28.09.2011
Hormonlar mı İnsanlar mı?
Kalabalık ve birbirine çok bağlı bir ailem var. Aynı şekilde Güray'ın ailesi de öyle. Biliyorum ki kalabalık ailelerde çocuk büyütmek daha kolay ve belki de çocuk açısından en sağlıklısı. Ama öyle ince ayarları var ki bu işin öyle ince görev dağılımları var ki herşey bir anda bombokta olabilir. Bazı laflar vardır nerde çokluk orada bokluk gibi. Her kafadan bir ses çıkınca hiçbir şeyin çözüme ulaşmaması gibi.
Oğlumun içimden çıkıp içimizden biri olmasına çok az kaldı. Heyecanla ve merakla bekliyoruz. Son günlerimi bolca dinlenerek ve bir yandan da bolca nasıl olacağını düşünerek geçiriyorum. Son günlerdeki teorimin lohusalık depresyonu denilen şeyin hormonlardan daha çok ya çok yanlız kalmaktan ya da çok insanın başınızda olmasından kaynaklı da olabileceğine inanmaya başladım.
Biliyorum ki etraftaki insanlar iyi niyetli biliyorum ki aslında yardım etmeye çalışıyorlar. Ama işte özellikle belli bir yaşın üstü kendi bildiklerin en doğrusu olduğuna inanıyorlar. Deneyimlerine çok fazla inanıyorlar. Ben de büyüklerin deneyimlerine saygılıyım fakat yine de herkesin çocuğunu kendi bildiği gibi büyütmesi taraftarıyım.
Ve yeni doğum yapan bir anne yardım istemeden bebek bakımı konusunda yardıma kalkışmanın öneri de bulunmanın doğru olmayacağına inanıyorum.
Bir lohusaya yeni anne olmuş bir kadına en büyük yardımın ev işlerinde ve ev düzeninde olacağına inanıyorum. Etraftaki insanlar anne bebeğine konsantre olsun diye tüm işleri üstlenmeli anne de çamaşırı temizliği gelen misafire hizmeti düşünmemeli. Sanırım sadece bebeğine konsantre olan anne depresyon olayına derinlemesine girmez. Elbette yardım isterse bakım konusunda da el uzatılmalı ama isterse.
Harvey Karp'ın Mahallenin En Mutlu Bebeği kitabını okuyorum. Tamam ben de biliyorum ve inanıyorum. Öyle kitaptakileri uygulamak kadar kolay olsaydı bebek büyütmek okuduğunu her anlayan annenin hiçbir zorluk çekmeden çocuk büyütebilmesi gerekirdi. Her bebeğin kendine özgü bir bir bakıma ihtiyacı olduğuna da inaıyorum. Ve bu işin kesinlikle iş üzerindeyken öğrenildiğine bebeğin sinyallerini anlayamaya odaklanılması gerektiğine de inanıyorum. Kitapta yazanlar bana mantıklı geldi. Kaldı ki bu adama inanıyorum da. Araştırmacı her insana daha çok saygı duyduğum gibi. Araştırmalarını kanıtlayabilen ve anlaşılabilir dille yazanlara inandığım gibi.
5 temel prensipten bahsediyor Harvey K ve bu kitabı okumadan önce de inandığım bebeklerin doğduktan sonraki ilk 3 ay sürecinde anne rahmindeki hayatı aradığını ve istediğinden bahsediyor. Bebeklerin ilk 3 ay boyunca şımarmalarının mümkün olmadığından, 9 ay boyunca 24 saat annenin içinde olan ve istediği herşeyi yiyecek uyku rahatlık titreşim gibi şeyleri aramasının ve talep etmesinin ne denli doğal olduğundan bahsediyor. Ve anne rahmindeki ortam sağlandığında bebeklerin kesinlikle huzurlu ve rahat olduğundan. Disiplin denilen şeyin ilk günden değil 4. aydan itibaren oturtulabilecek bir şey olduğundan bahsediyor. Antrepologların yapmış olduğu kabileler üzerindeki araştırmalardan da bahsediyor ve bazı kabilelerde bebeklerin neredeyse ağlamadığını ağlamalarını dakika da geçtiğinden bahsediyor bunun sebebi annelerin bilinçli bir biçimde olmasa da rahimdeki ortamı sağlıyor olmuş olmalarını söylüyor.
Kitap da en beğendiğim üzerinde durulan noktalardan biri de bu 5 prensibin ancak ve ancak doğru uygulandığında pratiğe döküldüğünde işe yarayacağını söylüyor. İşte ben de buna inanıyorum. Prensipler teoriler pratikte doğru yapılmazsa hiçbir işe yaramaz. Tıpkı olumlama Secret olayında olduğu üzere. Birşeyi istemek yetmiyor. İstemeyi bilmek çok önemli. Allahtan birşeyi istemeyi bilirsek kesinlikle olur buna inanıyorum. İstediğimiz şeyler olmuyorsa Allaha neden diye sormak yerine acaba nasıl doğru bir şekilde istemeliyim mi düşünmeliyiz. Neyse konuyu dağıtmayayım. Harvey'in prensiplerini de pratikte uygulamanın kolay olmayacağını düşünüyorum ama Harvey neyseki bu pratiğin kazanılabileceğini söylüyor ki buna da inanıyorum.
Gelelim kısaca bu 5 prensip'e. Mesela prensiplerden bir kundaklama. Bir de bu kuralların zincirleme olması gerekiyor yani sadece kundaklamayı yapıp diğer 4 madde gerçekleşmezse olmaz diyor ki ben de zincirlemeye inanınırım.
Veee bu sabah 85 yaşındaki büyük teyzem ve annemle kahvaltıda sohbet ediyoruz; diyorum ki siz sıkı kundak yapmayı bilir misiniz? 85 yaşındaki teyzemin kesinlikle bildiğini düşünürken her ikisi birden ne kundağı saçmalama zararlı bir kere diyorlar. Teyzem 3 çocuğunu nasıl da kundaksız büyüttüğünden bahsediyor. Annem doktor edasıyla konuşuyor. Ve kundak yapmanın zararlarını kolunun açık kalmasının kas sistemine faydasından falan bahsediyor. Yazan adamın da iyi bir doktor olduğundan bahsediyorum dinlemiyorlar bile.
Sonra ben bebeğimin bana yapışık olmasını istiyorum 3 ay boyunca. Yahu yüküne hazırım bunun diyorum. Sakınaaaa kucağa alıştırma bak işe geri döneceksin nidaları yükseliyor. bebeğin ilk günden alışacağından bahsediyorlar. İlk günden nasıl başlarsa öyle gider nidaları.
Sabah sohbetimiz sohbeten çok fikirleri çürütmeye dönünce kendimi bir aşağı katta ki evime atmayı uygun buldum. Ve şimdiden bebekle yanlız kalacağım zamanları özledim. Keşke yeni anneye yardım etmek isteyen tüm iyi niyetli insanlar bir anneye en büyük yardımın bebeği ile başbaşa kalacağı zamanları kalite hale getirmek olduğunu anlasa ve ona göre davransa sanırım ortada depresyon falan kalmazdı. Yeni anne kendine çabucak gelirdi. Ama yine de ekliyorum kimi anne de bebek bakımında yardım ister. Ben o kategoriden olmayacağım çok belli.
İşte böyle sevgili okur sanırım lohusalığı tetikleyen hormonların ötesinde....
23.09.2011
Hayat Ağacı Vs Arkadaştan Öte
Dün kocam eve 4 filmle geldi. Evde birlikte yayılıp film seyretmeye bayılıyoruz sırf bu yüzden sinemaya gitmeyi bıraktık diyebilirim. Flört ederken sinemaya gitmek nasıl zevkliyse evliyken de sinemayı eve getirmek o kadar zevkli.
4 filmin içinden ilk seçtiğimiz Film Tree of Life filmi oldu. Hayat Ağacı olarak çevrilmiş. Brad Pitt ve hayran olduğum Sean Penn oynuyor. Film hakkında da çok olumlu eleştiriler duymuştum. Ve şimdi ilk kez sadece 15 dk izlediğim film hakkında yazacağım :)
Bu filmi izleyen veya sonuna kadar izleyebilecek olan birileri varsa arasında lütfen bize hızlandırılmış bir özet geçsin. Kocam ve ben filmden hiçirşey anlamadık ve acaip sıkıldık. Hatta neredeyse bunalıma girdik noluyoruz diye. Bir ara bize yanlış film vermişler dünyanın oluşumunu anlatan big bang teori filmi olabilir bu falan dedik. Ben bir ara hımm bu insanın yaratılışını anlatıyor bak bu görüntüler anne karnında fetus olabilir dedim ee ben herşeyi hamilelik penceresinden görüyorum malum :)
Üşenmedim önden giden göbeğimle kalktım kapağın arkasını okudum kısaca şöyle yazıyordu: 1950'lerde geçen film, büyüdükçe masumiyetin kaybına tanık olan çocukların hikayesini anlatıyor. Bunu filmden anlayan varsa beri gelsin hadi ben hamileyim beynim küçüldü algılarım değişti ama kocamda bunu anlayamadı.
Sonra dedik ki deli miyiz biz neden kasıyoruz kendimizi hadi başka bir filme geçelim. Şöyle basit bir film olsun seyredelim, gülelim ve yatağa gülmenin etkisiyle bol bol güzel hormonlarımızı çalıştırmış olarak girelim. Filmlerin arasından Justin T'nin Benefit of Friends (Arkadaştan Öte) filmini seçtik. Seyretmesi kolay bir filmdi ehh güldük ettik de dediğim şekilde yatağa girdik. Mışıl mışıl da uyumuşum.
Hayat Ağacı filmine geri dönersek dediğim gibi beğenen varsa vallahi ben anladım diyen varsa lütfen bize de anlatsın. Eminim beğenenler olmuştur. Her bir sahneye anlamar yükleyen işte bu görüntü hayatın amacını temsil ediyor bu da şunu temsil ediyor diyen çok vardır. Filmin seyirci için yapıldığını söylemek zor. 15 dk bunu nasıl anladığımı sorgulayabilirsiniz tabii. Ama ne demişler balık baştan kokar :) Nasıl ki bir kitabın ilk sayfaları sizi içine çekerse çeker çekmezse yok o kitaptan hayır gelmez filmde de aynı şey olduğunu düşünüyorum.
Geriye kaldı izlenecek 2 film doğuma kadar sinema gecelerine devam sonra hayatımızın asıl filmi başlıyor olacak. Dizi olarak yayınlayacağım o filmi. Seyredersiniz öyle değil mi ? Reytinglerimiz nasıl olacak bakalım ;)
22.09.2011
Hamilelikte Gereksiz Olan Şeyler
Aslında bu yazı gibi yazıları sevmemi hiç yazmışlığım da yoktur. Ama evde oturan bir gebe olarak bir şekilde vakit geçirmem gerekiyor değil mi :)
Aşağıda sıraladıklarım tamamen benim gereksiz bulduğum şeyler. Elbette gerekli bulan ve yararını da gören insanlar vardır. Henüz doğurmadım son 2 haftam ama 9 aylık gebe olarak herhalde hakkım vardır bunu yazmaya ;)
Hastanelerin Doğum Kurslarına GİTMEYİN.
Neden gereksiz bulduğumu ve gitmeyin deme sebebimi açıklayayım. ben sadece1 derse gittim Acıbadem Hastanesinin. Birincisi eğer internet kullanıcısıysanız ve gebeliğinizi bloglardan baby center ve benzer internet sitelerinden takip ediyorsanız son derece yavan gelecektir kurs size.
İlk ders beslenme üzerineydi. Gelin görün ki hazır meyva suları vardı ve peynirle yapılmış beyaz ekmekli sandaviçler ikram niyetine. Gebelik şekeri olan benim gibiler için hiç cazip bir ikram değildi dahası hazır meyve suları hamile değilken bile zararlı. Hastane diyetisyeni çok bilindik çok genel geçer şeyler anlattı. Ve bence inanılmaz büyük bir hata yaptı. Yenilmesi gereken şeylerin içinde ciğer vardı ki gebeler ciğer yememeli. Ben de hemen listenizde ciğer var aman bilmeyen vardır ciğer kesinlikle yenmemeli diye biliyorum dedi. Bu liste şimdi ne içerdiğini unuttum bilmem ne listesi dedi ciğerde de çok var ondan dedi. İyi de kardeşim sen yenilebilir şeyler listesi diye sundun o listeyi ciğeri koyman hata. Seni dnleyip gidip ciğer yiyen olsa nolucak?
Her Kitabı ALMAYIN
Valla ben çok kitap aldım ve okudum ama hangisi aklında derseniz inan ki hiçbiri. Elbette kitap alın ve okuyun. Ama anladığım gördüğüm ve inandığım bebek bakımı ve kuralları "on the job training" yani iş üstünde öğrenilen birşey. Ve bebeğinden bebeğine de değişiyor. Benim gib her kitabı okuma gördüğünüz her kitabı alma gafletinde bulunmayın.
Kendinizi Başka Hamilelerle KARŞILAŞTIRMAYIN
Benzer şeyler yaşansa da gerçekten her hamilelik kendine özgü. Kendi doktorumun onayladığı veya onaylamadığı çoğu şeyi hamile arkadaşlarımın doktoru ya onayladı ya onaylamadı. O yüzden kendi doktorunuza güvenin ama en önemlisi kendi iç sesinize güvenin. Dinleyin kendinizi ve bebeğinizi.
2 Kişilik BESLENMEYİN
Yok öyle birşey gerçekten yok. Sağlıklı beslenin bebek zaten annenin rezervlerini kullanıyor. Çok yemek hem size hem bebeğe zarar. Evet dönem dönem daha çok açlık hissediliyor ama o açlıkta sağlıklı bir biçimde bastırılabiliyor. Ben 7 kilo aldım sebebi biraz da gebelik şekeriydi.
Aşırı yenilen şeyler bebeğe kilo değil size kilo yapıyor emin olun buna.
Fazla Hamile Kıyafeti ALMAYIN
Hamile olduğunuzu öğrendiniz. Eminim ay ben ne giyeceğim şimdi sorusu da gündemdedir. Aman sakın hele ilk 4 ay birşey almanıza gerek yok belki hamile pantalonu o da yani çok fazla şişiyorsanız. Birincisi emin ol ilk 4 ay siz bile hamile olduğunuzu pek anlamayacaksınız öyle birden bire top gibi olmuyor karın. Mevcut kıyafetlerde giyilebiliyor. Ben 2 tane hamile kotu 1 tane işe giyilebilecek gibi pantalon ve evdeki eşyalarımla bitiriyorum hamileliğimi. Hiçir pahalı hamile dükkanından alışveriş yapmadım. Çok tatlı t-shirtler var LC waikikide 6-12 TL arası onlardan aldım sonrada giyerim diye ve fiyatı da uygun diye.
Hamileler İçin Üretilen Herşeyi ALMAYIN
Nasıl bir sektör. Herşeyi var dondan tut araba emniyet kemerine kadar. Emniyet kemerinden memnun olanın duydum ama ben gerek görmedim. Valla alınanlar bile kullanılmıyor ben söyliyeyim de.
Veee Gelelim Hamilelikte En Gereksiz Olan Şeylere:
ENDİŞE
Ve
KORKU
Dilerim tüm hamileler hamileliğin tadını çıkarır. Doyasıya yaşar bu süreci.
21.09.2011
Evlilik Dediğin
UYARI: ÇOK KİŞİSEL VE UZUN BİR YAZI SEVGİLİ OKUR. Okumazsan söz kızmayacağım :)
17 Eylül Cumartesi yani geçtiğimiz Cumartesi günü 1. evlilik yıldönümümüzdü. 12 aylık evli 9 aylık hamileydim. Zaten ilk evlilik yıldönümleri özelken oğlum sayesinde daha da özel oldu. 2 kişi çıktığımız yolun 1. yılında 3 kişiydik. Evlilikle ilgili çok hayalim vardı ama ilk yılımızda hamile olacağım yoktu açıkcası.
Yıldönümünden bir kaç gün önce Güray'ın hatırlamadığını düşünmeye başladım birazcık da bozuldum aslında. Hoş aynı adam defalarca doğumgünümü bile unutmuştu. Özel günlere özel anlamlar yükleyen bir kocam yok. Benim içinse tek özel gün doğumgünüdür aslında. İnsanın doğduğu gün kesinlikle hatırlanmalı ve kesinlikle kutlanmalı diye düşünürüm. Ama neyse ki nasıl olduğunu bilmiyorum ama Güray 1 gün öncesinden yarın naparız diye sordu evlilik yıldönümümüz ya dedi. Hatırlaması bile yetti bana. Birşey yapmaya gerek yoktu aslında. Zaten hamileydim ve yorgundum. Bana dondurma ısmarla dedim malum gebelik şekerim var dondurmayı ancak kocamın özel izni olduğunda yiyebiliyorum. Tamam dedi.
Sevgili kocam içime sinmiyor gel güzel bir yemek yiyelim dedi dondurmayı da ısmarlarım dedi. Süslendik püslendik güzel bir yemeğe gittik sonrasında dondurmamızı da yedik vakitlice evimize döndük. Sorduk birbirimize sanırım her çift sorar evlilik yıldönümünde ee sence nasıl geçti bu 1 yıl. Cevaplarımızı verdik. Sonra oğlumuzdan konuştuk. Sonrada genel hayattan.
Evlenmeden önce Güray ile evlenmek konusunda çok ama çok hevesliydim. Öylesi çok istiyordum ki onunla evlenmeyi ki bizim öylesi boktan bir ilişkimiz vardı (sürekli kavga zırt pırt ayrılık,kişilik çatışması) ki hiç kimse evleneceğimizi düşünmezdi dahası evlenirsek kesinlikle mutlu olmayacağımızı düşünürlerdi. Ailem etrafım ve Güray herkes karşıydı evliliğimize. Flört dönemimizde Güray defalarca ben evlenmeyi düşünmüyorum dedi bana. Hatta bir keresinde çok açık ve seçik seninle evlenmeyeceğim bunu bil dedi, biz beraber yapamayız dedi. Olmaz dedi.
Hiç vazgeçmedim ben. Tüm bu olumsuzluklara herşeyin ve herkesin bana karşı olduğu zamanlarda içimdeki ses nedense evleneceğimizi söylerdi bana. Nedense Güray'ın onca yanlış giden şeyin içersinde doğru adam olduğunu söylerdi. Ondan çocuğum olması gerektiğine inanırdım. Güray bunca kararlıyken evlenmemeye ve olmayacağına bunca inanırken dahası istemezken işte ben ona hayallerden bahsederdim. Evlenirsek ne denli mutlu olacağımızdan bambaşka bir evlilik tablosu çizerdim. Ve mutlaka çocuğumuz olması gerektiğinden bahsederdim. Güray beni hayalperest bulurdu. Çocuksun sen derdi. Evlilik hayal ettiğin gibi birşey değil derdi. Bunu diyen adam evlililk tecrübesi yaşamış biriydi hem de uzunca bir süre. Ama inanmazdım ben söylediklerine ve söylenenlere.
Hayır derdim bizimkisi bambaşka olur görürsün bak. Çocuk istemeyen adama çok iyi bir baba olacağını nedenleriyle anlatırdım. Tüm bu süreçte bana cesaret veren belki de cılız bir dalken kökleştirdiğim bir ağaç haline gelen bir cümlesi vardı Güray'ın bir gün çocuk yapacaksam senden yaparım hayatımda hiç çocuk yapmayı düşünmedim ta ki seni tanıyana kadar derdi. Ama arkasından da eklerdi; ben evlenmeyi seninle evlenmeyi düşünmüyorum. İstemiyorum da derdi.
(şimdi çok garip geliyor bunu söyleyen adamdan vazgeçmemiş olmak bunu söylerdi ama beni ne çok sevdiğini de hissettirirdi ben de derdi ben değilim ki evlilik o da geçer derdim. Herkes senin ki hayal geçmez evlenmek istemeyen adam evlenmez derdi. Dürüst oluşu da beni çok etkilemiş olabilir)
Sanırım 8 yıl boyunca hiç vazgeçmemem ve hep inanmam sonunda Güray'ı da inandırdı. Ve sanırım en çok inandığı nokta baba olması gerektiği çocuğumuz olması gerektiği oldu. Tüm bu enerjinin sonucunda evlenir evlenmez hamile kaldığımı düşünüyorum. Evlilik konusunda yanıldığım noktalar olduğunu söyleyebilirim ama çocuk konusunda hiç yanılmamışım. Hamile kaldığım günden beri kadınların bilinçaltında çocuk yapacakları adamı seçtikleri gerçeğine daha çok inanır oldum. Güray tahmin ettiğimden çok daha iyi bir baba şimdiden daha çocuğunu görmemişken. Benden daha hamile olduğunu da söyleyebilirim. İyi ki bu adamla evlenmişim demekten daha çok iyi ki bu adamın çocuğunu doğuruyorum dedim bu 1 yıl içinde.
Bazen düşünüyorum boşansak ne olur diye çocuktan sonra sanırım yine de iyi ki bu adamın çocuğunu doğurmuşum derim. Ve bazen düşünüyorum güraydan önce ölürsem nolur diye sanırım ölürken çocuğuma ne olur diye düşünmem Güray çocuğumuza en iyi şekilde bakacaktır, kendini adayacaktır ve annesizliği minimumda yaşayacaktır diye düşünüyorum (Evet ben paranoyak fikirlere sahip biriyimdir :))
Bir süre önce nerede okuduğumu hatırlamadığım bir cümle ciklemiştim (tweetlemiştim yani) Evlilk aynı soyadı altında flört etmektir diye. Hatta canım deli annem, Müminecim Tüten böyle yaşamak evliliği harika olmalı yazmıştı.
Evlilik her zaman böyle yaşanıyor mu? Hayır yaşanmıyor sevgili okur. Aynı soyad altında flört etmekle aynı soyad altında kardeş gibi olmak arasında çok ince bir sınır var gerçekten. Biz bu iki sınır arasında gidip gelen bir çiftsiz bana kalırsa
Evlilik gerçekten anlatılacak bir süreç değil, yaşanması gerken bir süreç. Ben kurduğum hayallere inandım. Hala da inanıyorum ve 1 yıl belki bunu söylemek için erken ama iyi bir evliliğimiz var, aynı soyad altında flört edebiliyoruz hala ama zaman zaman aynı soyad altında kardeş olduğumuz da oluyor tıpkı kardeşler gibi birbirimize tahammül edemediğimiz çok kavga ettiğimiz ama etin tırnaktan ayrılmayacağı durumlarımız oluyor. Evet biz feci kavga eden bir çiftsiz. Birbirinin en yumuşak karnını bilen ve nedense en ufak kavgada o karna yumruk geçirmekten çekinmeyen 2 insanız. Ama sonra gidip o karnı okşamasını da bilen iki insanız. Ve ben bu ilişkiyi kardeşliğe benzetiyorum. Zira sadece sevgili olan çiftlerde durum pek böyle yaşanmıyor gözlemlediğim. Sadece flört ederken biz de de böyle yaşanmazdı.
Güray bu süreçte sanırım çok hayal kırıklığına uğradı. Ona anlattığım tabloyu yaşayamadığını, yaşatmadığımı defalarca söyledi bana ve tabii o meşhur cümleyi de kurdu ben sana söylemiştim evlilik başka birşeydir diye dedi. Ben de hep aynı şeyi söyledim. Ben bu hayale inandım hala da inanıyorum ben söylediklerimin hepsini iyi niyet ve inancımla söyledim hala da öyle diyorum. Ve evet hala da öyle. Sadece şunu da ekliyorum evet evlilik farklı bir süreçmiş. Ne flörte benziyor ne beraber yaşamaya. Güray bunu her söylediğinde nerden bileyim daha önce hiç evlenmemiştim diyorum. Bu bana iyi bir hayat dersi oldu. Artık konu ne olursa olsun yaşamadığım bir konuda sadece hayallerim doğrultusunda sadece inancım doğrultusunda konuşmuyorum. Önce bir yaşayayım da diyorum. Ben böyle hayal ediyorum diyorum sadece. Tıpkı çocuk olayında olduğu gibi. Bebek büyütmekle de ilgili çok fazla hayalim ve görüşlerim vardı. Belki hepsi darmaduman olacak göreceğiz. Ama ben o konuda da hala doğuma 3 hafta kala hayallerime inanıyorum. Daha önce yazmıştım Şuursuz muyum Acaba Diye? Hehh işte hala o yazıdaki gibi düşünmekteyim.
Velhasıl evlilik dediğin evcilik oynamak gibidir çoğu zaman. Bir oyun kurarsın, rolleri belirlersin zaman zaman küstüm oynamıyorum dersin kim zaman yine de oynar mısın benimle dersin. Bu oyunun kurallarını her gün doğan güneş belirler yani hayatın ta kendisi. Yazılı çizili kuralı yoktur aslında. Rollerini belirlersin derken de Erkek ve Kadın olmaktan bahsediyorum.
Bir tek önemli nokta vardır: Bu oyunun içinde oyun olmaz! Oyuna oyun karıştırılmaz. Epik tiyatro gibidir biraz evlilik!
14.09.2011
Iskender
Bayramda 2 türlü Iskender deneyimim oldu. Biri eşimin ailesinin yaşadığı Bursa'da o harika İskender kebabı yemek bir diğeri de Elif Şafak'ın İskender kitabını okumak. Hangisinin tadı damağında ve dimağında kaldı derseniz kesinlikle kebabınkini derim. Ama gönlüm her ikisinin de kalmasını isterdi.
Bir eleştiri yazısı yazmayı isterdim. Fakat Elif şafağın kendisinin de geçenlerde twitlediği üzere ve benim çok sevdiğim bir cümledir, Eugene Ionesco der ki: “Eleştirmenin vasatı, yazarın vasatından daha beterdir...” Kesinlikle böyledir. Bir de Eleştirmenlik okumuş biri olarak ciddi, kaydadeğer bir eleştiri yazısının kitap yazmak kadar zahmetli ve özen gerektirdiğini bilirim dolayısıyla benim ki eleştiri yazısından ziyade kendi görüşlerim olacak.
Öncelikle, bir yazarın herhangi bir kitabı hakkında yorum bile yapmak için bence en azından o yazarın 2-3 kitabını okumak gerekiyor. Ben E.Ş'ın 1-2 kitabı hariç tüm kitaplarını okudum. Kendisini yazar olarak beğenmenin dışında insan olarak da oldukça beğeniyorum. Kadın olarak da hayata karşı duruşu, kadınlığını yaşayış biçimi dışardan gördüğüm takdirimi kazanıyor. Anne olarak da beğendiğim biri. Yazarlığına gelince, dili kullanış biçimini, hikaye örgüsünü, yarattığı karakterleri hep başarılı bulmuşumdur. Bugüne kadar almış olduğu ödülleri de yerinde buldum. Araştırmacı bir yazar olması bir karakteri yaratmadan önce belki de yıl kadar uzun bir süre araştırma yapıyor olması kendisine duyduğum yakınlığı ve beğeniği de hep arttırdı. Çünkü ben de araştırmacı bir ruha sahibimdir. Bir konu hakkında yazı yazmam gerekiyorsa yazıyı 10 dk yazarım ama araştırmam günlerce ve hatta aylarca sürebilir.
Son zamanlarda da Elif Şafak'ın çok fazla üzerine gildiğini düşünüyorum. Bir yazar misal Orhan Pamuk toplumdan uzak kalınca ukala, soğuk vb olarak nitelendiriliyor. Toplumun göz önünde olunca da ticaret yapmakla, "basit" olmakla suçlanıyor. Elif Şafak üstüste haftasonu gazetelerinde görününce hele bir de Ayşe Arman'a röportaj verince hiç olmadığı kadar isminden bahsedilir oldu, olumsuz anlamda. Ticaret yapmakla suçlanmadığı mı kaldı kadının. Kitabını okumadan maruz kaldığı eleştiri yazılarından mı istersiniz ne isterseniz geldi başına. Bizim toplumumuzun ne istediği hiç belli değildir zaten.
Neyse çok uzun bir giriş yazısı oldu. Gelelim kitaba, beğenmedim. Ne kurgusunu, ne karakterlerini ne de kullandığı dili. Ben okurken Elif Şafak'ın bu kitaba konsantre olamadığını hissettim. Hep bir eksiklik hissiyle okudum. Hani bazen kitap okurken hiç bitmesin istersiniz ama bir yandan da sonunu merak eder bir an önce bitsin istersiniz yani ben öyle hissederim böyle piskopatça hisler olur ben de. Hem bitsin hem de hiç bitmesin durumları :) Bu kitapta ise ay bitse de başka kitaba geçsem bak şimdi bunu okumak yerine neler neler yapardım duygusunu geçirdim içimden. Bitirme hevesinden çok sıkıntısını yaşadım yani. Bu kitabı yazmadan önce
Elif Şafağın çocuklarını ve annesini alıp İngiltere gittiğini duymuştum hatta bu konuda da çok üzerine gelip 2 kişiyi ilgilendiren evlilik mevzusu da çok tartışılmıştı. Nasıl olurda kocasını bırakıp çocuklarını da alıp İngiltereye giderdi bu kadın ki bu kadın her dem göçebe bir ruha sahip olduğunu söylerken. Ve kocasıyla ilşikisi kimseyi ilgilendirmezken üzerine çok yazılıp çizildi. Kitabın bir kısmı İngiltere geçiyor ama geçmesine bir anlam veremedim ben. Havada asılı kalmış sanki. Okurken şöyle düşündüm; yahu kitabın bir kısmını İngltere geçirmek için mi İngiltere'ye göç ettin bir süreliğine o havayı tatmak hissetmek için gereksiz olmuş be Elif dedim bol bol. Ama bir yandan da hikayenin sahibine saygı duymam gerektiğini düşünüp ee napalım dedim. Yine de yok anlamsız buldum. Senkronize bir şekilde Güneydoğu Anadolu da geçen kısmına da anlam veremedim. O ruh karakterinde oraya aitliği ben hiç yakalayamadım.
Sonra teknik olarak bakarsak kitabın bazı bölümleri ufacık 7 pt falandı herhalde ve el yazısıyla basılmış olması korkunç bir teknik hataydı bana kalırsa. Okuması oldukça zordu. Bir ara atlasam mı diye bile düşündüm.
Sonunda okuyucu şaşırtma kısmı (açık açık yazamıyorum belki okumak isteyen olur) çok vasat geldi bana. Hani çok yeni yetme bir yazar, sinemacı bile bu kadar basit bir kurgu yaratmazdı. Şaşırdığım tek şey Elif Şafağın böyle bir şaşırtmaya gitmesiydi.
Okurken zihnimde kitaptan daha çok yahu bu kadına nolmuş 2 çocukla hayat çok mu zor olmaya başlamış ona. çok bunalmış olmalı hakkında çıkanlara, acaba düşüş döneminde mi gibi cümleler dönüp durdu. Görev misali okudum kitabı. Bitirmeme 80 sayfa, 50 sayfa ve nihayet 10 sayfa kaldı şeklinde düşünüp durdum.
Kitabı her elime aldığımda başlığı gördükçe canım İskender kebab çekti :) Hadi Tüten biter yahu biter diye kendimi motive ettim. Elif Ş adına üzüldüm. Yok olmamış dedim vb vb vb.
8.09.2011
Şimdiden Özlemek
Ben şimdiden hamileliğimi özlüyorum. Oğlum içerisi pek rahatmış daha durayım, veya aman çok sıkıldım buradan bakayım dışarısı nasılmış demezde 4-5 hafta sonra içimdeki içimizden biri olacak.
Düşünüce bile tuhaf geliyor bana, tuhaf gelen şu: hamileliğimin ilk 5 ayı çok zor geçti. Şöyle; evlendik 1. ayda hamile kaldım 4 hafta sonra düşük yaptım doğal olarak travmatik bir dönemdi. Ardından (maşallah nazar değmesin) 1 ay sonra tekrardan hamile kaldım. Sevinelim mi üzülelim mi bilemedik. Düşükten sonra bu kadar erken hamile kalmak beklediğimiz birşey değildi ve bunun sakıncalı olabileceğini düşük tehtitinin yine olabileceği söylendi. Bu tedirginliğin yanı sıra korkunç mide bulantım, halsizliğim vardı. Her saat başı o adını bile anmak istemediğim şeyi yapıyordum. Gece uyuyabildiğim nadir saatlerde korkunç bir mide bulantısı ile uyanıp yeşil yeşil çıkarıyordum. Ne gücüm ne takatim vardı ki çalışıyordum bir yandan hem de işlerin en yoğun olduğu dönemdi. 2. ay falandı sanırım kan testinde kızamıkçık virüsune rastlandı korkunç bir süreçti bebeği alırız dedi doktor direkt. Testin gelişmişi tekrarlandı risk yok denildi. Üzerinden kısa bir süre geçti geçmedi birgün şirkette korkunç bir kanamam oldu işten nasıl çıktığımı hatırlamıyorum ki yağmurlu bir gündü taksiye bineceğim sırada yere karnımın üzerine düştüm. Doktor bebekte tehlike yok ama dinlenmen gerek dedi. Raporlu bir şekilde evde yattım. Tedirginlik had safadaydı. O bitti. Triodim bebek için yetersiz çıktı, ilaç kullanmaya başladım. 5. aya girmek üzereydik ki bulantılarım aynen devam ediyordu ailede diyabet var diye doktor şeker yüklemesini erken yaptırdı. Ve bilin bakalım, evet gebelik şekeri çıktı ben de. Ben tüm bu süreçte kendimi hamile gibi değil hasta gibi hissediyordum ki gibisi fazla olur hastaydım gerçekten. Depresiftim tam anlamıyla mutlu hissedemiyordum kendimi.
Yani kısacası bir oh diyemedim ben hamileliğim boyunca. Aşerdiklerim, canımın çektikleri hep boğazıma dizildi. Hep bir tedirginlik hep bir yürek çarpıntısı yaşadık. 6. ayda bu düzene alıştığım sırada iş yerimde büyük değişilikler oldu stresimin inanılmaz arttı. Annem tüm bu süreçte "Ah yavrum en güzel günlerin nasıl geçiyor tühh tühh vahh vahh " deyip durdu. Kocam tüm bu süreci benimle aynı şekilde yaşadı. Kocamın ne kadar evhamlı ne kadar endişeli ama ne kadar da bana ve çocuğuna düşkün biri olduğunu keşfettim bu süreçte.
Tüm bunlara rağmen hamileliğimi sevdiğimi keşfettim ben. Bebeğimi içimde her geçen gün daha farklı, daha çok hissettikçe duygularım da değişti. 9 ay insan ömründe gerçekten uzun bir süre. İçinizde bir canlıyla öylesi çok şey yaşıyorsunuz ki bunu gerçekten yaşayan bilir. Bu yüzden her ne kadar kadın kadının düşmanı da olsa anne olunca ee serde insanlıkta varsa birbirini farklı bir boyutta anlayabiliyor.
Ve geçen gün Görkem'in (rüzgarlıgünlervegeceler.wordpress.com) bir yazıma bıraktığı yorumda: "... Kuzunun kalbinin seninkiyle birlikte attığı, sadece ve sadece sana ait olduğu şu son zamanların keyfini çıkar yeter. " cümlesi beni düşündürmeye itti. Durdum ve sahi ya dedim kuzumun kalbi benimle birlikte atıyor ve sadece bize ait şu son zamanlar. Şimdi bile yazarken gözyaşlarıma engel olamıyorum. Bunu Görkem yazana kadar farketmemiştim. Bebeğim benim birtanecik kuzuğumun kalbi benimle atıyor yakında içimden çıkacak her ne kadar daima içimde olacaksa da ve sadece bize ait böyle bir zaman olmayacak. Bir çocuk bir kere doğuyor. Bir daha aynı çocuğu içinde taşımıyor insan.
Bilemiyorum işte Görkem bunu yazdıktan ben de bunu farkettikten sonra kuzucuğuma duyduğum bağlılık başka bir boyut kazandı. Ve kahretsin ki şu son 2 iş haftam kabus gibi yorucu ve sıkıcı geçiyor. Kuzucuğuma sadece dokunuyorum, seslenemiyorum bile.
İsteyen herkese kalbinin birlikte atttığı bir kuzu dilerim.
7.09.2011
Sizin Kocanız da İstiyor mu?
İtiraf et sevgili okur başlığı okuyunca merak ettin, heyecanlandın yazıyı okumak için :) Ama yazının devamı başlık kadar ilgi çekici olmayabilir baştan söyliyeyim.
Şimdi kocamın ne istediğine geçmeden önce, kocamı biraz tanıtmam gerekiyor diye düşünüyorum. Kocam olacak kişi tipik bir Boğa burcudur. Bu ne demek oluyor, yemeğe, içmeye, zevk-ü sefaya oldukça düşkün biridir. Ama bunu yanısıra sorumluluk sahibi, ailesine düşkün ve aklı başında biridir. Oturaklı bir insandır da demek isterdim ama adı çıkmış 9'a inmez 8'e şimdi oturaklıdır da yazsam kendisini tanıyanlar hoopp hoopp ufak at derler o yüzden oturaklıdır diyemiyorum. Ama aslında kendisiyle teşvik-i mesaiyi arttırdığınızda oturaklı olduğunu anlarsınız sadece eğlenmeyi çok sever kendisi herşeyle insanlar da buna dahildir :)
İşini iyi yapar zehir gibi zekası vardır ama çalışkan sıfatını kendisi için pek kullanamayız. Sorumlulukları dahilinde herşeyi yapar ama daha fazlasını yapmaya yanaşmaz. Çünkü yaşamın içinde olmayı sever hayatı kaçırmaktan hiç hazetmez. Öyle mesailere kalayım aman da patronun gözüne gireyim ben bir CEO olmak için yaratılmışım mutlaka küçük dağları yaratacağım gibi bir havası hiç yoktur. Hani çok zengin olsa eminim hayatını hobileriyle geçirmeyi yeğler. En büyük hobisi fotoğraf çekmektir. Kendisinin bir başka özelliği de mütavazi oluşudur. Amatör bir ruhla profesyonel fotoğraflar çeker ama hiçbir zaman ben fotoğrafçıyım demez. Çekiyoruz işte der. Hee bir tek karısına yani bana ufacık bir fotoğrafını eleştirdiğimde sen anlamıyorsun bu fotoğraf işinden o fotoğraf çok güzel der. Kendisine zorla açtırdığım ben düzenli yazmam ki dediği ve yazmadığı bir blogu da var: http://dortkenardunya.blogspot.com/
Ne iş kurmak ne de yeni bir iş atılımına girmek gibi hevesleri yoktur zengin olduğunda. Beni bu konuda hiç anlamaz. Çünkü çok zengin olsak benim yeni işlere atılma iş kurma gibi hayallerim vardır :)
Şimdi geldik bu koca kişisinin ne istediğine :) Bu koca kişisi oğlumuzun futbolcu olmasını istiyor. İnanabiliyor musunuz? Ee ne var bunda Türkiyedeki bir çok babanın hayalidir bu diyebilirsiniz. Doğrudur ama benim kocam o erkeklerden o babalardan değildir diye düşünüyordum ben :)) Ciddi ciddi istiyor bunu. Kavga etmişliğimiz bile var. Oğluyla karnıma dokunup konuşuyor futbolcu olacaksın oğlum diye. Hayale bakar mısınız? Bizim oğlan büyüyecekmiş futbolcu olacakmış hatta sonra Fatih Terim gibi Teknik Direktör olacakmış biz de Arena'ya gidip oğlumuzu izleyecekmişiz saha Aren Mirrrr diye yıkılırken anne&babası olarak gururdan dört köşe olacakmışız. Ben bu sahneyi hayal ederken yerin dibine giriyorum kocam yüzünde kocaman bir gülümsemeyle anlatıyor bu hayalini. Haaa ama üzülmeme gerek yokmuş bizim oğlan kaliteli futbolcu olacakmış. Okuyacak üniversiteye gidecek yurtdışında bile eğitim alıp öyle futbolcu olacakmış. Ben futboldan anlamıyormuşum. Dünyada çok kaliteli, akıllı, zeki futbolcular varmış. Çevresi kötü diyorum, pis bir dünya diyorum. Diğer iş çevresi iyi bir dünya mı diyor. Yaa işte böyle sevgili okur.
Ve fakat aynı adam, kızımız olsaydı ne olmasını isterdin diye sorduğumda Uluslararası İlişkiler okuyup Büyükelçi olmasını isterdim diyor. İnsanın kızımız da olsun bari oğlan futbolcu olacaksa diyesi geliyor :)
Görüyorsunuz değil mi derdimi. Daha minnacıktan babası bizim oğlanı doldurur, futbolcu olacaksın diye. Bir ümidim erkek çocukların anneden daha çok etkilenmeleri üzerine :)
Şimdi kocamın ne istediğine geçmeden önce, kocamı biraz tanıtmam gerekiyor diye düşünüyorum. Kocam olacak kişi tipik bir Boğa burcudur. Bu ne demek oluyor, yemeğe, içmeye, zevk-ü sefaya oldukça düşkün biridir. Ama bunu yanısıra sorumluluk sahibi, ailesine düşkün ve aklı başında biridir. Oturaklı bir insandır da demek isterdim ama adı çıkmış 9'a inmez 8'e şimdi oturaklıdır da yazsam kendisini tanıyanlar hoopp hoopp ufak at derler o yüzden oturaklıdır diyemiyorum. Ama aslında kendisiyle teşvik-i mesaiyi arttırdığınızda oturaklı olduğunu anlarsınız sadece eğlenmeyi çok sever kendisi herşeyle insanlar da buna dahildir :)
İşini iyi yapar zehir gibi zekası vardır ama çalışkan sıfatını kendisi için pek kullanamayız. Sorumlulukları dahilinde herşeyi yapar ama daha fazlasını yapmaya yanaşmaz. Çünkü yaşamın içinde olmayı sever hayatı kaçırmaktan hiç hazetmez. Öyle mesailere kalayım aman da patronun gözüne gireyim ben bir CEO olmak için yaratılmışım mutlaka küçük dağları yaratacağım gibi bir havası hiç yoktur. Hani çok zengin olsa eminim hayatını hobileriyle geçirmeyi yeğler. En büyük hobisi fotoğraf çekmektir. Kendisinin bir başka özelliği de mütavazi oluşudur. Amatör bir ruhla profesyonel fotoğraflar çeker ama hiçbir zaman ben fotoğrafçıyım demez. Çekiyoruz işte der. Hee bir tek karısına yani bana ufacık bir fotoğrafını eleştirdiğimde sen anlamıyorsun bu fotoğraf işinden o fotoğraf çok güzel der. Kendisine zorla açtırdığım ben düzenli yazmam ki dediği ve yazmadığı bir blogu da var: http://dortkenardunya.blogspot.com/
Ne iş kurmak ne de yeni bir iş atılımına girmek gibi hevesleri yoktur zengin olduğunda. Beni bu konuda hiç anlamaz. Çünkü çok zengin olsak benim yeni işlere atılma iş kurma gibi hayallerim vardır :)
Şimdi geldik bu koca kişisinin ne istediğine :) Bu koca kişisi oğlumuzun futbolcu olmasını istiyor. İnanabiliyor musunuz? Ee ne var bunda Türkiyedeki bir çok babanın hayalidir bu diyebilirsiniz. Doğrudur ama benim kocam o erkeklerden o babalardan değildir diye düşünüyordum ben :)) Ciddi ciddi istiyor bunu. Kavga etmişliğimiz bile var. Oğluyla karnıma dokunup konuşuyor futbolcu olacaksın oğlum diye. Hayale bakar mısınız? Bizim oğlan büyüyecekmiş futbolcu olacakmış hatta sonra Fatih Terim gibi Teknik Direktör olacakmış biz de Arena'ya gidip oğlumuzu izleyecekmişiz saha Aren Mirrrr diye yıkılırken anne&babası olarak gururdan dört köşe olacakmışız. Ben bu sahneyi hayal ederken yerin dibine giriyorum kocam yüzünde kocaman bir gülümsemeyle anlatıyor bu hayalini. Haaa ama üzülmeme gerek yokmuş bizim oğlan kaliteli futbolcu olacakmış. Okuyacak üniversiteye gidecek yurtdışında bile eğitim alıp öyle futbolcu olacakmış. Ben futboldan anlamıyormuşum. Dünyada çok kaliteli, akıllı, zeki futbolcular varmış. Çevresi kötü diyorum, pis bir dünya diyorum. Diğer iş çevresi iyi bir dünya mı diyor. Yaa işte böyle sevgili okur.
Ve fakat aynı adam, kızımız olsaydı ne olmasını isterdin diye sorduğumda Uluslararası İlişkiler okuyup Büyükelçi olmasını isterdim diyor. İnsanın kızımız da olsun bari oğlan futbolcu olacaksa diyesi geliyor :)
Görüyorsunuz değil mi derdimi. Daha minnacıktan babası bizim oğlanı doldurur, futbolcu olacaksın diye. Bir ümidim erkek çocukların anneden daha çok etkilenmeleri üzerine :)
6.09.2011
Mim mi O da Ne :)
Görkem nam-ı diğer Rüzgarlı Günler ve Geceler severek takip ettiğim, mail kutuma yeni bir yazısı var diye mail geldiğimde heyecanlandığım bir blogger. Tesadüfe bakın ki ikimizde aynı meslekteniz ee ne var bunda diyebilirsiniz ee meslek Dramaturg'luk olunca ilginç oluyor tabii :)
Görkem bayramdan hemen önce yeni bir yazı yazmış:"Bloggerlar N'lerini seçiyor" diye. Mim'lemişler Görkem'i Görkem'de diğer bloggerları mimlemiş. Listeye bir de baktım ki benim de adım, blogum var hem de en hamile blogger diye. Heyecanlandım, duygulandım. En bi hamile ben miyim şimdi :))
Mim ne ola ki diye kendi kendime çok sormuşumdur bloglara bakarken eskiden işte şimdi ne olduğunu biliyorum.
Sonra Deli Annem Görkem onu mimleyince, mimlenmeye istinaden yeni bir yazı yazmış ve beni en vefalı bloggerlar arasında koymuş. Mutluluğum katmerlendi böylece. Kişisel olarak tanışmasam da yazılarından ve blogları aracılığı ile tanısam da sadece sevdiğim iki insan tarafından mimlenmiştim.
Ben de benzer bir Mim yazısı yazmaya niyet ettim. Gelin görün ki son günlerim inanılmaz yoğun geçiyor oğlum tekmeleyene kasılmalar olana kadar hamile olduğumu bile unuttuğumu söyleyebilirim. İşyerindeki son 2 haftam sonra doğum iznine çıkıyorum yerine bakacak kişi işe başladı tüm gün dirsek dirseğe çalışıyoruz ve nefes bile almaya vaktim olmuyor. Sosyal ağlarla tamamen iletişimim kesildi. İşte bu sebeble benzer bir mim yazısı yazamadım.
Sadece iade-i ziyaret misali yazıyı yazabilseydim. En iyi Türkçe'yi kullanan Blogger, en yorumcu blogger, en farklı bakış açısına sahip blogger mimini kesinlikle Deli Annem'e verecektim.
En keyifli okuduğum heyecanla yeni yazısını beklediğim mimim de Görkem'e gidecekti elbette. Listenin diğer kısımlarını düşündüm ama işte yazıya dökemedim.
Bu arada bir sır vereyim mi hala mim ne ola ki ya dediğim oluyor :) Tamam evet hamilelikte beyin küçülüyormuş ne var bunda :)
Görkem bayramdan hemen önce yeni bir yazı yazmış:"Bloggerlar N'lerini seçiyor" diye. Mim'lemişler Görkem'i Görkem'de diğer bloggerları mimlemiş. Listeye bir de baktım ki benim de adım, blogum var hem de en hamile blogger diye. Heyecanlandım, duygulandım. En bi hamile ben miyim şimdi :))
Mim ne ola ki diye kendi kendime çok sormuşumdur bloglara bakarken eskiden işte şimdi ne olduğunu biliyorum.
Sonra Deli Annem Görkem onu mimleyince, mimlenmeye istinaden yeni bir yazı yazmış ve beni en vefalı bloggerlar arasında koymuş. Mutluluğum katmerlendi böylece. Kişisel olarak tanışmasam da yazılarından ve blogları aracılığı ile tanısam da sadece sevdiğim iki insan tarafından mimlenmiştim.
Ben de benzer bir Mim yazısı yazmaya niyet ettim. Gelin görün ki son günlerim inanılmaz yoğun geçiyor oğlum tekmeleyene kasılmalar olana kadar hamile olduğumu bile unuttuğumu söyleyebilirim. İşyerindeki son 2 haftam sonra doğum iznine çıkıyorum yerine bakacak kişi işe başladı tüm gün dirsek dirseğe çalışıyoruz ve nefes bile almaya vaktim olmuyor. Sosyal ağlarla tamamen iletişimim kesildi. İşte bu sebeble benzer bir mim yazısı yazamadım.
Sadece iade-i ziyaret misali yazıyı yazabilseydim. En iyi Türkçe'yi kullanan Blogger, en yorumcu blogger, en farklı bakış açısına sahip blogger mimini kesinlikle Deli Annem'e verecektim.
En keyifli okuduğum heyecanla yeni yazısını beklediğim mimim de Görkem'e gidecekti elbette. Listenin diğer kısımlarını düşündüm ama işte yazıya dökemedim.
Bu arada bir sır vereyim mi hala mim ne ola ki ya dediğim oluyor :) Tamam evet hamilelikte beyin küçülüyormuş ne var bunda :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)