4.04.2014

Bu Yaşananların Bir Anlamı Var

Aşağıdaki yazıyı ben yazmış olmak isterdim; lakin benim yazım değil, ama öylesi söylemek istediklerim ki o yüzden blog'a koymaya ve bir çok insana ulaşmasını istedim. Son zamanlarda ülkemizde yaşananların bir anlamı olmalı öyle değil mi? Hepimizin farketmesi aydınlanması ve ona göre hareket etmesi için bir mesaj olmalı bu bize.... 

Yazı uzun ama bence çok keyifli.... Hızlı okuyorsanız 2 dakikanizi yavaş okumayı seviyorsanız 10 dk alıcak bir yazı bu vakiti ayıranlara müteşekkirim. 

Sevgilerimle
Tuten

*******************

"Aptallar sürüsü, koyunlar, gerizekalılar, salaklar, makarna kömüre vatan satanlar..." lar lar lar... Şimdi sizin karşınıza geçip ben bunlardan birini söylesem, vereceğiniz tepki "Haklısın ya. Ben aptalın tekiyim. Makarna kömüre sattım bu ülkeyi. Ne olur bana yol göster, ne yapmam gerekli" mi olur. Yoksa yumruklarınızı sıkıp, bana sözel veya fiziksel saldırır mısınız? Önceki tavrınızdan vaz mı geçersiniz; yoksa ona daha mı sıkı sıkıya sarılırsınız? Peki benim bu sözlerim size ışık mı tutar, yoksa karanlık bir öfkeyi mi yansıtır? Varlığımın özünden mi gelir, yoksa varlığımın karanlık tarafından mı? Böyle davrandığımda size bir davranış değişikliği yaratabilir miyim, yoksa öncekine göre daha mı tutucu olursunuz?

Eğer yanıtınız "Evet ya benim aklım böyle başıma gelir" ise önce bu lafların hepsini size söylüyorum bunu bilin. Hem de böyle tükrükler saça saça... Yoo kızamazsınız, çünkü kabul ettiniz. Ha ben de oturup çatır çatır yiyeceğim bu klavyeyi bu arada. Ama yanıtınız "Siktir git başımdan Hasan" ise hah o zaman yazıya devam edelim...

*****
Atatürk'ün en sevdiğim sözlerinin başında, halkı için kullandığı "Ah benim sevgisiz bırakılmış halkım" gelir. Atatürk, gerçekten halkını sevdi herhangi bir ayrım yapmadan. Halk da bunu gerçekten hissettiği için onu sevdi ve onunla birlikte yürüdü. Canlıların en temel özelliğidir bu, sevgiyi hissederler. Enerjiyi hissederler. İnsanların diğer canlılara göre dezavantajı, avantajı gibi görünen düşünme yetisidir. Özdeki ruhsal varoluşun katıldığı düşünce insanı genişletebilir, ama safi düşünce egoyu yaratır. Egolar duyuları çok köreltebilir ve bazen algılama hususunda sıkıntı yaşatabilir, ama yine de insan karşıdaki kişinin samimiyetini algılar... İşte Atatürk, Osmanlı zamanında en aşağı teba olarak görülen ve ezilen Türk halkını gerçekten sevdi ayırt etmeden ve halk da onu...

İşte bu bağlamda Atatürk'ün yolundan yürüdüğünü, aydınlığın meşalesini taşıdığını söyleyen insanların, kendisi gibi düşünmeyen, kendisinin istediği gibi davranmayan insanlara sövüp saydırması, dalga geçmesi, alay etmesi... aydınlığa, bu ülkeye ne kadar hizmet eder burası soru işareti. Ayrıca bu tavırların bir davranış değişikliği yaratmasını nasıl bekleyebiliriz ki?

*****
Peki hiç mi kızmayacağız, sinirlenmeyeceğiz, öfkelenmeyeceğiz, hayal kırıklığı yaşamayacağız? Bunlar gayet insani duygulardır. İnsani duygulardır da hepimizin iki boyutu vardır: İnsani boyutu ve varlıksal boyutu. Varlıksal boyutumuzu keşfetmediğimiz sürece, insani olarak yaşayıp gidebiliriz. Kızarız, öfkeleniriz, mutluluk, haz tatmin peşinde koşarız, dış dünyada olup bitenler tüm her şeyimizi belirler. Kazanırsak mutluyuzdur, kaybedersek mutsuz; isteğimiz olursa güleriz, olmazsa ağlarız... Yaşamımız böylece akıp gider. Bir rüzgar gelir o yana atar, diğeri gelir öbür yana. Hallaç pamuğu gibi savrulur dururuz ki zaten dünyanın çok büyük çoğunluğu aynen böyle yaşar gider.

Varlık boyutumuzu keşfedersek ise evet, ilk başlarda yine benzer duyguları yaşayabiliriz; kızarız, öfkeleniriz, sinirleniriz, haz ararız, mutlu oluruz vs. fakat bu sefer insani boyutumuzun bu duygularını bir adım geriye çekilip gözlemleyebiliriz. Neden bu kadar sevindim, neden bu kadar üzülüyorum, bu kadar öfkeliyim, dellendim vs. Hepsini bir adım geriye, yani varlık boyutumuza çekilip gözleriz. Gözlemek, bu duyguların temeline götürür ve temeldeki inançları ortaya çıkartır. Temel inançları fark ettiğimizde ise bunların hepsinin temelsiz olduğunu, birer illüzyon olduğunu görürüz. İllüzyonu görmek onu ortadan kaldırır. İnsani boyutu varlıksal boyuta bağlar. Varlıksal boyuta bağlandığınızda ise dışarıda olup bitenler sizi ancak bir gölün üzerindeki dalgalanmalar gibi etkiler. Dışarıda rüzgar varsa gölün düzeyi dalgalanır; ama göl olduğu gibi yerinde durur. Bizim varlıksal boyutumuz ise gölün kendisidir. İşte aradığımız huzur, gölün kendisi olduğumuzu fark ediştedir. İllüzyonlar ise gölü işaret eden tabelalardır. Tabelaların görüp, izleyip, yanından geçer gideriz ve karşımızda gölü buluruz. İnsani boyut ve varlıksal boyut işte böyle birbirine bağlanır.

*****
Yaşadığımız, deneyimlediğimiz her şey ama her şey spiritüeldir. Çünkü arkasında spirit, yani ruh, yani varlık vardır. İllüzyonlar ise o varlığı işaret eden tabelalar. İşte bu günlerde de bizlere sayısız tabela yolluyor evren. Dellenip dellenip duruyoruz. Dellenmemizi takip edersek de muhteşem bir hazine bizleri bekliyor halbuki farkında değiliz.

"Eee peki Hasan'cım, diyelim takip ettik. Bu neyi değiştirecek ki? Ülke yine tehdit altında değil mi? Hırsızlıklar, haksızlıklar almış başını gitmiyor mu? Karanlık bir gelecek bizi beklemiyor mu? Oturup böyle eeee şeklinde yan gelip yatalım mı yani varlık diye diye…” itiraz edecektir bir yanınız. Tanıştırayım sizi, o sizin zihniniz. Yani illüzyonunuz, yani eğer takip ederseniz sizi varlığınızla tanıştırma potansiyeli taşıyan parçanız… Elbette ki dünyada yapmamı gerekeni yapacağız. Söylediklerim yan gelin yatın demek değil. Fakat eylemlerimiz neye hizmet ediyor? Karanlığa mı, illüzyona mı, ayrıştırmaya mı; yoksa birleşmeye mi, varlığı yaşamaya mı, aydınlığa mı? Varlıkla atılan adımlar, realiteyi değiştirir; ruhunuzdan öyle bir ışık yayılmaya başlar ki diğer kardeşlerimiz gelip sormaya başlarlar “Sende bir güzellik var, ama ne? Bunu bana öğretir misin?” diye. Zaten bir insan sizden talep etmediği müddetçe ona bir şeyler anlatamazsınız, aktaramazsınız, öğretemezsiniz. Ama eğer onun böyle bir talebi varsa, ona yolu aktarabilirsiniz. Talebi yaratacak olan da sizin onu zorlamanız, itelemeniz, ötelemeniz değil, içinizdeki varlığın; gölün güzelliğini yansıtabilmenizden geçer. Ama siz gidip karşınızdakileri zorluyorsanız, öteliyorsanız, iteliyorsanız hakaret ediyorsanız, dalga geçiyorsanız ve bunu “aydınlık” için yaptığınızı iddia ediyorsanız, maalesef yanılıyorsunuz. Siz illüzyonunuzun etkisi altındasınız, mesajları görmüyorsunuz, duymuyorsunuz ve illüzyon tabelasının önünde öylece bağdaş kurmuş oturuyorsunuz. Hareketsizliğinizden bir değişim ortaya çıkmadığı ve dünyanın sizin için beklediğiniz şekilde değişmediğini gördüğünüz için de daha da sinirlenip, sövüyorsunuz etrafa… Bu, bizleri aydınlığa götürmez, ilerletmez, yaşamlarımızı güzelleştirmez…

*****
Bazı özel zamanlarda evrensel plan, karanlığın derecesini o derece arttırır ki insanlar içlerinden yayılan ışığı keşfedebilsinler ve bir araya gelip daha da büyük ışıklar yayabilsinler. İşte yaşadığımız günler de böyle özel zamanlardan ve muazzam potansiyel taşıyor hepimiz adına. Şu anda kızıyorsanız kızın, küfretmek istiyorsanız küfredin de, hatta gidip bir odaya girin yastıkları tekmeleyin, bağırın, çağırın, kusun içinizdeki birikmişi. Sonra sakinleşince duygularınızı gözleyin. İzleyin kendinizi… Fark edeceksiniz ki evet, kendinizi gözleyebiliyorsunuz. Duygularınızı takip edebiliyorsunuz. Eylemlerinizin ardılını görebiliyorsunuz. Eee peki o zaman bunlar gözlemlenebilir hareketlerse, gözleyen kim? İşte gerçek sizsiniz… Tüm yaşam sürecinin ardındaki bilinç… Varlık… Ben kimim sorusunun yanıtı… “Bir ben Ben var benden içeri” sözündeki Ben… Gölün kendisi…

Bunu bir kere fark ettiğinizde ise hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve günden güne değişecek yaşantınız, yaşantımız… Artık eylemlerimiz nereden rüzgar eserse durumundan çıkıp, yaratıma dönüşecek. Evet, yine dünya üzerinde çalışacağız, gerçekleştireceğiz, yürüyeceğiz… Evimize kapanmayacağız ya da bir tapınağa gidip münzevi olmayacağız. Fakat bu sefer bambaşka bir bilinçle, bambaşka bir farkındalıkla hareket edeceğiz… Ve bizimle yürüyen insanlar belirmeye başlayacak çevremizde… Kolkola gireceğiz, yürümeye devam edeceğiz. Yolda kendini yere kapamış, ağlayan, çökmüş kalmış, hiçbir algısı kalmamış kardeşlerimizi de göreceğiz. Kimisi katılacak yürüyüşümüze, kimisi şimdilik ben almayayım diyecek, kimisi görmeyecek bile… Hepsine gülümseyeceğiz… Saygılarımızı ve sevgilerimizi sunup yolumuza devam edeceğiz… Daha nice kolkola girmiş insanlarla, gruplarla karşılaşacağız ve onlarla da bütünleşip daha da büyüyecek yürüyüşümüz… Bir gezegen de böyle değişir işte…


Hiç yorum yok: