26.03.2013

Veda...



17 aydır süren emzirme maceramız pazar günü bitti; bir anda bir şakanın tam ortasında... Öylece kalakaldım, annelik serüvenimde bir kez daha yanıldım. Ya evladımı cok iyi tanıyorum ya da ona dair hiçbir şey bilemiyorum.

Bir süredir emzirmeyi sonlandırmak üzerine planlar yapıyordum; ama kelimenin tam anlamıyla başıma gelen "Hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir"oldu. Ve biz planlar yaparken Tanrı bize gülermiş ya, eminim ben Tanrı'yı kahkalara boğdum.

Hedefim 24 ay emzirmekti. 2 yaşına kadar emzirmeyi doğal buluyorum; ve hatta emzirmeyi sona erdirdiğimiz halde eğer bebek, bağımlı değilse bence 2 yaşa kadar emzirilebilir. 24 aya kadar emzirme sebeblerimden diğerleri; Arenin diş dönemlerini zor geçirmesi ve memenin onu rahatlatmasıydı. 2 yaşın da insan ömründe bir dönemeç olduğuna inanıyorum. Bağımsızlık kazanmanın yolunun önce bağımlılıktan geçtiğine inanıyorum.

Aren ciddi bağımlı bir haldeydi; meme emme bağımlılığı ikimizinde hayat kalitesini fazlaca etkiliyordu. Herşey yarım yamalaktı hayatımızda. Oyun, uyku, ilişkimiz. Herşeyimiz meme emme üzerine kuruluydu. Oyun oynarken bir anda meme meme deyip emmeye başlardı; beni görür görmez tek istediği şey emmek olurdu. Anne'den önce meme mememmm derdi bana.

Ben kendimce bıraktırmayı düşündüğüm 23 aya kadar olan 6 ayı planlamaya çalışıyordum; tüm arkadaşlarımla, deneyimli annelerle konuyu paylaşıyori bıraktırma hikayelerini dinliyordum. Psikologumuzla görüştüğümüzde danışıyor ve meme bıraktırma üzerine okuyabildiğim kadar okuyordum. Benim 3 planım vardı.

Planlarımdan önce en çok Aren'in kendi kendine bırakması için dua ediyordum; tıpkı emziği bıraktığı gibi biranda kendi rızası ve isteğiyle. Ama bu pek mümkün gözükmüyordu; bunu istiyordum ama inanmıyordum. Ve aslında iyi bilirim; isteyipte inanmadığımız hiçbirşey gerçek olmaz. Gerçek dediğin inandıklarındır şu hayatta.

A planım; telkin yoluyla bıraktırmaktı memeyi. Konuşarak, ona durumu anlatarak. Bunu deniyordum; ama Aren'i biraz tanıyorsam bu yöntemin Aren üzerinde etkisi olmayacağını biliyordum. Aren istekleri konusunda tutkulu bir çocuk. Eğer bir şeyi istiyorsa ondan geri dönmez. Yani meme emmek istiyorsa ve memeden süt geleceğini biliyorsa ne yapar eder emer Aren.

B planım; mememe tadı kötü birşey sürmekti ki bu konuda sabırtaşının methini çok duymuştum ama bu yöntem benim içime hiç sinmiyordu. Çok sevdiği, tutkuyla bağlı olduğu, onun için hayat pınarı, neşe kaynağı, annesiyle bütünleştirdiği memeden iğrendirmek bana doğru gelmiyordu ki hala gelmez. Yine de bunu takıntı yapmamıştım. B planım kesinlikle buydu. Bir de özellikle erkek çocukların iğrendirilmemesi gerektiği söylenir ama dinlediğim hikayeler iğrendirilerek bırakmış erkeklerin ergenlik ve olgun yaşlarında memeyle ilgili travmaları olmadığı. Yine de bilinçaltı çok gizemli bunu kimse bilemez.

C planım; ilaç ile bitirmekti ki bu plan benim için aylarca emek harcadıktan sonra denenilebilecek bir yöntemdi. A ve B planları uzun uğraşlar sonucu sonuç vermez ise deneyecektim.

Tüm bu planların arasında geçtğimiz hafta ban yapıştırdım mememe. Aren güldü ııhhh dedi, bantı söktü ve attı. Biliyordum bunu, Aren bant nedir biliyor, bilmeseydi de sökmeye çalışırdı.

Ve Pazar günü; sabah 7:00 uyandık, klasik aile pazarlarımızdan biriydi; uykusuz ama neşe içersindeydik. Aren'le oynuyor, şakalaşıyorduk. Ve Aren deli gibi emiyor, meme ile oynuyordu ve görünüşe göre çok eğleniyordu. Güray'a dedim ki: Ben göğsüme sirke sürüp Aren'in tepkisini ölçeceyim, bakalım ne yapacak, ona göre planlarımı revize edebilirim. Güray, çocuk eğlenirken ağlatma, ağlayacak tabii ki napabilirki başka dedi. Ben de, bence ıslak mendil alıp silecek veya  yıkamamı talep edecek dedim.

Baba & oğul oynarlarken, mutfağa gittim ve göğüslerime 2 damladan daha fazla değil, elma sirkesi sürdüm. Yanlarına gittim; bir müddet sonra Aren meme dedi; açtım emdi ve yüzünü buruşturdu. Aaa öggh mu olmuş Aren dedim. Çok güldü, tekrardan emmek istedi yüzünü buruşturdu ögggh dedi ve kapadık. Bu kadar ! evet sevgili okur bu kadar! Aren bir daha emmedi. Ne ağladı, ne ısrar etti.

Biz inanamadık elbette; bunun bir donma hali olduğunu, şuan şaşkın olduğunu birazdan yaygara koparacağını düşünüyorduk. Ama hayır Aren oynuyor aklına geldikçe gülerek meme oggh diyordu sadece. Uyku saati yaklaştığında bir önceki gece hiç uyumamanın da verdiği etkiyle sapıtmaya başladı ve ağladı. Ağlarken meme falan demedi. Arabayla dolaşmaya çıktık ve daha araba köşeyi dönmeden uyuyakaldı. Uyanınca isyan çıkar diye düşündük, hayır o da olmadı.

Biz sürekli bir noktada patlak vereceğini düşündük. Ve ben dumur olmuştum. Evet duygumu en iyi ifade eden kelime bu "dumur olmak" Aren emmek istemiyordu, emmek için ağlamıyordu bile. Sadece şaşırmıştı ve mahsundu o kadar. Elbette şaşıracaktı çok değil bir kaç saat önce emdiği, oynadığı ve sevdiği meme biranda oghh olmuştu.

O günü dışarıda geçirdik, akşam uykusuna da arabada geçti. Arabada meme dediğinde; ona başını göğsüme yaslayabileceğini, kalbimin sesini dinleyebileceğini, kalp sesimi çok iyi tanıdığını ve kalbimin onun için attığı onu çok sevdiğimi söyledim. Onun daima yanında olduğumu, rahatlamak istediğinde bana ihtiyacı olduğunu bildiğimi ve benim de ona ihtiyacım olduğunu söyledim. Ama sadece emerek değil, elimi tutaraki başını göğsüme yaslayarak da rahatlayabileceğini, bunun ikimiz için de yeni bir serüven olduğunu söyledim. (Merak etmeyin bu cümleleri böyle tek seferde kurmadım, onun anlayabileceği gibi kurdum) 

Güray gece kesinlikle isyan çıkacağını düşünüyordu ki benden bundan emindim. Ve bir kez daha dumur olduk; uyandı meme dedi alabilirsin dedim ama istemedi, sokuldu bana ve uyudu. Evet uyudu, emerken uyandığında uyumak bilmeyen, memeyi açmak için geçen 1 dk'ya tahammülü olmayan çocuk sarıldı bana ve uyudu!....

Pazar öğleden sonrayı ve dün'ü içimde ince bir sızı, pişmanlık ve vicdan azabıyla geçirdim. Kendimi fiziken çok hazır hissederdim ama hiç değilmişim. Sanırım bağımlı olduğunu düşündüğüm oğlum benden çok daha hazırlıklı ve güçlüymüş. Hala gözyaşlarım bu yazının eşlikçisi; Aren'e saygısızlık ve haksızlık ettiğime inanıyorum. Benimki sadece şaka yollu bir denemeydi, tepkisini ölçmekti ama bir anda gerçeğe dönüştü. Dualarım bir anlamda kabul olmuştu; kolay ve bir anlamda kendiliğinde bitti ama ben mutlu olamıyordum.

Dün iş yerinde hop oturup hop kalktım; evi zırt pırt aradım. Mahsun olduğunu ama bir yandan da oynadığını ve ağlamadığını öğrendim. Akşam eve döndüğümde neyle karşılaşacağımı hiç bilmiyordum. Ve o an; beni gördüğüne çok sevindi, hemen oyun oynamaya başladık; durdu, meme dedi. Alabilirsin dedim açtım, kafasını göğsüme fayadı sonra başını kaldırdı ve ögghh dedi ve oynamaya devam ettik. Arada başını göğsüme dayadı, ona söylediğim gibi elimi tuttu ve bir müddet öyle kaldı. Her seferinde kalbimin sesini dinle, o sesi en iyi sen biliyorsun dedim ve Aren'in rahatladığına şahit oldum.

Özetle; bir devrin sonuna geldik. Ben çok hazırlıksız yakalandım ve hala garip duygular içersindeyim. Eğer bilseydim ki Pazar sabahı Aren'i son kez emziriyorum; bambaşka bir emzirme seansı olurdu. Ben emzirme'yle vedalaşamadım, dolayısıyla da yol almam zor oldu 2 gündür. Ve isterdim ki, Aren de vedalaşsın ama sanırım o içinde bunu çok daha iyi halletti. Hiç olmadığım kadar Aren'in içinde olmak ve neler hissettiğini bilmek isterdim. Dün dedim ki bu durumu paylaştığım arkadaşlarıma; ileride rakı sofrasına sirkeli piyaz geldiğinde, Aren'in içinde tuhaf anlam veremediği bir his olacak ve sirkeli piyazı hiç sevmeyecek :)... Sanırım sirke kokusu Aren için anlam veremediği tuhaf bir his olacak. Benim içinse sevmediğim sirke kokusu artık daha da sevimsiz!

Şu deneyimden anneliğim adına çok fazla şey öğrendim; benim için müthiş öğretici oldu.

Kısa kısa.....
  • Siz de memeyi bıraktırmak istiyorsanız; sakın benim gibi deneme-yanılma'yı seçmeyin. Kararlı olun ve planınızı uygulamaya koyun, denemek yerine.
  • Bu ani bırakmanın neticesinde dün öğlene doğru göğüslerimde doluluk hissi oldu biraz sağdım ve bıraktım. Son zamanlarda fazla sütüm olmadığını biliyordum, eğer sizin süt akışınız iyiyse boşaltmanız gerekir diye düşünüyorum.
  • Memeyi bıraktırma kararı aldıktan sonra, son bir kez doyasıya emzirin ve vedalaşın!
  • Kendinizden daha çok çocuğunuza güvenin!



19.03.2013

"Oyunumu İstiyorum"



Pazar günü İnternet Annelerinin düzenlediği Nilüfer Devecigil'in "Oyunumu İstiyorum" seminerine online, evden pijamalarımla katıldım. Seminer notlarına başlamadan önce internet anneleri grubuna; (Azra, Perihan, Gülderen ve Nihan'a) çok teşekkür ederim. Online eğitim & seminer benim iş hayatımn bir parçası ve olabilecek teknik arızaları, çıkabilecek diğer sorunlara karşı donanımlıyım ve söyleyebilirim ki; kızlar bu işi çok iyi kotarmışlar. 

Nilüfer hanım bizim belli aralıklarla gidip danıştığımız bir psikolog, görüşlerine oldukça değer veriyorum ve kendimi rahatlıkla kendisinin söylediklerine teslim edebiliyorum. Söz konusu "oyun"  oluncada ne yapıp edip kaçırmamam gerekiyordu. Online katılım sayesinde evden yazının başında da belirttiğim üzere pijamalarımla katılabildim. Hatta seminer başladığında şöyle bir tweet yazdım: "Üzerimde pijamalarım, ocakta yemeğim, çocuğu uyuttum, babası yanında ben de online eğitimdeyim. Domestik miyim, modern mi belli değil "

 Buradaki notlar benim aklımda kalanlar, benim nasıl anladığım. Ve herkesin algısı kendi hayatına ve vizyonuna göredir; biliyorum ki bir çok insan seminer notlarını takip ediyor ve belki de bizzat eğitime gitmeyi gerekli görmüyor; ama emin olabilirsiniz ki belki siz katılsaydınız bambaşka şeyler öğrenecek, bambaşka yerlerin üzerinde duracaktınız. Ben seminere katılan herkesin notlarını yazması taraftarıyım, böylece aynı konuya farklı açılardan bakarak zenginlik elde edebiliriz. 

Ve gelelim seminer notlarına; 

Nilüfer hanım konuşmaya geçmişin avantajlarından ve şimdinin dezavantajlarından bahsederek başladı. Geçmişte o hepimizin bildiği ve bizzat yaşadığı üzere; sokakta oynamaktan, ev dışında vakit geçirmenin öneminden bahsetti. Şimdi ise her türlü ekranın hayatımızın içinde olduğundan ve oyuna az vakit ayrıldığından. Bir iyi haber; ekranın hayatımızda olmasının kabul edilebilir olduğunu ve fakat ne kadar içinde olduğuna da dikkat edilmesi gerektiğini belirtti. 9-10 yaşında bileklerini kesen çocuklar olduğunu ve bu çocukların tramvatik evlerde büyüyen çocuklar değil, gayet normal ailelerin çocukları olduğundan bahsetti. Resmin bütününe dışarıdan bakabilmenin önemi üzerinde durdu. Sahi ne kadar yapabiliyoruz bunu; ne kadar durup sahip olduğumuz hayata, yaşadığımız anlara dışardan bakabiliyoruz?

Regülasyon
Nilüfer hanımı tanıyanlar, regülasyon kelimesine de aşinadırlar. Regülasyon sakinleşmek demek değildir. Regülasyonun ne olduğunun daha iyi anlaşılabilmesi için Nilüfer hanım regüle makinası örneğini veriyor; nasıl ki elektrik akımının arttığı veya azaldığı durumlarda devreye regüle makinası girer ve dengede tutar elektriği, işte regülasyon da dengede olma halidir aslında. VE çocukların hatta yetişkinlerin kendi kendini regüle edebilmesi çok önemli. Regülasyonu öğrenen bir çocuk hayatı boyunca duygularını yönetmeyi becerebiliyor. Duygularına teslim olmak yerine, onları farkeder ve hepsinin karşısında dengede durabilir. Ebeveyn olarak çocuklarımıza kazandırabileceğimiz en en önemli şey regülasyon bana kalırsa. Ve bir çocuğu regüle edebilmek için elimizde eşşiz bir araç var o da OYUN!

Bazı çocuklar vardır; koyduğun yerde durur, kendi kendiyle vakit geçirebilir çok uzunca bir süre, sen gidip dürtmediğin sürece orada öylece durur. Ve bu çocuklar en çok takdir toplayan çocuklardır; ailelerin en çok sahip olmak istediği, sahip olunduğunda da en çok övünülenler. İşte Nilüfer hanım bunun da bir regülasyon problemi olduğunu aslında sanıldığı kadar iyi birşey olmadığını, bu tip çocuklarında harekete geçmeye ihtiyacı olduğunu belirtti. Elbette yine oyun'la. 


0-5 Yaş
Özellikle ilk 3 yıl çocukların sadece sağ beyni aktif ve beyin sosyal bir organ, iletişim halindeyken gelişiyor.  Peki sağ beynin aktif olması ne anlama geliyor; herşeyin duygusal olması anlamına geliyor. Çocuklar için ilk 3 yıl mantık denilen şey yok; yani açıklamaların hiçbir anlamı olmadığı gibi çocukların davranışlarında, yaptıklarında mantık aramak da düşülebilecek en büyük yanlış. Çocuklarımızı gözlerken, yaptıklarını anlamlandırmaya çalışırken biz yetişkinler sol beynimizi devre dışı bırakmalıyız. Nilüfer hanım diyor ki: Her ne yapıyorsa altında duygusal bir neden vardır ve bir ihtiyaç yatar. İşte bu sebeble çocuğumuz biz yetişkinlere göre saçma, anlamsız, gereksiz ve yersiz birşeyler yapıyorsa hemen sağ beynimizi devreye sokmalı ve hangi duygunun buna neden olduğuna bakmalıyız. Çocuğun duygusunu anlamak elimizdeki en önemli anahtar. O anahtarı doğru duygu kilidine taktınız mı tüm kapılar açılıverir. Mantık anahtarlarınızı şimdi hemen gidip çöpe atın!. 

Duyguyu anlamak ve bunu kabul etmek çok kolay değil yetişkinlerin dünyasında, çünkü bizler büyüdük ve sağ beynimiz küçüldü bana kalırsa; oysa bence ebevenyler olarak da sağ beynimizin gelişimi için daha çok çalışmalıyız. Çocuklar bu güçlü yanları nedeniyle sizin onu gerçekten anlayıp anlamadığını hissedebiliyorlar. Çocuklar, beden dilini ve iç dünyanızı sizden daha iyi görebiliyorlar. Bu nedenle inanmadan, gerçekten anlamadan ve hak vermeden çocuğunuza: "Seni anlıyorum, şuan üzgünsün" demek hiçbir şey ifade etmiyor. Gerçekten çocuğu anlamak gerekiyor!. 

Nilüfer hanım burada şöyle bir örnek verdi; bir çift gelmiş ve adam sürekli karısına seni anlıyorum diyormuş kadın da inanılmaz öfkeleniyormuş; Nilüfer hanım neden öfkelendiğini sorduğunda: Bu cümleyi yeni öğrendi ve sürekli söylüyor; beni anladığı falan yok demiş :). Gerçekten böyle değil mi? Kendi hayatınızdan düşünün, ne zaman gerçekten anlaşıldığınıza inanırsınız? Buradan yola çıkarak çocuğunuzu dinlerken, gözlemlerken gerçekten anlamaya çalışın. Eğitimlerden sonra eve gidip ilk arıza anında çocuğu kucağa alıp hımm şimdi seni anlıyorum demeliydim değil mi demek işe yaramıyor yani :)

Sık sık duyarız; çocuklarınızla konuşun, onlara açıklama yapın diye. Evet sık konuşmak oldukça önemli; çünkü konuşmak iletişimin en bilindik yolu. Açıklamalar yetişkinlerin dünyasına ait olunca, mantık içerince çocuk için hiçbir şey ifade etmiyor; dahası çocuğu daha da sinirlendiriyor. Nilüfer hanımın bu konuda verdiği örnek, çalışan ebevenylere aitti. Hep denir ya işe gidiyourm para kazanmam gerekiyor, sana mama alacağım vb vb vb. Çocuk için bu mantık silsilesinin hiçbir anlamı yok; o anda ihtiyacı olan tek şey anlaşılmak. Anne & baba işe gidiyor ve çocuk üzgün. Ve istediği tek şey üzgün olduğunun anlaşılması. Şöyle söylenilse: "Biliyorum üzgünsün, seni anlıyorum; benim evde kalmamı ve seninle oynamamı isterdin" Bu kadar işte sadece bu kadar. Evet ağlamaya devam edebilir, hala gitmenize onay vermeyebilir ama emin olun ki anlaşıldığını hissedecek ve bu da kendini regüle etmesine fırsat verecektir. 

Buradan yola çıkarak çok sık yaptığım bir durum var; Areni giydirmeye çalışırken ona mantıklı açıklamalar yapmak her ne kadar duygusunu anlasam da gerçekten anlıyorum ve bunu dillendirsem de; mesela şunu demekten geri durmuyorum: "lütfen Aren üşürsün ama karının ağrıyabilir" Üşümek, karın ağrısı biliyorum bunların Aren içib hiçbir anlamı yok. O giyinmek istemiyor; çünkü giyinmek özgür hareketinden çalmak, oyuna ara vermek ve sıkıcı. Bunları da inanarak belirtiyorum aslında ona ama bilemiyorum işte! (Yazar burada gözyaşlarını tutamaz; biriniz gelin giydirin şu çocuğu yahu !)

Çocuk gerçekten anlaşıldığına siz bir bütün olarak; beden dili, ruh hali ve sözcükleriniz ile uyumlu olduğunuzda inanıyor. Yani denge çok önemli. 

Ebeveyn'e Düşen Rol 
Sizi bilmem ama tüm bilgiler aslında beni çoğu zaman hafiften depresyona sokuyor; peki ama nasıl diyorum kendime ve kendimi bolca suçluyorum, vicdan azabı çekiyorum. Ebeveyn olup özellikle de anne olup vicdan azabı çekmeyen var mıdır? Hiç sanmam. Nilüfer hanım sık sık şunu söyler; kendinize şevkat gösterin. Bu ne kadar önemli değil mi? O çocuğumuzu gerçekten anlamak isteyip de anlayamadığımız anlar var ya, o öfkeden çılgına dönüp dişlerimizi sıktığımız anlar, o deli gibi bağırmak isteyip yutkunduğumuz anlar, o vicdanın sesini gümbür gümbür duyduğumuz anlar işte bu anlarda bir durmak ve kendine şevkat göstermek gerekiyor. Elini kalbinin üzerine koyup derin nefesler almak ve evet işin doğrusu öyle anlarda kendini düşünmek sadece kendini. Biliriz, duyarız ama pek uygulayamayız; önce kendin felsefesini. Biz iyi olursak çocuğumuz da iyi olacaktır bu kural hiç şaşmaz ama biz iyi olmayı, kendimizi düşünmeyi hep erteleriz ve Godot'u beklemekten hiçbir farkımız kalmaz. Bekleriz, bekleriz ve bekleriz. Oysa harekete geçmek gerek, oysa kendini sevmek, kendini her halinle onaylamak gerek ki çocuğunu da her haliyle onaylayabilir. 

Hangi duygu halinde olursanız olun ve çocuğunuzda hangi halde olursa olsun, onunla iletişim halinde kalmak, göz temasını kaybetmemek oldukça önemli. İçinizden hiçbir şey söylemek gelmeyebilir; sadece yanında durmak bile işe yarayacaktır. 

Oyun konusunda öyle birşey söylüyor ki Nilüfer hanım benim yüreğime su serpiliyor; oyunun direktörü çocuktur , size düşen ise onun verdiği rolü oynamaktır. Oyun çocuğun kendini güçlü hissedeceği yegane alan; dolayısıyla oyun oynarken baştan yenik düşmeyi kabullenmeli ve çocuğa güçlü olduğunu sonuna kadar yaşatmalı. Bu bilgi neden mi beni çok rahatlattı; çünkü ben hep şimdi ne oynasak ki diye düşünüp dururdum. Ve oynarken de ne yapmalıyım diye düşünürdüm. Şimdi bu kaygım ortadan kalktı ve 2 günde çok şey değişti. Aren ne isterse onu oynuyorum; bana verdiği role de sadık kalıyorum. Hiçbir yönlendirme yapmıyorum, ne yapmamı istiyorsa zaten bana bildiği 2-3 kelimeyle ama en çok da vücut diliyle anlatıyor. Oyunla birşey öğretmeye, bir mesaj vermeye hiç gerek yok. Oyunun kendisi zaten öğretici. Bizim ebeveyn olarak işimiz OYUN OYNAMAK, onun verdiği rolü yerine getirmek!


Oyun'a Genel Bakış, Genel Bilgiler
Bu bilgileri özellikle sona bıraktım; yukarıdaki bilgileri iyice sindirmek anlamak gerekiyor bence, genel bilgileri özümseyebilmek için. 

* Çocuğunuzla oynarken sıkılıyorsanız öncelikle bilmelisiniz ki bu çok normal. Nilüfer hanımın en sevdiğim yani "bizden" biri olması ve bunu açıkca dile getirmesidir. Kendisi 5 yıldır oyun terapistliği yapıyor ve kendi kızıyla oynarken arada sırada  sıkıldığını açıkca dile getirebiliyor. Yani siz de sıkılıyorsanız çocuğunuzla oynarken, bilin ki bu çok normal; peki neden? 

* İşte nedeni geçmişte gizli. Eğer çocukken anne & babanız "oyuncu ebevenyler" olmamışlarsa siz de oyuncu olamıyorsunuz. Oyuncu muyuz değil miyiz bunu görmek için torun sahibi olmamız gerekiyor yani :) Ve biliyor musunuz nasıl ebevenyler olduğumuzu çocuğumuz anne & baba olduğunda anlayacağız, insanın torun sahibi olası geliyor :)

* Çok önemli bir kavramla tanıştım: Beden hafızası. Çocuklarımza verdiğimiz cevaplar, otomatik pilota bağladığımız haller; işte bunların hepsi beden hafızası. Bir örnek vermek gerekirse; çocuğu oyalama hallerimiz; aaa bak kuş, aa kim geçiyor buradan. Veya hoşlanmadığımız bir davranışı yaptığında aaa çok ayıp dememiz gibi. Oyun içersinde de böyle şeyler yapabiliyoruz. 


*Yarın oyuncu ebeveyn olacağım demek ile yarın diyete başlıyorum demek arasında hiçbir fark yok; zamana ihtiyaç var. Ufak ufak adımlar atmakla başlamalı işe. Çocuğunuzla 5 dk oynamak ama 5 dakikanın tümünü ona ayırmak önemli. 

* Oyun önerileri soruldu Nilüfer hanıma. Cevap oldukça güzeldi; çocuğunuza bakın, o size söyler. İşte direktör olan o, o ne isterse onu oynayacağız. Gıdıklama oyunun sakıncalarından bahsedildi. Gıdıklanan çocuk kontrolünü yitiriyor ve hiç iyi bir şey değil; eğer çocuğunuzu kahkahalara boğmak istiyorsanız başka alternatifleri denemelisiz. Nilüfer hanım burada çorap çıkarma oyunundan bahsetti; emekleme pozisyonunda herkes birbirinin çoraplarını çıkarmaya çalışıyor, dakikada herkes gülme krizinde garanti! :) Aynı zamanda itiş-kakış  oyunlarının matematik zekasına katkı sağladı; kız & erkek farketmez oynanması gerektiği söylendi. Ama saygılı biçimde yine, oyundaki en temel şeylerden biri göz teması bunu daima hatırlamadı.

* Oyuncak önerisi de soruldu. Oyuncağın son derece basit olması gerektiğini söyledi Nilüfer hanım. Konuşan, herşeyi yapan ve çok oyuncak çocuğun yaratcılığı geliştirmesine yardımcı değil tam aksine köstek. Aslında çocukların oyuncakları çok belli, tabiiki de bizleriz. Ve elbetteki yaşayan, kullandığımız herşey. Her anne & baba şu cümleyi en az bir kere kurar: Boşuna alıyoruz bu oyuncakları, o gidip mutfak malzemesiyle, bir sus şidesiyle, kumandalarla vakit geçiriyor. Ebeveyn olarak yaptığım en iyi şeylerden biri Aren'e oyuncak almamaktır. Çoğu hediyedir, ayda 1 oyuncak bile aldığımız nadirdir. 

*Oyun oynarken çocuğa karşı hep saygılı kalmak gerekiyor; eninde sonunda çocuk da saygılı olmayı öğreniyor. 

* Oyun içersinde regülasyon yani çocuğun dengesi bozulursa o oyuna son verilmeli ve başka oyuna geçilmeli. 

*Oyun çocuğun duygularını dışa vurduğu yer; bu yüzden bir oyun defalarca oynamak isteyebilir, siz de oynamalısınız. Örneğin bir oyun içinde ağladığınızı görmesi çok hoşunuza gidecektir, ya işte ben de böyle hissediyorum diye düşünüp defalarca bir daha hadi bir daha diyebilir. Yılmadan oynamak gerekiyor. 

*Herşey eğlenceye dönüşebilir, neden dönüşmesinki. Oyuncakları toplamak gibi. Ve herşey bir oyun olabilir; birlikte yemek yapmak, birlikte ev toplamak. Benim anladığım oldu; çocukla iletişim halinde olduğumuz her an bir oyun fırsatı ve oyunun ta kendisi aslında. Arada yazıyorum ya yine yazacağım; hayat bir oyun  aslında! :)


KISA KISA KISA....


  • Ebeveyn ile sağlıklı bağ kurmuş çocuğun kovası çabuk boşalır; yani mazotu çabuk biter, bu nedenlede sık sık ebeveynine gelir ve ondan birşeyler talep eder. Örneğin tüm gün sakin olan çocuk siz eve dönünce birden bire ağlamaya huysuz olmaya başlar; sevinin! Evet sevinin buradaki mesaj şu: Bütün gün seni bekledim, senin yerine hiçbir şeyi koyamıyorum, sen farklısın ve kovamı en iyi sen dolduruyorsun.  Benim bir sorum üzerine şunu da belirtti Nilüfer hanım; bu hal çok sık yaşanıyorsa ve çocuk hiç tatmin olmuyorsa arada derinlemesine bakılması gereken bir sorun vardır. 
  • Çocuklar regüle olabildiklerinde ve kovaları doluyken koyduğunuz sınırları ihlal etmezler; ancak ortada bir sorun var ise sınırları ihlal ederler. Kovası dolu olmayan çocuki öfkelenir, sinirlenir ve agresif tavırlar sergiler.
  • Ebeveynin işi çocuğu kurtarmak değil, onun dengede kalmasına vesile olmak. 
  • Çocuğun duygusunda kalmasına fırsat vermeliyiz ve sonra da onu regüle etmeye vesile olmalıyız. Yani ağlamasına izin vermeliyiz ama arkasından çok önemli birşey söyledi Nilüfer hanım: Ağlatmak ile ağlamasına izin vermek çok farklı şeyler. İşte bu dedim!... 
  • Çocuğun ağlamasına izin vermek, duygusunu yaşamasına, o duyguda kalıp aslında o duyguyu yaşamanın kötü birşey olmadığını görmesine vesile olma, onu o halde de kabul etme ve bağrına basma bunlar çok önemli. Ama çocuğu ağlatmak bambaşka. Ben bu çocuğu ağlatma kısmına en çok uyku eğitimde karşılaşıyorum; ve bu yüzden çok karşıyım. uyku eğitimi sırasında (herkesi ve her tekniği kastetmiyorum elbette) çocuğun ağlamasına izin verilmiyor, çocuk ağlatılıyor! Bu hiç iyi birşey değil! lütfen ama lütfen ağlamasına izin vermek ile ağlatmak arasında farkı iyi anlayalım. 

  • Sınır koyma & hayır demek; elbette bu çocukla aramızda bir yarık açacaktır. Sınırlarla ve hayırlarla tanışan çocuk afallayacaktır ama hemen arkasından pozitif bir davranış sergilerseniz, onun bu duygusunu, hayal kırıklığını anladığınızı ifade ederseniz, çocukta hemen duygusunu dile getirir. Uzun vadede hayata karşı güçlü bir çocuk yetiştirmiş oluruz. Her zaman yanlarında olamayacağız; arkadaşlık ilişkilerinde hayır diyebilmek, kötü davranışlara kapılmamak oldukça önemli, öyle değil mi?

  • İç rahatlatan bir bilgi daha: Yapmış olduğumuz bir hatanın, yanlış davranışın çocukta yara haline gelebilmesi için çok kereler tekrarlanması gerekiyor. Şimdi 1 kere bağırdığınız diye oturup vicdan azabı yaşamak yerine, önünüze bakın. Telafisi olmayacak tek şey sevgi bunu söylüyorum daima; hatalarımızın farkında olmak çok değerli. Sevgiyle herşey tamir edilir eskiden bile iyi hale gelebilir. 
ALTIN BİLGİ

Çocuğunuzun duygularından korkmayın; duygular geçicidir, hayat devam eder. Çocuk dirayetli olmayı öğrenir. Ve bu uzun dönemde çocuğun hayata adaptasyonunu kolaylaştırır. 



Bu bilgi benim için altın değerinde oldu. Kendime bir süre önce itiraf etmiştim de dillendirmemiştim. Ben Aren'in duygularından korktuğumu farkettim. Burada duygu ile kastettiğim, ağlama, böğürerek ağlama, kriz geçirme ve benzeri. Çünkü tüm bu duyguların karşısında kendimi çaresiz hissediyorum; ne yapacağımı bilemiyorum ve çoğu zaman öfkeleniyorum. İçimde inanılmaz fırtınalar kopuyor. Bazı zamanlar o duyguyla yüzleşmemek için tekrar tekrar yaşamamak için ağlamasına izin vermiyorum; misal onu susturacak şeyler yapıyorum ki biliyorum bu çok yanlış! Neden böyle olduğunu şimdi daha iyi biliyorum ve böyle anlarda asıl ilgilenmem gerekenin ilk önce şevkat göstermem gerekenin kendim olduğuna. Bu da benim ebeveyn olarak üzerine çalıştığım bir alan. 


Yazıyı buraya kadar okuduysanız, muhtemelen biraz sıkılmış biraz da gözleriniz yorulmuştur; o zaman biraz da gülümseme vakti. Bakın bakalım bizim evin youn hallerine. 
Baba & oğul dünyanın en şapşal oyununu oynuyor olabilirler mi acaba :) Bu oyun bir rituel bizim evde, baba geç gelecekse elimden tutar ve benimle oynar. Bize biçilen rolü yerine getirmeye çalışıyoruz napalım :) Aren bu oyuna bayılıyor. Buhar makinasının havasını içe çekip yere kendini atma. AY ne komik değil mi :) Lütfen odamızın dağınıklığını ve kocamın kalpli pijamasını görmezden geliniz :)






18.03.2013

Bir Aşk Hikayesi ve Uçuçu Yağların Faydaları III





Yazının başlığı dam üstünde saksağan vur beline kazmayı gibi duruyor öyle değil mi :) Ama aslında öyle değil. Benim için nasıl bir alakaları var okuyunca anlayacaksınız. Sizin için yazıdan sonrada aynı alakasızlıkta devam edebilir elbette. 

Aslında, uçuçu yağlar ve faydalarıyla ilgili daha önce 2 yazı yazmıştım. Bitkiler, uçuçu yağlar, alternatif şifa alanları ilgim dahilinde. Babamın ailesi 7 göbekten eczacı; dedem alanında oldukça iyi bir Farmakognozi* Ordinaryus Profosorüydü (Bu ünvan bir süre sonra ortadan kalkmış ) babaannem ve onun kız kardeşi -büyük teyzem- ve onların babası da öyle. 

Babaannem dedemin üniversitede öğrencisi; dedem babaanemi çok beğeniyor, babannem zaten hocasına hayran. Büyük baba, babaannemin ve büyük teyzemin okumasına izin veriyor; fakat oldukça da kapalı bir insan. Okuldan eve evden okula gidecekler, dersler dışında 1 dakika bile okulda vakit geçirmeyecekler; okula da kendi arabalarıyla bırakılacaklar ve alınacaklar. Babannem anlatırdı; laboratuvar derslerinde erkeklerle bir arada deney yaptıklarını duyan büyükbaba üniversiteye kızlara özel bir labrotuvar yaptırtıyor ve tüm malzemeleri bağışlıyor; böylece babaannem ve büyük teyzem erkeklerle aynı tüp ve benzeri ürünleri kullanmadan çalışabiliyorlar. Aynı zamanda eczanede de çalışmaya hakları var ama perdenin arka tarafında ilaç yapımında, asla müşteriyle yüzyüze gelmeyecekler. Büyük teyzemin hayattaki en büyük üzüntüsü o perdenin ön tarafına geçememiş olması oldu. Birgün eczanede yanlızlar, büyükbaba namaza gidiyor; müşterinin biri geliyor ve teyzem gayri ihtiyari perdeyi aralıyor ve yardımcı olmaya çalışıyor. Bunu duyan büyükbaba eczanede çalışmalarına son veriyor. Böylece babaannem ve büyük teyzemde okumuş ev kadınları olarak hayatlarına devam ediyorlar. 

Ne kadar ilginç öyle değil mi? Bu kafaya sahip olmayı o dönemde anlayabiliyorum ama bu dönemde anlamam mümkün değil. Bu arada ne babannemin, ne büyük teyzemin kafası kapalı değildi; ve hatta onların annesinin de. Daha da ilgincini duymak ister misiniz? Dedemin babası Şeylülislam ve eşinin saray bahçesindeki tüm fotoğraflarında kafası açık, bir örtüsü bile yok. Dedeme hamileyken çekilmiş fotoğrafları var; hamile, saraylı bir kadın ve başı açık dahası fotoğrafı çekiliyor. (Başını kapatanlara saygım sonsuz, herkes tercih ettiği gibi giyinebilir ama dayatmalara ve din bunu emreder söylemlerine karşıyım!)

Neyse konumuza geri dönersek; dedem babaannemle konuşmaya yer arıyor; birgün ders çıkışı araba babaanemleri almaya gelmeden durduruyor ve Mevhübe hanım benimle evlenir misiniz diyor? Babaannem aman hocam estağfurullah o nasıl söz diyor. Muhtemelen hocasına hayran bir kız olarak kalbi yerinden çıkmıştır ve eve dünyanın en mutlu genç kızı olarak dönmüştür. Dedem "aman hocam bu nasıl söz"ü pek tabii ki onay cümlesi olarak algılıyor. 

Ertesi gün dedem büyükbabayı eczanede ziyaret ediyor ve babaannemle evlenmek istediğini bildiriyor. Elbette büyükbaba Eczacılık alanında gelecek vaadeden bu gence karşı koymuyor; yanlız bir şartı var iç güveysi olarak gelecek; başka türlü asla kabul etmiyor. Dedem öylesi aşıkki babaanneme buna karşı koymuyor. Hoş o dönemde içgüveysi gelmenin ne gibi sakıcası olurki yayla gibi evdeler birbirilerini görmeye imkan bile yok. Babaannemin de bir koşulu var elbette, kızkardeşinden ayrılmak istemiyor. Dedem onu da kabul ediyor ve evleniyorlar. Babaannem üniversiteyi hocasıyla evliyken bitiriyor. Çocukken en sevdiğim şeylerden biri babaannemin dizine yatıp bu hikayeyi defalarca anlattırmaktı. Babaanne ne hissettin  derdim; yüzünde kocaman bir gülümseme olurdu. Aşıktın değil mi derdim? Daha da kocaman bir gülümseme olurdu. Büyüdükçe daha da hoşuma giden şey o zamanlarda bile, benim hayal meyal hatırladığım birbirlerine hitap şekilleriydi; babaannem Sarım bey demezdi, Sarımcığım & Sarım derdi. Dedem ise Mevhüb veya Mevhübeciğim diye hitap ederdi. Aralarındaki aşkı çocukken bile hissederdik. Dedem deyim yerindeyse babaannemin elini sıcak sudan soğuk suya sokmamış babannem sadece yemek yapardı ama onu da çok iyi yapardı. Bulaşıkları dedem yıkardı; çünkü babaannem pis tabak vb dokunmaktan hoşlanmazdı. Bu aşk değil de nedir!....

Dedemle fazlaca vakit geçiremedim; ben çok küçükken vefat etti, ama babaannem ve büyük teyzemle doyasıya bir çocukluk yaşadım. Dedemin o içgüveysi geldiği ev şimdiki apartmanımız, o zamanlar dedemlerin aslında yazlık  için kullandıkları, bahçesinde eczane için şifalı bitki ve agaç yetiştirdikleri bir yer. Bugün oturduğumuz, Aren'i büyüttüğüm evde & apartmanda bir tarih yatıyor. Ihlamur ağacına her baktığımda dedem'e ve çocukluğuma gidiyorum. Aren'e ağacımızdan topladığımız ıhlamur içirdiğimde kulağımda babaannemin sesi: "O ıhlamurda dedenin eli var, ilaç için dikildi o ıhlamur, şifa olur evladım" derdi bize. 
Apartman sakinleri için kıymeti olmayan ve birgün ansızın gölge ediyor diye kestikleri kara dut ağacı beni ve abimi gözyaşlarına boğabiliyor. Babaannem ve dedemin hastalara şifa olsun diye dikdikleri ağaç gölge etmemesi için kesildi! Bugün biliyoruz ki boğaz ağrısına, iltihabına en iyi gelen şey dut şurubu. 

Konuyu bir yerinde uçuşu yağlara, şifalı bitkilere bağlamak gerekiyor öyle değil mi :). Babannem ve teyzem bizim dönemin eczanelerini hiç anlayamadı, onlara göre eczane ilacın yapıldığı ve sadece ilacın satıldığı yerdi. İçinde şampuan, krem ve benzerlerinin satıldığı yere eczane denilemezdi. Hasta olduğumuzda dedemin arkasında bıraktığı ama bizim bir türlü bastırmadığımız kitabı açılır ve neye ne iyi geliyormuş bakılır ve ona göre yönlendirilirdik. Çok uzun zaman bitkiler ve uçuçu yağlarla tedavi edildik biz. Bir yandan kulağımda hep şu cümle vardır:"Zehir bir miktardır; neyi nasıl kullanacağını bilmezsen herşey zehir olur" Biraz daha büyüdüğümüzde, teyzem ve babaannem elini ayağını bu tip işlerden çektiler; artık yaşlıyız, olmuyor yapamıyoruz dediler ve bizi modern tıbbın güvenli! eline teslim ettiler. Zira kendileri de teslim oldular. 

İşte şimdi hafızamdaki, bedenimdeki bu izlerle uçuçu yağların, şifalı bitkilerin iyileştirici gücüne inancım çok fazla. En nihayetinde ilaç dediğimiz bir çok şeyin özünü de onlar oluşturuyor. Sentetik birşey dense doğal bir şeyin her zaman işe yarayacağına inanıyorum. Amma velakin modern tıbba güvenilir olduğu sürece kapım daima açık! Allah başımızdan hipokrat yeminini gönülden etmiş ve işini ettiği yemine layık bir şekilde yerine getiren doktorları eksik etmesin. 

Bir liste buldum; aşağıda onu sizinle paylaşıyorum.  Ve tekrardan belirtiyorum; hiçbirine kefil DEĞİLİM!. Çocuklarınız için uygulamanızı tavsiye etmem; yok ben uygulayacağım diyorsanız da bilmenizi isterim ki; çocuklar için uçucu yağlar uygulanırken 2 damla zeytinyağı ile seyreltilmesi öneriliyor. 




1.  Hıçkırığınız mı var?  Hıçkırık rahatsız edici mi sizin için bilemiyorum; beni etmez ama yine de bilmekte fayda var. Ensenize birkaç dammla nane yağı damlatmak, aynı zamanda omuriliğinizin iki tarafını biraz nane yağı ile ovmak hıçkırığı anında kesecektir. 


2.  Burun akıntınız mı var?  Burnunuzun iki yanını limon yağı ile ovalayın. 

3.  Odaklanma sorununuz mu var?  Nane yağı ile yabani portakal yağını karıştırınn ve ensenize surun, sonra da kalan yağ ile ellerinizi ovun.  

4. Batan, irite olmuş gözler? Lavanta yağı ile yabani portakal yağını karıştırıp göz çevresindeki kemiklere-ama asla göze değil   sürün. 

5. Alerji?  Aynı miktardaki lavanta,limon ve nane yağını karıştırın - bu aynız zamanda doğal bir antibiyotiktir- ve ayağınızın altına günde 2 kez  sabah ve akşam olmak üzere uygulayın. Bu karşımı zeytinyağı ile seyreltilmesi önerilmektedir.  

6.  Kulak Agrısı/ İltihabı?  2 damla fesleğen yağını veya  çay ağacı yağını 2 dala zeytinyağı ile karıştırıp, kulağın iç ve dış cepherine günde birkaç kez sürüyorsunuz. Kesinlikle kulağa damlatılmıyor.  


7.  Ağız kokusu?  Bir kaç damla nane yağını az suya damlatıp içerseniz kimse karşı koyamaz ;)

8.  Mis gibi kokan çamaşırlar?  Bu iş için Yumoş, Vernel falan ama, temiz bir parça beze kokusunu sevdiğiniz yağdan damlatıp çamaşır makinanıza koyarsanız hem çamaşırlarınız mis gibi kokar hem de bütçenize katkınız olur. 

9.Pis kokan halı?  Kokusunu sevdiğiniz bir yağı bir paket karbonat (mutfak tipi ufacık paketten bahsedilmiyor) veya bir paket mısır nişastasına damlatıp bir gün bekletiyorsunuz; ertesi gün halınıza döküp 1 saat bekletip süpürüyorsunuz ohhh ev mis kokuyor. Bizim evde halı yok buna da gerek yok :) Ama halı kokusu, körü olanı cidden kötüdür hani. 

10.  Ayak Kokusu ?  Çay ağacı yağını sürdüğünüz gibi ayak kokusu son buluyor. 

11.  Ayak Tırnağı Mantarı?  Sabah akşam tırnağın etrafına çay ağacı yağını sürdürmüydün bitti gitti. 


12. Cilt Lekeleri?  Kekik yağının cilt lekelerinin geçmesinde etkisi büyükmüş; kekik yağı oldukça kuvvetli bir yağ olduğundan kesinlikle yaygın sürülmemesi sadece o bölgeye çok az damlatılması ve öylece emmesini beklemek gerekiyormuş. 

13.  Ateş?  Zeytinyağı ile seyreltilmiş nane yağı vücuda sürüldüğünde vücut ısısını hızlıca 3 derece düşürürmüş. (Bebeğin ateşi filan çıkarsa sakın sakın denemeyin!) 

14.  Yanık?  1 damla lavanta 1 damla limon yağını karıştırıp yanan bölgeye uygularsanız acısını anında kesecektir ve vereceği etkiyi azaltacaktır. 

15.  Mide Yanması?  Süte ekleyeceğiniz birkaç damla nane yağı mide yanmasını anında kesecektir. Aslında hamilelere önerilen Gavisgon şurubunda bundan pek farkı yok gibi tadı düşünüldüğünde.  


Tüm buradaki bilgiler benim okuduğum, hoşuma gittiği için de sizlerle paylaştıklarım. Ne doktorum ne de şifacı! Her iki role girmeyi de hiç düşünmüyorum. 

Bitkiler içindeki maddeleri inceleyerek bunlardan organizmaya girdiğinde hastalıkları iyileştirici etkisini bulmaya çalışan bilim dalına farmakognozi denir. Farmakognozi botaniğin eczacılık biliminde uygulanmasıdır. Her ikisinin metodlarını kullanır. Bulunan ve ilaç olarak kullanılabilecek etken maddelerin bitkiden verimli şekilde elde edilme metodlarını belirler. Bitkilerde yüzlerce etken madde bulunabilir. Bu maddeler kimyasal maddelerdeki gibi yararlı etkilerinin yanında yan etkileri de mevcuttur. Ayrıca bitkilerden elde edilirken elde edilen miktarın da büyük önemi vardır.)

13.03.2013

5 Adımda Duygular Şelale



İnsanoğlunun başına her ne gelirse duygularından geliyor. Çocuk yapmak bile en nihayetinde duyguların bir neticesi.

Bakmayın siz başlığın cıvıklığına aslında konumuz 5 Adımda Çocukların Duygularını Kendi Kendine Kontrol Etmeyi öğrenmesi üzerine. Çok kritik bir nokta var ki, eminim her ebeveyn bu hataya düşüyordur. Çocukların davranışlarına limit koymak doğal ama duygularına limit koymak doğal değil. Bir limit koyarken çocuğa, iyi düşünmek lazım; çocuğun duygusuna mı set çekiyorum yoksa davranışına mı? Daha açık söylemek gerekirse; öfkesine, neşesine, ağlamasına ve benzerlerine limit koymak doğru olmadığı gibi işe de yaramıyor arkadaş. Ve bilindiği üzere; herhangi bir şeye baskı uygularsan, şişer şişer şişer ve patlar!. Eninde sonunda sonucu iyi olmayan bir durumla karşılaşırız. 


Siz "izin" verseniz de vermeseniz de çocuğun üzüleceği varsa üzülüyor, ağlayacağı varsa ağlıyor. Sizi bilmem- çok doğru birşeymiş gibi- bana küçükken odanda ağlayabilirsin denilirdi. Saolsun ya odamda ağlamama izin verdiğiniz için. Veya ağlaman bitsin, yanımıza gel. Bu söylemler, çocuğa kendini sadece kötü ve yanlız hissettirir başka da hiç bir amaca hizmet etmez. Buradan çıkaracağı anlam; duygularımı bastırmalıyım, yoksa yanlız kalırımdan başka birşey olamaz. 

Herhangi bir insanın ki burada konumuz çocuklar; duyguları bastırıldığında, o duyguyu yönetmesini, idare etmesini öğrenemez hale geliyor. Ve biran geliyor; saldırganlık, ne yapacağını bilememe hali yaşanıyor. Aren için "delirdi bu" dediğim anlara bakıyorum; çocuk gerçekten bir kontrolsüzlük hali yaşıyor, napacağını bilemez halde. Sevincini veya üzüntüsünü kontrol edemiyor ve başlıyor eşyalar havada uçuşmaya, çığlıklar, naralar. Çocuk bir duygusunu göstermeye çalışıyor veya söylemeye ama yapamıyor işte. Düşünün o halin çaresizliğini. Hepsini öylece izleyip, sakin ol canım diyorum. Eğer beden diliyle kucağıma gelmeye yanaşırsa hop kucaklayıp sırtını falan sıvazlıyorum. 

Yani duyguları inkar etmek, yok saymak veya onları bastırmaya çalışmak hiçbir işe yaramıyor. Yarasaydı şuan bir nesil inanılmaz kontrollü ve duygularına sahip çıkabilen bireylerden oluşurdu. Peki ne yapmak gerekiyor; 5 adımda özetlemişler. 



1. Acı gerçek rol model olmak. Ne zor şey ya ne zor şey, kendi halinden bir başka hale bürünmek. İnsan da bunu sadece evladı için yapabiliyor zaten. Yani ebeveyn olarak çok da haklı sebeblerden bağırabileceğiniz bir noktada derin bir nefes alıp o duyguyu kontrol altına alırsak iyi bir model oluşturmuş oluyoruz. Çocuklar bizi bebekken bile çokca deniyorlar. Tepkilerimizi ölçmeye çallışıyorlar. İnadına yapıyor dediğimiz her durum aslında çocuk için bir oyun. Onlara alet olmassak iş daha kolay aslında. Ben bazen bunu yapıyorum. Biliyorum ki Aren'in canı oyun oynamak istiyor; alıyor eline ağzına sokulmaması gereken birşey ve sokuyor. Bağıracakken, aman dur Tüten diyorum. Ya görmemiş gibi davranıyorum ya da ağzına mı sokuyorsun dikkat et de kusturmasın seni öghhh  olunca sen de sevmiyorsun diyorum. Bozuluyor, üzülüyor çünkü bu harika oyununda! ona eşlik etmemiş oluyorum. Hoop başka bir oyuna geçiyoruz. Hayar bir oyun be üstat :))))

Tabii bir de müthiş kurtarıcı bir oyun var; saklan-bul. İnsana bir 5 dk nefes aldırıyor. Çocuğu yanlız bırakmak yerine siz olay mahalini oyunla terkederseniz biraz nefes alabiliyorsunuz. Aren beni bulamaz deyip içeri kaçıyorum; o sırada bir nefes alıyorum, kendi kendime aman sakin ol, sakin ol ki delirmesin diyorum. Yani öyle içimden aman şimdi sen modelsin rolünde şu demiyorum :) 
Velhasıl, çocukların önlerinde duygularımızı kontrol edebildiğimiz heran onların da kendilierini regüle etmeyi öğrenmelerine vesile oluyoruz. Ne ekersek onu biçiyoruz işte. Bağırırsak, çocukta bağırıyor. Sakinsen çocukta sakin. (Bu son cümleyi çok inanarak yazmadım :) Her çocuğun da kendi karakteri var canım; bazısı ateşli anne&baba sakin de olsa)

2. İçiçe olmak, ten teması. Büyüleyici etkiye sahip iki temel şey. Nasılki ağlayan bir bebek kucağa alındığında sakinleşebiliyor, daha büyük çocuklarda anne babası dokunduğunda, sevdiğinde daha sakin bir hale gelebiliyorlar. İnsanoğlunun yegane ihtiyacı sarılıp sarmalanmak bence. Bir insan ben sarılmayı hiç sevmem, pek hazmetmem diyorsa doğru o insanı terapiye göndermek gerekir ve çocukluğunda mutlaka vardır bir arıza. Çocuklar sevildiklerini ve her halleriyle kabul olduklarını hissettiklerinde her zaman işbirliği yapmaya açıktırlar. Daha az "deli"   daha az "hayır'lı" halde olurlar. 


3. Empati ve bunu gösterebilme. (Canım benim üzüldüğünü anlıyorum; keşke böyle olmasaydı.) filmi geri saralım ve "bunda üzülecek ne var şimdi" cümlesini duyanlar parmak kaldırsın :) Veya aaa çok ayıp buna ağlar mı hiç! olmadı size aman canım buna mı üzüldün sen şimdi bosver cümlesini verelim. Ama ömrü hayatında mutlaka ağlayınca çirkin oluyorsun, bak bak şu çirkine bak lafını duymayan kalmamıştır. İşte bu nasıl empatik olunmaza çok iyi örnek. Eğer empati kurabilirsek ve seni anlıyorum mesajını çocuğa geçirebilirsek; çocuklarda arada bir kötü hissetmeninde doğal olduğunu ve her halleriyle kabul görüldüklerini öğrenmiş oluyorlar. Sesini duyurmak için bağırmasına gerek kalmıyor, beni anla mesajını böğürerek ağlayarak vermiyor. Bunları bizler doğal karşıladığımızda çocuklarda tamam ya bugün üzüldüm yarına birşeyim kalmaz diyebiliyor. (öyleymiş yani )



4. Çocuğun davranışlarını yönetebilmek, yönlendirebilmek önemli ama bunun yolunun cezadan geçmediğini öğrenmeyen kalmamıştır herhalde. Ceza kısa vadeli, anlık harikalar yaratan bir yöntem; bunu kimse inkar edemez. Amma velakin uzun vadeli bir hayatı seçiyoruz ebeveyn olduğumuzda dolayısıyla aman diyeyim; bugün ceza verdiğiniz çocuğunuz yarın 10 kaplan gücünde karşınıza çıkar; cezaya alışan bünye hadi daha da daha da der ve duygularıyla değil ama ceza ile başa çıkma yöntemini çok iyi öğrenmiş olur. Çocuğunuz yarın öbür gün hapisaneye düşerse bunu öğrenmesi iyi olur tabii de, herhalde bir gün hapisaneye düşerse gibi bir zihniyetle çocuk yetiştirecek değiliz değil mi? 



5. Duygularını göstermek için onlara sonsuz güven vermeliyiz ama bu demek değil ki duygularının sebeb olduğu davranışlara limit koymayacağız. Şöyle; istediğin kadar delirebilirsin ama bana vurmana izin vermiyorum. (ağzı dili olsa çocukta der ki; yahu vurmadıktan, saçını seçmedikten sonra ne tadı kaldı delirmenin :) )
sinirli bir çocuk, kötü bir çocuk değildir ama can acıtan çocuk ilkel kalmış bir insan modelidir. Mağara adamından hallice olduklarını biliyoruz; zaten görevimiz tehlike değil mi ebeveynler olarak; bu mğara adamlarını birer hanımefendiye, beyfendiye çevirmek bizim görevimiz :)))
Bir çocuk öfkeli, sinirli bir haldeyken duygularını kontrol edemez, bunu o anda ondan istemek hiçbir işe yaramaz. Ama sizin o durum karşısında nasıl durduğunuz ona çok şey öğretir. Siz böyle anlarda ona şefkatle, sevgiyle ve en önemlisi sabırla yaklaşırsanız, ağlamasına izin verir hatta ağlamaya motive ederseniz çocukta kendini güvende hissedecek ve ağlayabilecek, içindeki o duygu yoğunluğunu can acıtarak değilde ağlayarak atabilecektir. Karşılıklı ağlamakta bir seçenek tabii ki :) Yapmayan var mı? 


Çocuğa duygularını dile getirmeyi, dillendirmeyi öğretmek önemli ama bu konuda ısrarcı olmaya gerek yok. Kalbinden geçenleri aklının sözgecinden geçirmek ve kelimelere dökmek özellikle de çocuklar için her zaman çok kolay değil; bunun yerine duygularını olduğu gibi kabul etmeye odaklanmak daha önemli ve işe yarayan bir method, bu sayede çocuk: 

  • Duygunun iyisi kötüsü olmaz hepsi insanın zengiliğidiri
  • Nasıl hissedeceğimizi her zaman seçemeyiz ama hissettiklerimiz karşısında nasıl davranabileceğimizi seçerizi 
  • Duygularınızı rahatlıkla, derinlemesine yaşadığınızda bu onları kontrol etmeye de yararı 
öğrenebilecek. 

Eğer siz de hala kendi duygularınızı kontrol etme aşamasındaysanız; bu iyi haber; niye mi? çübkü çocuklar duygularını kontrol etmede sizden çok daha iyi bir noktada. Neden mi? Çünkü siz şuan işin en zor kısmını yapıyorsunuz; onlara bunun nasıl olacağını öğretiyorsunuz. Hatırlayalım; boynuz kulağı geçer!

Ya işte böyle sevgili okur, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla! (Gelin=Tüten Kızım= sizler) 

Haydi bakalım duygular şelale!


7.03.2013

Hayalindeki Anne Olabilmek

Hadi İşallah :)


Kim istediği gibi, hayal ettiği gibi  anne bilemiyorum; ben değilim. Ama halimden depresyona girecek kadar da memnuniyetsiz değilim; sadece daha iyisi olabilirdi onu biliyorum. Kendimi gün içinde birkaç kez sorgulayıp, bir kaç kez uyarıyorum. Ama aynı zamanda kendimi takdir edip, seviyorum da. Yani kendime göre bir denge tutturduğumu varsayıyorum. 

Ne zaman anne oldum ve öğrendimki; aslında hayatın tüm sırrı çocuklukta gizli, zihnimin odalarına daha çok dalar, daha çok ailemi eleştirir ama bir yandan da daha çok sever oldum. Herşeyin çocuklukta gizli olduğu ve şekillendiği bilgisi beni inanılmaz tedirgin ve tetikte bir anne yaptı. Sürekli acaba yanlış mı yapıyorum; şimdi bundan nasıl etkilenirki gibi cümlelerle yaşar oldum. 

Vicdan azablarım çok arttı ve çok güçlü hale geldi. Sabırsız, tahammülsüz bir anne haline geldiğimde, dönüp çocukluğuma baktım; ve evet annemin-- her ne kadar haklı sebeblerle de olsa-- tahammülsüz bir anne olduğu gerçeği ile yüzleştim. Farketmektir asıl olan dedim ve bunu iyileştirme yoluna girdim. Nasıl mı? Çocuğuma karşı daha sabırlı, daha tahammüllü bir anne olma çabasıyla. Heyhat! insan köklerinden çok uzağa gidemiyormuş bunu anladım. Beni kıran, üzen ne varsa çocukluğuma dair (bu yazılanlardan sanmayın ki çok üzücü kırıcı şeyler yaşadım; sahip olunabilecek en iyi ailelerinden birine sahibim) benzerlerini ebeveyn olarak yapar oldum. (Ve bir de anneme sorarsanız o kendini ömür törpüsü, dünyanın en sabırlı annesi olarak addedecektir, hemen hemen her anne gibi :))


Anneliğimde en sık tekrarladığım cümle; bir yolu bilmek ile o yolda yürümek aynı şey değildir oldu. Bildiklerim pusulam olsa da ben doğru yürüyemiyorum o yolda ve bu beni daha da üzüyor. Ve sonra üzüldüğüme üzülüyorum; çünkü pusulam bana sadece mutlu ebevenylerin mutlu çocukları olur gerçeğini gösteriyor. 

Sonra, herşeyin telafisi olacağı ama sevgisiz kalmanın telafisi olmayacağı, şartsız & koşulsuz sevmenin çocuğuna verebileceğin en temel ve en mükemmel şey olacağı gerçeği yüreğime su serpiyor; çünkü evladımı şartsız şurtsuz koşulsuz delicesine seviyorum. Belki de anneliğimde en iyi yapabildiğim tek şey bu!. Belki de bu yüzden milyon kere ona seni seviyorum diyorum; benden en sık duyduğu cümlenin bu olmasını istiyorum. 


Sonra bir makale'de şu cümleyle karşılaşıyorum ve gözyaşlarımı tutamıyorum: "Are you feeling a bit nervous about the beliefs your child is forming? You don't have to be perfect. Deep beliefs don’t derive from a single incident but the accumulation of repeated parent-child interactions. Just keep supporting yourself to stay emotionally regulated and connected, and your child's beliefs will keep evolving as you do. :-)" (Türkçe meali: Fazla kafaya takma inançlarının çocuğunu ne hale getireceği konusuna. Öyle 1-2 yaptığın hata ile çocuğuna birşey olmaz; önemli olan tekrarlanmaması. Mükemmel olmak zorunda değilsin. Sen sakin kalmaya ve çocuğunla iletişim halinde olmaya bak. Tıpkı senin inançlarının geliştiği gibi çocuğununkinde gelişecek. Hadi canım takma kafana tokadan başka )

Hayalimdeki anne olamadım belki şimdilik ama, hayalimde bir çocukta yoktu benim; sıfatlarla, şöyle olsun böyle olsunla. Ben sadece bir evlat istedim; herşeyiyle kabulum olacak. Şükürler olsun ki bir evladım var ve onu herşeyden çok seviyorum!






4.03.2013

Sözcükler ve Aren



Seninle ilgili dört gözle beklediğim, gelişimin konusunda hadi'lediğim yegane konu dilinin çözülmesi. Sanki dilin tamamen çözülünce sihirli bir değnek deyecek bize ve herşey çok daha güzel olacak. Seninle sohbet edebilmeyi, kelimeler aracılığı ile konuşabilmeyi, duygularını kelimelerle ifade edişini merakla bekliyorum. 

Son zamanlarda dilinin bağcıkları hızla çözülüyor. İki kelimeyi biraraya getirmeye başladın. Mesela Cumartesi günü sana ne yapıyorsun Aren dedik, cevap olarak: Yemek yiy dedin ve bizi şaşkına çevirdin. Şimdiye kadar en fazla Anne gel diyordun ki bu senin için bir kalıp önce anne sonra gel. 

Eskiden bir çocuk konuşup biz hiçbir şey anlamdığımızda ama annesinin babasının şunu dedi bunu dedi şunu istiyor dediğinde içimden "hadi ordan" derdim. Lakin biz de senin ne istediğini, ne söylemeye çalıştığını anlıyoruz. Bazı kelimelerin var ki kimse anlamıyor biz şunu dedi diyoruz. Neymiş çocuğun olmadan çocuklu hayat hakkında konuşmayacakmışsın :)

Yerinde kullandığın kelimeler ve bizim her duyduğumuzda bayıldıklarımız:


  • Anne, Baba, Anneanne, Gel, Alo, Abur(Aynur, yardımcımız) bunları çok uzun süredir söylüyorsun. Her anne deyişin her baba deyişin kalbimizin tellerine bam bam basıyor ve bizi çoşturuyor. 
  • Çiş, Kaka. Her yaptığında hatta artık yapmadan önce çişş çişş kaka kaka diye gelip söylüyorsun. Biz tuvaletteyken de bunu yapıyorsun, teşekkür ederiz ne yaptığımızı bildirdiğin için :)
  • Kedi, havhav,vuvv (motor), hrrrr (dinozor), vınnn (araba) bunları her seferinde yerinde kullanıyorsun. 
  • Doydu doydu diyerek göbeğini gösteriyorsun, her yemekte. Dün yemekte yerinden kalkmak istediğinde döndün ve doydum dedin :)
  • Aren nereye gittin bugün diyoruz: Park'a diyorsun. Parkta ne yaptın diyoruz: Kayı (kaydıraktan kaymak) ve sallanma hareketini yapıyorsun
  • Cocuk, bebe bunları da dergide kitapta gördüğünde hemen söylüyorsun.  
  • Oda(orada) buda(burada) bunları da yerli yerinde kullanabiliyorsun. 
  • Tu (su) susadığında tu tu diyorsun hatta sebilin başına gidip bekliyorsun. 

Ve daha bir sürü böyle yerli yerinde kullandığın kelimelerin var. Papağan olmaya başladın; baban veya ben birşey söylediğimizde hemen tekrarlamaya çalışıyorsun. Ama tabii ki de hıı hııı (onay anlamında) ve ııhh ıhhh (hayır onlamında) ve ıh (bu anlamında) hala favori ifadelerin.

Bu haftasonu bana ilk kez annecim dedin ve ben şaşkınlıktan bayılacaktım; bunu tuvalete yanıma gelmek için söyledin ve babandan duydun, olsun söyledin ya yerinde tam da kalbimi fethetmek için söyledin ya benim için eşşsiz bir duygu oldu. 

Babanla sohbetlerinize bayılıyorum, baban soruyor sen dilinin döndüğünce cevaplıyorsun. Kelime bulamadığında beden dilinle, kitap veya dergideki bir görselle anlatmaya çalışıyorsun. 

Bir de aşağıdaki videodaki gibi bizim anlayamadığımız kedi&köpek ve dışarısıyla olan sohbetin var. Bu hallerine bayılıyoruz ve keyifle dinliyoruz seni. 

Eğer oda (orada) dışında söylediği şeyi anlayan varsa lütfen bize de anlatın :)