi bir yana koyar, doğru diye bilinenleri değil  çocuğumun ihtiyacına göre hareket ederim. Toplamda uyuduğu saat önemli artık benim için gece 24:00'de yatıp 10-11 saat uyuyor ise o çocuk alması gereken uykuyu almış demektir!....

Emzirme, gaz, ek gıda çocuklu hayatın her alanında ilk başlarda yaptığım tek şey, doğrusu ne ise onu uygulamak oldu ve doğrusunu uygulayacağım derken, atladığım, kaçırdığım belki de çocuğuma hiç uymayacak şeyler yaptım.... 

Oysa şimdi 18. ay itibariyle doğru bilinenlerin ipini saldığımdan beri hem Aren, hem ben, hem de ailemiz daha mutlu. Zaten bilgi kovanı doldurduysan ve dolduruyorsan, zaten etrafında her türlü anne varsa bir şekilde bu yolcuğunda sana yol gösterici oluyor; kararlarımızı verirken iç sesimiz dediğimiz olay neden ibaretki; bana kalırsa içimizdeki dolu veya boş kovalarla alakalı.... 

Ben evladımı daha doğmadan önce sevmeye başladım; sevgiyi ilk günden dibine kadar verirken, bundan eminken sadece suyu bulandırdım; endişelerim ve doğruyu yapmalıyım güdümle. Oysa ben hep demedim mi, demez miyim, bir çocuğun temelinde sevgi varsa herşey vardır; herşey yoluna girer. 

Hala okuyorum, hala araştırıyorum, hala sosyal medyadayım ama şimdi kendi doğru bildiğimi yapıyorum ve yolculuğumuz çok daha keyifli hale geldi.

Diyeceğim o ki 18 ayda hayata, anneliğe ama belki de en çok kendime dair çok şey öğrendim. Kendi iç sesinden önce bile dinlemen gereken çocuğun. Oku, öğren, bilgi kovanı doldur ama karar vereceğin zaman bilgi kovana değil çocuğun doldurulması gereken kovaya bak ve onu doldur; her ne yapıyorsan her ne karar alacaksan çocuğuna duyduğun, hissettiğin, yaşadığın eşşisz sevgiyle yap!

Daima hatırla dünya bir gün daha da iyi bir yer haline gelecekse bu sevgi enerjisiyle olacak!