Pazar günü İnternet Annelerinin düzenlediği Nilüfer Devecigil'in "Oyunumu İstiyorum" seminerine online, evden pijamalarımla katıldım. Seminer notlarına başlamadan önce internet anneleri grubuna; (Azra, Perihan, Gülderen ve Nihan'a) çok teşekkür ederim. Online eğitim & seminer benim iş hayatımn bir parçası ve olabilecek teknik arızaları, çıkabilecek diğer sorunlara karşı donanımlıyım ve söyleyebilirim ki; kızlar bu işi çok iyi kotarmışlar.
Nilüfer hanım bizim belli aralıklarla gidip danıştığımız bir psikolog, görüşlerine oldukça değer veriyorum ve kendimi rahatlıkla kendisinin söylediklerine teslim edebiliyorum. Söz konusu "oyun" oluncada ne yapıp edip kaçırmamam gerekiyordu. Online katılım sayesinde evden yazının başında da belirttiğim üzere pijamalarımla katılabildim. Hatta seminer başladığında şöyle bir tweet yazdım: "Üzerimde pijamalarım, ocakta yemeğim, çocuğu uyuttum, babası yanında ben de online eğitimdeyim. Domestik miyim, modern mi belli değil "
Buradaki notlar benim aklımda kalanlar, benim nasıl anladığım. Ve herkesin algısı kendi hayatına ve vizyonuna göredir; biliyorum ki bir çok insan seminer notlarını takip ediyor ve belki de bizzat eğitime gitmeyi gerekli görmüyor; ama emin olabilirsiniz ki belki siz katılsaydınız bambaşka şeyler öğrenecek, bambaşka yerlerin üzerinde duracaktınız. Ben seminere katılan herkesin notlarını yazması taraftarıyım, böylece aynı konuya farklı açılardan bakarak zenginlik elde edebiliriz.
Ve gelelim seminer notlarına;
Nilüfer hanım konuşmaya geçmişin avantajlarından ve şimdinin dezavantajlarından bahsederek başladı. Geçmişte o hepimizin bildiği ve bizzat yaşadığı üzere; sokakta oynamaktan, ev dışında vakit geçirmenin öneminden bahsetti. Şimdi ise her türlü ekranın hayatımızın içinde olduğundan ve oyuna az vakit ayrıldığından. Bir iyi haber; ekranın hayatımızda olmasının kabul edilebilir olduğunu ve fakat ne kadar içinde olduğuna da dikkat edilmesi gerektiğini belirtti. 9-10 yaşında bileklerini kesen çocuklar olduğunu ve bu çocukların tramvatik evlerde büyüyen çocuklar değil, gayet normal ailelerin çocukları olduğundan bahsetti. Resmin bütününe dışarıdan bakabilmenin önemi üzerinde durdu. Sahi ne kadar yapabiliyoruz bunu; ne kadar durup sahip olduğumuz hayata, yaşadığımız anlara dışardan bakabiliyoruz?
Regülasyon
Nilüfer hanımı tanıyanlar, regülasyon kelimesine de aşinadırlar. Regülasyon sakinleşmek demek değildir. Regülasyonun ne olduğunun daha iyi anlaşılabilmesi için Nilüfer hanım regüle makinası örneğini veriyor; nasıl ki elektrik akımının arttığı veya azaldığı durumlarda devreye regüle makinası girer ve dengede tutar elektriği, işte regülasyon da dengede olma halidir aslında. VE çocukların hatta yetişkinlerin kendi kendini regüle edebilmesi çok önemli. Regülasyonu öğrenen bir çocuk hayatı boyunca duygularını yönetmeyi becerebiliyor. Duygularına teslim olmak yerine, onları farkeder ve hepsinin karşısında dengede durabilir. Ebeveyn olarak çocuklarımıza kazandırabileceğimiz en en önemli şey regülasyon bana kalırsa. Ve bir çocuğu regüle edebilmek için elimizde eşşiz bir araç var o da OYUN!
Bazı çocuklar vardır; koyduğun yerde durur, kendi kendiyle vakit geçirebilir çok uzunca bir süre, sen gidip dürtmediğin sürece orada öylece durur. Ve bu çocuklar en çok takdir toplayan çocuklardır; ailelerin en çok sahip olmak istediği, sahip olunduğunda da en çok övünülenler. İşte Nilüfer hanım bunun da bir regülasyon problemi olduğunu aslında sanıldığı kadar iyi birşey olmadığını, bu tip çocuklarında harekete geçmeye ihtiyacı olduğunu belirtti. Elbette yine oyun'la.
0-5 Yaş
Özellikle ilk 3 yıl çocukların sadece sağ beyni aktif ve beyin sosyal bir organ, iletişim halindeyken gelişiyor. Peki sağ beynin aktif olması ne anlama geliyor; herşeyin duygusal olması anlamına geliyor. Çocuklar için ilk 3 yıl mantık denilen şey yok; yani açıklamaların hiçbir anlamı olmadığı gibi çocukların davranışlarında, yaptıklarında mantık aramak da düşülebilecek en büyük yanlış. Çocuklarımızı gözlerken, yaptıklarını anlamlandırmaya çalışırken biz yetişkinler sol beynimizi devre dışı bırakmalıyız. Nilüfer hanım diyor ki: Her ne yapıyorsa altında duygusal bir neden vardır ve bir ihtiyaç yatar. İşte bu sebeble çocuğumuz biz yetişkinlere göre saçma, anlamsız, gereksiz ve yersiz birşeyler yapıyorsa hemen sağ beynimizi devreye sokmalı ve hangi duygunun buna neden olduğuna bakmalıyız. Çocuğun duygusunu anlamak elimizdeki en önemli anahtar. O anahtarı doğru duygu kilidine taktınız mı tüm kapılar açılıverir. Mantık anahtarlarınızı şimdi hemen gidip çöpe atın!.
Duyguyu anlamak ve bunu kabul etmek çok kolay değil yetişkinlerin dünyasında, çünkü bizler büyüdük ve sağ beynimiz küçüldü bana kalırsa; oysa bence ebevenyler olarak da sağ beynimizin gelişimi için daha çok çalışmalıyız. Çocuklar bu güçlü yanları nedeniyle sizin onu gerçekten anlayıp anlamadığını hissedebiliyorlar. Çocuklar, beden dilini ve iç dünyanızı sizden daha iyi görebiliyorlar. Bu nedenle inanmadan, gerçekten anlamadan ve hak vermeden çocuğunuza: "Seni anlıyorum, şuan üzgünsün" demek hiçbir şey ifade etmiyor. Gerçekten çocuğu anlamak gerekiyor!.
Nilüfer hanım burada şöyle bir örnek verdi; bir çift gelmiş ve adam sürekli karısına seni anlıyorum diyormuş kadın da inanılmaz öfkeleniyormuş; Nilüfer hanım neden öfkelendiğini sorduğunda: Bu cümleyi yeni öğrendi ve sürekli söylüyor; beni anladığı falan yok demiş :). Gerçekten böyle değil mi? Kendi hayatınızdan düşünün, ne zaman gerçekten anlaşıldığınıza inanırsınız? Buradan yola çıkarak çocuğunuzu dinlerken, gözlemlerken gerçekten anlamaya çalışın. Eğitimlerden sonra eve gidip ilk arıza anında çocuğu kucağa alıp hımm şimdi seni anlıyorum demeliydim değil mi demek işe yaramıyor yani :)
Sık sık duyarız; çocuklarınızla konuşun, onlara açıklama yapın diye. Evet sık konuşmak oldukça önemli; çünkü konuşmak iletişimin en bilindik yolu. Açıklamalar yetişkinlerin dünyasına ait olunca, mantık içerince çocuk için hiçbir şey ifade etmiyor; dahası çocuğu daha da sinirlendiriyor. Nilüfer hanımın bu konuda verdiği örnek, çalışan ebevenylere aitti. Hep denir ya işe gidiyourm para kazanmam gerekiyor, sana mama alacağım vb vb vb. Çocuk için bu mantık silsilesinin hiçbir anlamı yok; o anda ihtiyacı olan tek şey anlaşılmak. Anne & baba işe gidiyor ve çocuk üzgün. Ve istediği tek şey üzgün olduğunun anlaşılması. Şöyle söylenilse: "Biliyorum üzgünsün, seni anlıyorum; benim evde kalmamı ve seninle oynamamı isterdin" Bu kadar işte sadece bu kadar. Evet ağlamaya devam edebilir, hala gitmenize onay vermeyebilir ama emin olun ki anlaşıldığını hissedecek ve bu da kendini regüle etmesine fırsat verecektir.
Buradan yola çıkarak çok sık yaptığım bir durum var; Areni giydirmeye çalışırken ona mantıklı açıklamalar yapmak her ne kadar duygusunu anlasam da gerçekten anlıyorum ve bunu dillendirsem de; mesela şunu demekten geri durmuyorum: "lütfen Aren üşürsün ama karının ağrıyabilir" Üşümek, karın ağrısı biliyorum bunların Aren içib hiçbir anlamı yok. O giyinmek istemiyor; çünkü giyinmek özgür hareketinden çalmak, oyuna ara vermek ve sıkıcı. Bunları da inanarak belirtiyorum aslında ona ama bilemiyorum işte! (Yazar burada gözyaşlarını tutamaz; biriniz gelin giydirin şu çocuğu yahu !)
Çocuk gerçekten anlaşıldığına siz bir bütün olarak; beden dili, ruh hali ve sözcükleriniz ile uyumlu olduğunuzda inanıyor. Yani denge çok önemli.
Ebeveyn'e Düşen Rol
Sizi bilmem ama tüm bilgiler aslında beni çoğu zaman hafiften depresyona sokuyor; peki ama nasıl diyorum kendime ve kendimi bolca suçluyorum, vicdan azabı çekiyorum. Ebeveyn olup özellikle de anne olup vicdan azabı çekmeyen var mıdır? Hiç sanmam. Nilüfer hanım sık sık şunu söyler; kendinize şevkat gösterin. Bu ne kadar önemli değil mi? O çocuğumuzu gerçekten anlamak isteyip de anlayamadığımız anlar var ya, o öfkeden çılgına dönüp dişlerimizi sıktığımız anlar, o deli gibi bağırmak isteyip yutkunduğumuz anlar, o vicdanın sesini gümbür gümbür duyduğumuz anlar işte bu anlarda bir durmak ve kendine şevkat göstermek gerekiyor. Elini kalbinin üzerine koyup derin nefesler almak ve evet işin doğrusu öyle anlarda kendini düşünmek sadece kendini. Biliriz, duyarız ama pek uygulayamayız; önce kendin felsefesini. Biz iyi olursak çocuğumuz da iyi olacaktır bu kural hiç şaşmaz ama biz iyi olmayı, kendimizi düşünmeyi hep erteleriz ve Godot'u beklemekten hiçbir farkımız kalmaz. Bekleriz, bekleriz ve bekleriz. Oysa harekete geçmek gerek, oysa kendini sevmek, kendini her halinle onaylamak gerek ki çocuğunu da her haliyle onaylayabilir.
Hangi duygu halinde olursanız olun ve çocuğunuzda hangi halde olursa olsun, onunla iletişim halinde kalmak, göz temasını kaybetmemek oldukça önemli. İçinizden hiçbir şey söylemek gelmeyebilir; sadece yanında durmak bile işe yarayacaktır.
Oyun konusunda öyle birşey söylüyor ki Nilüfer hanım benim yüreğime su serpiliyor; oyunun direktörü çocuktur , size düşen ise onun verdiği rolü oynamaktır. Oyun çocuğun kendini güçlü hissedeceği yegane alan; dolayısıyla oyun oynarken baştan yenik düşmeyi kabullenmeli ve çocuğa güçlü olduğunu sonuna kadar yaşatmalı. Bu bilgi neden mi beni çok rahatlattı; çünkü ben hep şimdi ne oynasak ki diye düşünüp dururdum. Ve oynarken de ne yapmalıyım diye düşünürdüm. Şimdi bu kaygım ortadan kalktı ve 2 günde çok şey değişti. Aren ne isterse onu oynuyorum; bana verdiği role de sadık kalıyorum. Hiçbir yönlendirme yapmıyorum, ne yapmamı istiyorsa zaten bana bildiği 2-3 kelimeyle ama en çok da vücut diliyle anlatıyor. Oyunla birşey öğretmeye, bir mesaj vermeye hiç gerek yok. Oyunun kendisi zaten öğretici. Bizim ebeveyn olarak işimiz OYUN OYNAMAK, onun verdiği rolü yerine getirmek!
Oyun'a Genel Bakış, Genel Bilgiler
Bu bilgileri özellikle sona bıraktım; yukarıdaki bilgileri iyice sindirmek anlamak gerekiyor bence, genel bilgileri özümseyebilmek için.
* Çocuğunuzla oynarken sıkılıyorsanız öncelikle bilmelisiniz ki bu çok normal. Nilüfer hanımın en sevdiğim yani "bizden" biri olması ve bunu açıkca dile getirmesidir. Kendisi 5 yıldır oyun terapistliği yapıyor ve kendi kızıyla oynarken arada sırada sıkıldığını açıkca dile getirebiliyor. Yani siz de sıkılıyorsanız çocuğunuzla oynarken, bilin ki bu çok normal; peki neden?
* İşte nedeni geçmişte gizli. Eğer çocukken anne & babanız "oyuncu ebevenyler" olmamışlarsa siz de oyuncu olamıyorsunuz. Oyuncu muyuz değil miyiz bunu görmek için torun sahibi olmamız gerekiyor yani :) Ve biliyor musunuz nasıl ebevenyler olduğumuzu çocuğumuz anne & baba olduğunda anlayacağız, insanın torun sahibi olası geliyor :)
* Çok önemli bir kavramla tanıştım: Beden hafızası. Çocuklarımza verdiğimiz cevaplar, otomatik pilota bağladığımız haller; işte bunların hepsi beden hafızası. Bir örnek vermek gerekirse; çocuğu oyalama hallerimiz; aaa bak kuş, aa kim geçiyor buradan. Veya hoşlanmadığımız bir davranışı yaptığında aaa çok ayıp dememiz gibi. Oyun içersinde de böyle şeyler yapabiliyoruz.
*Yarın oyuncu ebeveyn olacağım demek ile yarın diyete başlıyorum demek arasında hiçbir fark yok; zamana ihtiyaç var. Ufak ufak adımlar atmakla başlamalı işe. Çocuğunuzla 5 dk oynamak ama 5 dakikanın tümünü ona ayırmak önemli.
* Oyun önerileri soruldu Nilüfer hanıma. Cevap oldukça güzeldi; çocuğunuza bakın, o size söyler. İşte direktör olan o, o ne isterse onu oynayacağız. Gıdıklama oyunun sakıncalarından bahsedildi. Gıdıklanan çocuk kontrolünü yitiriyor ve hiç iyi bir şey değil; eğer çocuğunuzu kahkahalara boğmak istiyorsanız başka alternatifleri denemelisiz. Nilüfer hanım burada çorap çıkarma oyunundan bahsetti; emekleme pozisyonunda herkes birbirinin çoraplarını çıkarmaya çalışıyor, dakikada herkes gülme krizinde garanti! :) Aynı zamanda itiş-kakış oyunlarının matematik zekasına katkı sağladı; kız & erkek farketmez oynanması gerektiği söylendi. Ama saygılı biçimde yine, oyundaki en temel şeylerden biri göz teması bunu daima hatırlamadı.
* Oyuncak önerisi de soruldu. Oyuncağın son derece basit olması gerektiğini söyledi Nilüfer hanım. Konuşan, herşeyi yapan ve çok oyuncak çocuğun yaratcılığı geliştirmesine yardımcı değil tam aksine köstek. Aslında çocukların oyuncakları çok belli, tabiiki de bizleriz. Ve elbetteki yaşayan, kullandığımız herşey. Her anne & baba şu cümleyi en az bir kere kurar: Boşuna alıyoruz bu oyuncakları, o gidip mutfak malzemesiyle, bir sus şidesiyle, kumandalarla vakit geçiriyor. Ebeveyn olarak yaptığım en iyi şeylerden biri Aren'e oyuncak almamaktır. Çoğu hediyedir, ayda 1 oyuncak bile aldığımız nadirdir.
*Oyun oynarken çocuğa karşı hep saygılı kalmak gerekiyor; eninde sonunda çocuk da saygılı olmayı öğreniyor.
* Oyun içersinde regülasyon yani çocuğun dengesi bozulursa o oyuna son verilmeli ve başka oyuna geçilmeli.
*Oyun çocuğun duygularını dışa vurduğu yer; bu yüzden bir oyun defalarca oynamak isteyebilir, siz de oynamalısınız. Örneğin bir oyun içinde ağladığınızı görmesi çok hoşunuza gidecektir, ya işte ben de böyle hissediyorum diye düşünüp defalarca bir daha hadi bir daha diyebilir. Yılmadan oynamak gerekiyor.
*Herşey eğlenceye dönüşebilir, neden dönüşmesinki. Oyuncakları toplamak gibi. Ve herşey bir oyun olabilir; birlikte yemek yapmak, birlikte ev toplamak. Benim anladığım oldu; çocukla iletişim halinde olduğumuz her an bir oyun fırsatı ve oyunun ta kendisi aslında. Arada yazıyorum ya yine yazacağım; hayat bir oyun aslında! :)
KISA KISA KISA....
- Ebeveyn ile sağlıklı bağ kurmuş çocuğun kovası çabuk boşalır; yani mazotu çabuk biter, bu nedenlede sık sık ebeveynine gelir ve ondan birşeyler talep eder. Örneğin tüm gün sakin olan çocuk siz eve dönünce birden bire ağlamaya huysuz olmaya başlar; sevinin! Evet sevinin buradaki mesaj şu: Bütün gün seni bekledim, senin yerine hiçbir şeyi koyamıyorum, sen farklısın ve kovamı en iyi sen dolduruyorsun. Benim bir sorum üzerine şunu da belirtti Nilüfer hanım; bu hal çok sık yaşanıyorsa ve çocuk hiç tatmin olmuyorsa arada derinlemesine bakılması gereken bir sorun vardır.
- Çocuklar regüle olabildiklerinde ve kovaları doluyken koyduğunuz sınırları ihlal etmezler; ancak ortada bir sorun var ise sınırları ihlal ederler. Kovası dolu olmayan çocuki öfkelenir, sinirlenir ve agresif tavırlar sergiler.
- Ebeveynin işi çocuğu kurtarmak değil, onun dengede kalmasına vesile olmak.
- Çocuğun duygusunda kalmasına fırsat vermeliyiz ve sonra da onu regüle etmeye vesile olmalıyız. Yani ağlamasına izin vermeliyiz ama arkasından çok önemli birşey söyledi Nilüfer hanım: Ağlatmak ile ağlamasına izin vermek çok farklı şeyler. İşte bu dedim!...
- Çocuğun ağlamasına izin vermek, duygusunu yaşamasına, o duyguda kalıp aslında o duyguyu yaşamanın kötü birşey olmadığını görmesine vesile olma, onu o halde de kabul etme ve bağrına basma bunlar çok önemli. Ama çocuğu ağlatmak bambaşka. Ben bu çocuğu ağlatma kısmına en çok uyku eğitimde karşılaşıyorum; ve bu yüzden çok karşıyım. uyku eğitimi sırasında (herkesi ve her tekniği kastetmiyorum elbette) çocuğun ağlamasına izin verilmiyor, çocuk ağlatılıyor! Bu hiç iyi birşey değil! lütfen ama lütfen ağlamasına izin vermek ile ağlatmak arasında farkı iyi anlayalım.
- Sınır koyma & hayır demek; elbette bu çocukla aramızda bir yarık açacaktır. Sınırlarla ve hayırlarla tanışan çocuk afallayacaktır ama hemen arkasından pozitif bir davranış sergilerseniz, onun bu duygusunu, hayal kırıklığını anladığınızı ifade ederseniz, çocukta hemen duygusunu dile getirir. Uzun vadede hayata karşı güçlü bir çocuk yetiştirmiş oluruz. Her zaman yanlarında olamayacağız; arkadaşlık ilişkilerinde hayır diyebilmek, kötü davranışlara kapılmamak oldukça önemli, öyle değil mi?
- İç rahatlatan bir bilgi daha: Yapmış olduğumuz bir hatanın, yanlış davranışın çocukta yara haline gelebilmesi için çok kereler tekrarlanması gerekiyor. Şimdi 1 kere bağırdığınız diye oturup vicdan azabı yaşamak yerine, önünüze bakın. Telafisi olmayacak tek şey sevgi bunu söylüyorum daima; hatalarımızın farkında olmak çok değerli. Sevgiyle herşey tamir edilir eskiden bile iyi hale gelebilir.
ALTIN BİLGİ
Çocuğunuzun duygularından korkmayın; duygular geçicidir, hayat devam eder. Çocuk dirayetli olmayı öğrenir. Ve bu uzun dönemde çocuğun hayata adaptasyonunu kolaylaştırır.
Bu bilgi benim için altın değerinde oldu. Kendime bir süre önce itiraf etmiştim de dillendirmemiştim. Ben Aren'in duygularından korktuğumu farkettim. Burada duygu ile kastettiğim, ağlama, böğürerek ağlama, kriz geçirme ve benzeri. Çünkü tüm bu duyguların karşısında kendimi çaresiz hissediyorum; ne yapacağımı bilemiyorum ve çoğu zaman öfkeleniyorum. İçimde inanılmaz fırtınalar kopuyor. Bazı zamanlar o duyguyla yüzleşmemek için tekrar tekrar yaşamamak için ağlamasına izin vermiyorum; misal onu susturacak şeyler yapıyorum ki biliyorum bu çok yanlış! Neden böyle olduğunu şimdi daha iyi biliyorum ve böyle anlarda asıl ilgilenmem gerekenin ilk önce şevkat göstermem gerekenin kendim olduğuna. Bu da benim ebeveyn olarak üzerine çalıştığım bir alan.
Yazıyı buraya kadar okuduysanız, muhtemelen biraz sıkılmış biraz da gözleriniz yorulmuştur; o zaman biraz da gülümseme vakti. Bakın bakalım bizim evin youn hallerine.
Baba & oğul dünyanın en şapşal oyununu oynuyor olabilirler mi acaba :) Bu oyun bir rituel bizim evde, baba geç gelecekse elimden tutar ve benimle oynar. Bize biçilen rolü yerine getirmeye çalışıyoruz napalım :) Aren bu oyuna bayılıyor. Buhar makinasının havasını içe çekip yere kendini atma. AY ne komik değil mi :) Lütfen odamızın dağınıklığını ve kocamın kalpli pijamasını görmezden geliniz :)