22.10.2013

Yağmuruyla Güzel Brüksel


Seyahatimizin ilk durağı yağmuruyla güzel Brüksel! Brüksel, bir çok insanın bir şey yok dediği bir ülke ve hatta insanların sadece çikolata ve biradan ibaret sandığı ama hiç de öyle olmayan bir şehir. Öylesi dolu, öylesi keyifli bir şehirki. Tekrardan gidilecek şehirler içersinde benim için. Hatta belli aralıklarla gidilebilecek bir şehir bile olabilir, ah vizenin ah bordo pasaportun gözü kör olsun !

Grand Palace (foto google)



 Kış mevsimin yaşanmaya başladığı şehirlere gideceğimizi biliyorduk, soğuya hazırlıklıydık ama tüm gün sürecek yağmurlara değildik. Hazırlıksız da yakalansak, hepimiz iyi adapte olduk. Normalde daha az yağmurda bile dışarı çıkmayacakken, tüm gün bardaktan boşanırcasına veya İngilizlerin söylediği gibi kedi&köpek gibi yağan yağmurda keyifle geziyorduk; ve bunu yapan sadece biz değil bir çok başka turistti, sanki yağmur kimsenin umrunda değilmiş gibiydi(Türkler hariç :)). Hele orada yaşayanlar için sıradan ve normal bir gündü. 



Uçaktan indiğimizde saat 17:00 civariydi; daha önceden ayarladığımız araba ile şehir meydanına yürüyerek 8 dk mesafede olan, Brüksel'de yeni açılmış Meininger otele doğru yola çıktık. Aren uçak boyunca uyumadığı, yaklaşık 7-8 saattir de uykusuz olduğundan bu bizim araba değil krizi yaşadı ve illa kendi arabımızı istedi. Uykusuzluktan saçmaladığını bildiğimiz için karga tulumba arabaya soktuk bir 10 dk ağladı ve uykuya daldı; biz de yaklaşık 20 dk sonra otelimizdeydik. 




Konaklama
Otelimizi booking. com aracılığı ile yaptık; en çok oy alan otellerden biriydi; tercih sebeblerimizin başında şehir merkezine yakınlığı geliyordu ve elbette uygun fiyatlı olması. Otel eski bir fabrika, "Green Hotel" yani doğa ile dost otel kategorisindeydi. Aynı zamanda "art hotel" olarak da geçiyor yani içersinde sanatın bol olduğu bir otel; daha çok sokak sanatı diyebiliriz buna.  


Kanala bakan bir otel ama açıkcası kanalın hiçbir esprisi yok bildiğin çamur gibi bulanık pis bir su göz zevkine hitap etmediği gibi göz zevkini bozacak bir manzara :) Yani Brüksel'de kanal civarı bir otelde kalmaya hiç mi hiç gerek yok. Ama merkeze yakın bir otelde kalmak bana sorarsanız şart! Neden mi, sebeblerini ulaşım kısmında yazacağım. 



Otel gençlerin yoğun kaldığı ve aslında en çok da onlara uyan bir oteldi. Otelde isteseniz de öğlen ve akşam yemeği yok mesela, ama asma katında açık bir mutfak var; dışarıdan istediğiniz yiyecek ve içeceği sokabiliyorsunuz ve kendinize o mutfakta yemek hazırlayabiliyorsunuz; gençlerin çoğu böyle yapıyordu ve ben 1 kez bile o mutfağı pis veya dağınık görmedim. 



Kahvaltısı çoğu avrupa şehrinde olduğu üzere son derece zayıf; yemekhane gibi bir yerde komin bir şekilde kahvaltını yapıyorsun hatta fast food zincirlerinde olduğu üzere, tabağını çanağını temizleyip kaldırıyorsun :)



Çocukla gitmek için uygun mu? İlk yazımda da söylediğim üzere, bazı konularda fazla titizsen ve detaycıysan hiç uygun değil. Kısa süreli kalacaksan ve özellike tek başına gittiysen oldukça uygun bir otel. 




Brüksel'de kalınabilecek bir çok tarz ve iyi otel var. Bu arada Novotel ve Ibıs oteller zinciri inanılmaz güzel yerlere konumlanmıştı; fiyatını bilemiyorum ama bir daha gidersem Novotel'de kalacağım kesin. Size önerilerimden biri de anne&babamın kaldığı Pantone otel bu otelde oldukça tarz ve meşhur bir otel. 






Ulaşım 
Sanıyorsanki Avrupa şehiri ulaşım ne kadar kötü olabilir diye; inanın ki Brüksel'de oldukça kötü. Örnek vermem gerekirse; yürüyerek 8 dk vardığın meydana, sence tramvay ile kaç dakikada varırsın? Tabii bu arada tramway gelir mi gelmez mi meçhul. Tam tamına 25 dk varabiliyorsun hem de tek tramway ile değil :) bir durakta inip tekrardan başka bir tramvay'a geçmen gerekiyor. Metro ağı ne geniş ne de kullanan var, biz sadece 1 kez kullandık onda da kaybolduk zaten. Taksi bulmak oldukça zor. Araban var ise park büyük sorun. Bisikletin varsa hayat sana güzel arkadaş! Yürümeyi seviyorsan o zaman inanılmaz özgürsün. Gece dışarı çıkarsan ve 22:00 sonrasına kalırsan pardon ama kelimenin tam anlamıyla sıçtın :) Taksi tek alternatifin olur ki nasıl bulursun onu da hiç bilmiyorum. 


Biz her yere yürüyerek gittik; bir keresinde tramway durağı otele çok yakın diye ve o 8 dk yol arenle yaklaşık 45 dk olduğundan haydi tramwaya binelim dedik ve bindiğimize pişman olduk; indiğimiz yerde Aren 30 dk kuşlarla ve su birikintisiyle oynamak isteyince 2. günümüzdeki, tek tam günümüz oluyor, meydana gitmemiz 2 saati buldu bu da günün yarısı demek. tabii ki indiğimiz yerden normalde 10 dk'da yürüyeceğimiz yolu Aren'le 30 dk yürüdük; bu uzun yürüşlerin bir faydası oluyordu, bir çok yeri ve yaşam tarzını görmüş oluyorduk. (Herşeye olumlu tarafından bakmayı adet edinmek lazım değil mi?)



Dikkat dikkat!


Brüksel'e haftasonu gidiyorsanız bilin ki Pazar günü şehir tam bir hayaletler şehiri. Ulaşım yok denecek kadar az, alışveriş için açık mağaza bulamazsınız, hatta yemek için bile açık bir restaurant bulmak zor. Ve malesef biz Cumartesi günü geç saatte gittiğimizden Salı günü de otelden ayrılacağımızdan dolu dolu geçirebileceğiz bir Pazarımız bir de Pazartesimiz vardı. Bilin bakalım Pazartesi günleri de neresi kapalı, müzeler! Ve biz akıllı ailesi müzelerin hemen hemen hepsini Pazartesi'ye bırakmıştık :) Ne şans di mi? Hayır bunu önceden neden akıl edemediğime şaşıyorum, biz ettik siz etmeyin. Gideceğiniz ülkede müzelerin ve önemli yerlerin ne zaman açık ne zaman kapalı olacağına dikkat edin derim. 

Sanıyorsan ki Pazartesi'nin tek olumsuz yani müzelerin kapalı olması yanılıyorsun; Pazartesi günleri mağazaların neredeyse yarısından fazlası öğlene doğru açılıyor. Sanıyorum kendi kıymetlerini çok iyi biliyorlar; uzun bir haftasonu tatili yapıyorlar. Duyduğuma göre Cuma günleri de zaten erken kapanan mağazalar, normal bir günde bile 19:00'da açık bir dükkan görürsen şanslısın, daha erken kapanıyormuş. 



Yeme&İçme

Brüksel deyince akla ilk gelen şey bira ve çikolata. Akla ilk gelmesi gerekenlerin arasında olduğu da kesin. Bunların dışında; midye&patates (moulles), waffle da mutlaka akla gelir. Brüksel'e gidipte çikolata yememek olmaz, sevmiyorsan bile yersin o kadar söyliyeyim ve işte çocukla seyahat edeceksen ve çocuğunun çikolata yemesini istemiyorsan o zaman gitme :) Çocuğunu dünyanın en güzel ve en şık çikolatalarından mahrum bırakamazsın. 

Bira benim içebildiğim tek içkidir ve zevkle içerim hafif biraları. Hayatımda içtiğim en güzel biraları Brüksel'de içtim kesinlikle. Çikolatalar da öyle. Zaten çikolataya pırlanta muamelesi yapıyorlar, dükkanlar öylesi şık, öylesi temiz ve öylesi güzel... Vitrinlere hayranlıkla bakarsınız. 

Waffle yiyecekseniz sokakta 1 Euro'ya satılan üzerine 2 muz koydu mu 3 Euro olanlardan değil mutlaka en iyisinde yemelisiniz; lakin be alışmışım bizim türk usulü waffle sevemedim pek oradakini; Aren de sevemedi, Güray denemedi bile. 

Sokakta patates satan çok yer görebilirsiniz, ben onu da pek beğenmedi ki 7/24 patates kızartması yiyebilirim ama sanırım ben en çok annem usulü patates kızartması seviyorum. 

Midye'ye gelince bayıldım ve eğer sen de deniz ürünlerini seviyorsan mutlaka ama mutlaka denemelisin. 

Şık hiçbir restaurantı denemedik malum çocukla olmazdı. 

******
Benim rastladığım insanları fazlasıyla soğuk hani ingilizlerin yanlarında laubali kalacağı cinstendi; sürekli terbiye etme halleri vardı. Ufak bir örnek vermem gerekirse; 2 kişinin zor sığacağı Şirinler ve benzeri yerel ürünlerin satıldığı ufak bir dükkana giriyoruz, Aren ve ben. İçeride bir anne ve kız var çıkmak üzereler, Are Şirinlere bakmak istiyor 2 adım atıp geçmemiz gerekiyor; müşteri olan kadına; "Sorry,would you let me go there" diyorum, dükkan sahibi Belçikalı kadın hemen atlıyor pleaseeee diyor; anlamıyorum ne demek istediğini ona da;  "Sorry, I did not understand what you mean" diyorum, kadın da bana: "You should say pleaseeeee" diyor. O an içimden kadının saçını başını yolmak geriyor; sinirli bir gülümsemeyle: "Pleaseeeeee do not teach me how to talk OK!" diyorum kadın anlamadığım ama küfür olduğu  çok belli olduğu cümleler savuruyor. Ben de Türkçe ve sinirli bir biçimde Arenciğim şu gördüğün teyze bize kötü sözler söylüyor o yüzden buradan bir şey almadan çıkacağız diyorum; tamam diyor anlayışlı evladım. Ve Aren bombayı patlatıyor çıkarken kadına bakıyor ve öküzzzzz diyor; hiç bozmuyorum Aren'i evet canım arabalar gibi insanlarda öküz olabiliyor tam yerinde kullandın bu kelimeyi aferin diyorum.

Genelleme yapmak istemiyorum elbette bambaşka harika insanları da vardır, ama bizim rastladıklarımız hep bir pleaseee do that, say that hallerindeydi. 

Herşeye rağmen bu yazdıklarım Brüksel'in güzelliğine gölge düşürmüyor. Gezilebilecek, görülebilecek ve keyif alınabilecek fazlasıyla yer var; dahası çocukların da keyif alabileceği müze, mekan oldukça fazla. Brüksel'i mutlaka seyahat planlarınızın içine koyun derim. 

Biz neler yaptık, nereleri görmeyi hedefledik, nereleri gördük bir sonraki yazının konusu olacak; merak ediyorsanız takipte kalınız. 




Hiç yorum yok: