24.10.2013

Mükemmel Olmamanız Çocuğunuz İçin Daha İyi


"Mükemmelliyetçilik bir insanın sahip olabileceği en düşük standarttır" H.Forbes

 

 Çocuğunuzun mükemmel bir ebeveyen'e sahip olması gerektiğini mi düşünüyorsunuz? O halde çok yanılıyorsunuz! Aslında soruşturmanız gereken şey çocuğunuzu kayıtsız şartsız sevip sevmediğiniz ve bunun için de öncelikle kendinizi kayıtsız şartsız sevip sevmediğinize bakmanız gerekiyor;  sahi kendi gözünüzde kendinizi yeterli görüyor musunuz?!?

Mükemmelliği hedeflemeye gerek yok, kayıtsız şartsız sevgi bir çocuğun sahip olması gereken yegane şeydir.

Siz mükemmel olmaya yaklaştıkça koşulsuz sevgiden uzaklaşıyorsunuz ve bunun sonucunda da hiç bir şey daha iyi daha mükemmel olmuyor aksine daha kötü sonuçlar doğuruyor. 

Ne zaman kendinizi eleştiriyorken yakalarsanız; durun ve hedefinizin mükemmel olmak değil, kendinizi ve diğerlerini sevmek olduğunu hatırlatın! Kendinizi ne kadar sever, kendnize ne kadar şevkat gösterirseniz başta evladınız olmak üzere, etrafınızdaki insanlara da bu duyguyu geçirebilirsiniz. 


İnsan beyni sürekli mutlu olmaya değil sürekli hayatta kalmaya yani güvende olmaya programlanmış durumda, malesef. Bu nedenledir ki; korkular, endişeler sıklıkla aklımıza gelir. İşte bu durumda yapmanız gereken beyninizi yeniden programlamak ve kendinizi rahatlatmak. Kendinize sıklıkla; tamam herşey yolunda diyebilirsiniz; çocuğum benim çocukluğumdan daha bilinçli büyüyor diyebilirsiniz, kendinize onu sadece şartsız ve koşulsuz sevmeye programlayın; sevginin hem çözemeyeceği şey yok hem de sevginin hatası olmaz. 

Hayatın seçimlerden ibaret olduğunu daima hatırlayın. Ve çocuğunuza kızmakla sevmek arasında bir tercih yapacağınız zaman; örneğin; elindeki vişne suyu dolu bardakla koltuğa atlatı ve güzelim koltuğunuzu kirletti; bağırmadan önce bir kez daha düşünün ve gidip sadece sarılın ona ve sakinlikle buna üzüldüğünüzü söyleyebilirsiniz. 



Şunu da daima aklınızda bulundurun 2 adım ileri 1 adım geri atmakta sizi istediğiniz noktaya ulaştıracaktır; bir hata yaptığınızı düşündüğünüzde bunun üzerine uzun uzun düşünmek yerine pas deyin ve bir sonraki ileri adımınıza konsantre olun. Böyle yaptığınızda çocuğunuz için harika bir model olursunuz. Evet insanlar hata yaparlar ve haa yaptıklarında suçluluk hissedip, mahvolmak ve kendini kahretmek yerine çözüm yolları ararlar, hata yapmak normaldir bir sonraki adımı hatayı telafi etmektir kendini suçlamak değildiri öğrenir. Hele konu çocuğunuzla aranızda ise ve siz özür dileyebiliyorsanız, çocuğunuz bundan da çok şey öğrenmiş olur. Kendiniz affedin, affedilebilin ki çocuğunuz da kendiyle barışık olmayı öğrenebilsin. 

Çocuğunuz hayatı boyunca mükemmel biri olamayacağı için; çünkü o da bir insan ve insanoğlu mükemmel değildir, ona mükemmel bir ebeveyn örneği göstermek onun için iyi olmayacaktır. Düşünsenize nasıl hissedecek, siz nasıl hissedersiniz kendinizin mükemmel olmadığınızı biliyorsunuz ama karşınızdaki anne & Baba mükemmel görünüyor; kendinizi biraz eksik, fazlaca ezik hissetmez miydiniz?  Ona merhametli olmayı gösterebilirsiniz, mükemmeliyetten daha çok işine yaracağı kesin. 


İşe kendinizi sevmekle başlayın ama gerçekten severek, yeterli olduğunuza inanarak; hata yaptığınız zaman ki bu çocuğunuza karşıda olabilir, kendinizi affedin! 

Yapalım bunları olur mu? Kendimizi sevelim, kendi kendimizin çocuğu olmakla başlayalım işe ve o çocuğu çok sevelim ona hergün sarılalım ona her gün seni seviyorum diyelim. 

Çocuğunuzla ilgili bir sorununuz var ise çocuğunuzu sakince yere bırakın :) ve kendinize bakın, sonra dönüp bir bakmışsınızki çocuğunuzla ilgili sorun her ne ise pufffff uçmuş gitmiş. 







Brüksel'de Gezdim Gördüm & Gezemedim Üzüldüm





Aslında bu seyahatimiz sosyal bir seyahat oldu; şöyle bir gezdiğimiz şehirlerin havasını aldık sanki 3.-4. gidişimiz de heryeri gezmişiz de şimdi de keyif yapmışız gibi  :) Bundan sadece Aren mi sorumlu, hayır? Bundan; hava şartlarının uygunsuz oluşu, Güraycığımın yürüyüş adamı olmayışı ve ulaşım olanaklarının işlevsel olmayışı da var; Arenin 2 yaşında olması da elbette başrollerde ama dediğim gibi bu beceriksizliğimizi sadece Aren'e yükleyemeyiz. Ee n'apalım mecbur bir daha gideceğiz :)

Eğer müze gezmeyi seviyorsanız ve çocuğunuzda bir müze sever olmasını istiyorsanız mutlaka Brüksel'e gidin. Brüksel için müze cenneti desem çok yerinde olur; peki siz hangilerini gördünüz derseniz üzülerek hiçbirini demek zorunda kalırım. Daha önceki yazılarımda da yazdığım üzere biz müze gezme işini Pazartesi'ye bırakmıştık ve hemen hemen hepsinin,en azından bizim görmek istediklerimizin, kapalı olduğunu öğrendik.


Çocuklar için; oyuncak müzesi, çikolata müzesi (bunu eminim yetişkinlerde sevecekler), komik karakterler müzesi ve dinozor müzesi (adı bu değil aslında), orjinal karakterler müzesi (Tenten, Sirinler vb) ve daha nicesi nicesi var; hani nasıl ek gıdaya geçişte bazıları ek gıdaya alışması için tatlı gıdalarla yani meyvelerle başlar heh işte bu misal çocuğunuzun ayağının müze gezmeye alışmasını istiyorsanız önce Brüksel'deki eğlenceli müzelerle işe başlamalısınız. 




Sizinde keyifle gezebileceğiniz harika müzeler var; hatta tüm müzeleri görmek isterseniz bence 2 günü müze gezisine ayırmanız gerekir. 




Ben avrupa seyahatlerinde kilise gezmeyi sevmem yani dönemleri aynıysa zaten hepsi neredeyse aynı; ancak değişik bir hikayesi veya mimarisi varsa gezmek isterim. Brüksel'de böyle kiliseler vardı lakin gezdik mi, gezmedik :)




1. Gün

Aslında gittiğimiz günü yani Cumartesi akşamını da değerlendirebilirdik; ama Aren arabada uyuyunca ve otele varıp uyanmayınca biz de Güray'la Arenin yanına yatıp mis gibi uyuduk; uyanıp odada birşeyler atıştırdık o sırada Aren uyandı ve aslında bu boku yediğimizin resmiydi :) uyandığında saat 9:00'du çünkü. 



Hadi dışarı çıkalım ve otelin etrafını keşfedelim dedik; çıktık kanalın etrafında biraz yürüdük, ulaşımın bunca kötü olabileceğini tahmin edemediğimiz için tramwayın yerini belirledik, metro uzakmış oraya kadar yürümedik ve otele geri dönüp hem oyun odası hem bar olan kısma yerleştik. Bu bölümde bilardo maması, langirt, yayılıp oturabileceğin geniş koltuklar da vardı. 






Tatildeki rahat anne ve baba modu açıkmış olduğunu düşünebiliceğimiz çocuğa Nachos yedirdi :) Ee otelde yemek yoktu n'apabilirim ki mcdonals yemekten iyidir hem :)





Ve çocuğum bilardo'yu keşfetti :) Ay sanırsın ki bir Semih Aydıner; o ıstakayı tutmalar falan ama sonunda dayanamadı çıktı üzerine sonra da langırta geçtik. Otelde oyalama kısmını da çözmüş olduk böylece. Uyanır uyanmaz hadi topa gidelim diyor; top mekanı saat 10:00'da açılıyor, bizimki tutturuyor açın açınnnnn açınnn. Bu arada bedava değil, 1 euro ile oynanıyor; biz de baktık bunun sonu gelmeyecek verdik buna 20 cent'leri bak bozulmuş dedik; ilk gün işe yaradı da ikinci gün büyük para ver demeye başladı :)



İşte ilk günümüz böyle geçti; çocukla daha iyisi olabilir miydi sanmam; ama mesela çift gitsen bavulunu yerleştirir üstünü değiştirir akardın meydanlara akşamda geç dönerdin otele. Mesela bunu veya benzer birşeyi yapamamak içinize dert olacaksa çocukla gitmeyin! Veya gidin belki siz başarabilirsiniz sonra da işin sırrını anlatırsınız. 

2.Gün


Sabah pür neşe uyandık; kahvaltımızı yaptık ve attık kendimizi sokağa. İstikamet elbette en meşhur yeri, Bürüksel'in simgelerinden biri olan, tarihi 11. yüzyıla dayanan ve UNESCO'nun koruması altında olan Grand Palace. Bir yağmur bir yağmur sorma gitsin. Tramvay durağına gittik, bekle allah bekle gelmez. Yoldan geçen birine sorduk; şu yoldan geçip yürüseniz 8 dk varırsınız dedi. Hımm bizim için olsa olsa 30 dk dedim; güzel bir yoldan yürüdük Aren de orada duralım, burada kuş kovalayalım, şurada da su birintisine basmadan vallahi kıpırdamam havasındaydı. 



Benim için hava hoş oldu çünkü bir çok iyi ve meşhur markanın olduğu sokaktan yürüyorduk. Ama dedim ya Pazar günü olduğu için sanıyorsun ki bir ihtilal durumu falan var; etrafta senden başka kimse yok, ulan yoksa yanlış yerden mi gidiyorum falan diyorsun o derece. Neyse vitrinlere bakıyorum ben, ay Güray diyorum burada daha ucuzmuş bu marka çanta yarın gelelim miiiii bu caddeye yine diyorum; Güray vitrine bakıyor, kızım bu çantanın fiyatı 4 sıfırlı Euro diyor ben de iyi ama Türkiye'de daha çok sıfır var ve düşünsene buna bir de tax free uygulanacak diyorum; ay saçmala allahını seversen ben alırım sana diyor ve konu kapanıyor :)





Uzun bir yürüyüş sonrası geliyoruz Grand Palace'a ve ben bayılıyorum bu meydana; Avrupa gördüğüm en güzel meydanlardan biri. Bu noktada size  bir tiyo vereyim; bu meydanın en güzel hali Ağustos ayındaymış, yukarıdaki fotoğrafta da görebileceğiniz üzere meydanın tam ortasına çiçeklerden uzunca bir halı yapıyorlarmış; eminim ama eminim enfestir görüntüsü. 


Gelmemizle Aren'in uyuması da bir oluyor mu, ohhh diyoruz enfes! Meydandaki her yeri geziyor; ay bir de sağa baksan çikolatacı sola baksan çikolatacı, her taraf bistro. Pek keyifli pek. Birşeyler yiyip içmeye girmeden önce Godiva'dan ki aslında, daha çok önerilen Pierre Marcoloni'ye girmek istiyorduk, ama kapalıydı dükkan; şaşırdık mı kapalı olmasına şaşırmadık, Godiva'dan şu çikolata kaplı çileklerden alıyoruz. Diyeceksiniz ki aman ne varrrr git İstinye Park'a ye aynısı; yoook yerinde yemek o havayı soluyarak yemek bambaşka. Gönlümüz elvermiyor Aren için de 2 adet ayırıyoruz, uyanınca yesin diye. 



Ve hemen Godiva'nın yanındaki tarihi ve ünlü Le Roy d’Espagne bistro'ya giriyoruz  Aren'i yatıyoruz oturduğumuz yere, biralarımızı ısmarlıyoruz ve sanki kocamla başbaşa gelmişiz gibi flörtleşip kikirdiyoruz ve seyahat notlarımızı okuyoruz. Uzunca bir süreyi burada geçirip bildiğin çakırkeyif oluyoruz. Aren uyanınca o da burada olmaktan oldukça keyifli; hesabı ödeyip kalkıp bir başka görülmesi gereken yerlerden biri olan Galerie Hubert'e geçiyoruz. 






Burası bir çok çikolata dükkanının şubesi olan bir galeri; tarihi bir yer ve oldukça da güzel. Mesela Grand Palace'da açık olmayan meşhur Pierre Marcolini burada açık. Başta Pierre Marcolini olmak üzere tüm çikolata dükkanlarında çikolataya pırlanta muamelesi yapıyorlar; vitrinleri giyim kuşam dükkanlarıyla yarışacak kadar güzel, dükkanların içi oldukça cümbüşlü ve hoş. Mutlaka size bir şeyler ikram ediyorlar; ayrıca Aren'in sorgusuz sualsiz eliyle aldığı oldu; O durumda dükkandan koşarak çıkmayı tercih ettim :) 






Marcolini'de sadece çikolata yok aynı zamanda macaron'da var; bana 1 tanesi bile ağır gelirken bakıyorum Aren 2 taneyi mideye indiriyor; Güray'da tadının enfes olduğunu söylüyor. 



Çikolatacıların birinin vitrininde bu baykuşları görüyoruz ve Aren bayılıp istiyor. İçeri girip soruyorum, malesef onlar sadece vitrin için cevabını alıyoruz. Aren üzülüyor buna; yavrum nasıl gönülden istedi ise daha sonra bu çikolatalardan Brugge'de görüyoruz ve Aren yanımda değilken alıp ona süpriz yapıyorum; bayılıyor ve hemen mideye indiriyor. 

Galerie Hubert'teki yürüyüşümüze devam ediyoruz; tam da geçerken içersinde Chez Leon'un da olduğu Taksimdeki Çiçek pasajına benzeyen Rue Des Bouchers sokağını görüyoruz. Burayı en son güne bırakmaya çoktan karar verdiğimiz için, yerini gördüğümüze seviniyorum. 





Hubertten çıktığımızda çılgınca yağan yağmurun daha da hızlandığını görüyoruz ve bu sefer Bürksel'in 1619'dan beri bir başka simgesi olan Mannenken Pis'e gidiyoruz.  Giderken yolumuzun üzerinde meşhur patates kızartması satan yerlerden birinden patates kızartması alıyoruz. 


Tatil öncesi bir çok blog ve seyahat rehberinde okumuştum; bu işeyen çocuğun çok küçük olduğu, bir duvar dibinde olduğu gibi. Belki de bu yüzden hiçbir bekletim yoktu ama biz yine de sevdik; elbette Aren'de öyle. Belli zamanlarda bu işeyen çocuğa yerel kıyafetler de giydiriyorlarmış ama kıyafetlerle gördüğüm işeyen çocuk hiç de hoş gelmedi bana, bu hali daha orjinal ve daha iyi bence. Bir de bu işeyen çocuğun sonradan kız versiyonunu ve hatta köpek versiyonunu yapmışlar ama bunları görmeyi hiç düşünmedim, bizim planımızın içinde yoktu. Hikayesini merak ederseniz de kısaca bahsedeyim; bir efsaneye göre işeyen çocuk savaş zamanı meydan yanarken işeyerek yangını bitiriyor.



Bu işeyen çocuğun olduğu bölgede bir çok waffle satan dükkan var; Güray bir tanesine giriyor ve oldukça fazla sıra var; bir müddet sonra aman boşver almayalım deyip çıkıyor. Biz de Aren'le o sırada bir başka çikolatacı olan Nauhaus'a giriyoruz çünkü en çok bu çikolatacıda Şirinler karakterli ve başka çikolatalar var; 2-3 adet tatmadığımız çikolatalardan alıp sokakta yiyoruz.


Yağmur öyle hızlanıyor ki ve saate akşamı gösteriyor; otele doğru yürümeye başlıyoruz ama ne yürüme; Aren Boba'nın içinde olduğu ve son derece sıkı giyindiği için  ve yağmur rüzgarla bize tokat attığı dakikalarda yüzünü benim atkıma gömdüğünden bir damla bile ıslanmıyor ama Güray ve ben bildiğiniz sıçana dönüyoruz; tek istediğimiz otele gidip sıcak bir duş ve biraz dinlenmek.






Otele vardığımızda odamız buz gibi; ilk günde böyleydi aslında bunu sorduğumuzda doğa dostu bir otel olduklarından klima bulunmadığını farklı bir sistemleri olduğundan bahsetmişlerdi; bu arada odamızın her yerinde acil butonları vardı, banyosu engellilere göre düzenlemişti; ve biz bunu hiç sorgulamadık, çok medeni ülke ya demek ki tüm oteli engellilere göre de düzenlemişler dedik. 2. gün otele döndüğümüzde bu sefer daha sert bir biçimde odanın çok soğuk olduğunu, bebek olduğu için de ısının daha normal olduğu bir odaya geçmek istediğimizi söyledik. Ve bilin bakalım yeni odamız nasıldı :) Bildiğin otel odasıydı işte :) Yani bir gün yurtdışında sizin de şansınıza engelli odası düşerse, sorgulayın; medeniyetlerine bağlamayın bizim gibi :)

Yeni normal ısıdaki odamızda sıcak güzel bir duş alıp bilin bakalım ne yapıyoruz; bilardo oynamaya gidiyoruz. Bu arada farkettiniz mi bütün bir gün çikolata ile beslenmişiz neredeyse :)


Bilardodan sonra Aren'de garip hareketler başlıyor ve ben; Güray bence bu çocuk açken Aren değil diyorum; saat çoktan 20:00'yi geçmiş; kendimizi sokağa atıyoruz ki açık restaurant bulmamız zor biliyoruz; otele çok yakın bir bistro'ya giriyoruz ve kendimize çok kızıyoruz! Çocuğumuzun hali yukarıdaki gibi. Yavrum açlıktan ölmüş. 

Otelimize dönüyoruz bir set daha bilardo oynayıp uykuya çıkıyoruz. Ve 3. ve son günümüzde yapacağımız müze gezileri için çok heyecanlıyız; uyumadan önce Aren'e yarın Şirinler'i görmeye gideceğiz ve köpeğiyle Tintini diyorum, seviniyor çocuk; nerden bilecek kursağında kalacağını.... 

3.Gün
Ben güne yine Market Place'de başlamak istiyorum; hızlıca kahvaltımızı yapıyoruz ve yürümek yerine tramwaya binerek gidelim diyerek en büyük hatalardan birini düşüyoruz; gitmemiz çok çok uzun sürüyor; bir durakta inip yürümeye karar veriyoruz; ve hiç bilmediğim yerlerden geçerek meydana ulaşıyoruz. Bu sefer Aren uyumuyor; ilk durağımız Galerie Hubert'teki Le Pain Quotidien oluyor, burada bir şeyler yiyoruz ve hesapta hemen müzeleri gezeceğiz; Hubertten çıktıkan sonra Tintin mağazası var ve o binanın müze olabileceğini düşünüp soruyoruz ve işte o noktada yıkıma uğruyoruz; kadın müzelerin Pazartesi günü kapalı olduğunu söylüyor, hepsi mi diyorum, yani benim bildiğim öyle diyor, hoş sorduğumuz hiç bir soruya cevap alamadığımız için, inanmayıp başkasına soruyorum ve aynı cevabı alıyorum. 



Ve bizim bir B planımız yok, Meydana çıkıp geziyoruz; az insanın bildiği, en eski bistrolardan biri olan A la Becasse'ye gidip içmeye karar veriyoruz; burada lumbik birası içilmesi öneriliyor; Bruksel'in ilk biralarından tam tamına 100 yıllık bir yer burası. Turistik olmadığında içeride 2 yerli kişi bir tane de gezginci olduğu her halinden belli biri var. 



Böylesi boş mekanlarda özellikle Güray ciddi strese giriyor, Aren'in sesi, Aren'in azgınlığı. Lumbik biralarımızdan ısmarlayıp bekliyoruz; ben vişneli söylüyorum. Güray 3 ayrı çeşit içti ve hiçbirini beğenmedi; ben meyveli birayı aynı meyveli sodaya benzetiyorum ve severek içiyorum. Biralar özel bardaklarda servis ediliyor. 


Buradan da çıktıktan sonra sokak çalgılarını dinliyoruz, hiç gezmediğimiz sokakları geziyoruz; gezdiğimiz sokakların birini sonunda ilk kez AVM görüyoruz :) AVM'lerle karşılaşmadan gezmenin ne harika olduğunu da konuşuyoruz aramızda. Ve Aren uyuyor bu esnada. Biz de Chez Leon'a doğru yol alıyoruz. Aren uyurken yemeklerimizi sipariş ediyoruz ve sipariş etmemizle masamızda olması arasında sadece 2 dk var. Dünyanın hiçbir yerinde böylesi hızlı bir servis olduğunu sanmam. Oldukça büyük bir yer ve oldukça da dolu. Ben çok bilindik moules (midye&patates) yerine üstü kaşarlı sarmısaklı pis gibi midye sipariş ediyorum, güray da kızarmış midye mi ne öyle bir şeyler yiyor. 

Bu sefer Aren'in uykusu kısa sürüyor; uyanıyor ama kendisi deniz ürünlerini sevmediği için yanaşmıyor bile yemeğe, Allahtan menüsünde makarna da var, böylece Aren'in de karnı doymuş oluyor. Mekanı beğenen Aren koşturmaya, masaların altına girmeye başlıyor, biz de kalkıyoruz elbette buradan ve yürüyüşe geçiyoruz. 


Farklı bir caddede yürüyüp yine ve yeniden daha önce çikolata almadığımız ama Brüksel'in meşhurlarından ve her yerde olan Leonidas'tan bu sefer çikolata değil ama karamel şekeri ve başka şekerler alıyoruz :)  Uzunca bir yürüyüşten sonra bir yerel kahve dükkanina girip çay & kahve içip biraz soluklanıyoruz; zaten yavaş yavaşta akşam saati yaklaşıyor. 

Otele döndüğümüzde aman Allahım çılgın bir Aren var karşımızda, ertesi gün doğumgünü ve ben Arenin ciddi bir büyüme atağı geçirdiğini düşünüyorum; sokuyorz banyoya ve onu en çok rahatlatan şey olan suyla 1-1,5 saat oynamasına izin veriyoruz. O gün bir Lübnan restaurantından otele yemek söylüyoruz ama hiç mi hiç beğenmeyip karnımız doyacak kadar yiyip son veriyoruz. Aren o gün resmen bebekliğine dönmüştü. Gece ağlayıp ağlayıp Güray'ın kucağına gidip bebek gibi uyut beni dedi ve Güray'ın kucağında uyudu. 

Ertesi gün için heyecanla uyuyoruz; çünkü hem Aren'in doğumgünü hem de Amsterdam için yola çıkacağız. Bu arada müze görme isteğimiz hala bitmedi diyoruz ki yarın Amsterdam'a geçmeden önce Tintintin müzesine gideriz ve öyle geçeriz; ama bu da olamıyor neden mi? Nedeni bir sonraki yazıda ;)

Gezemediğim yerlerin bazıları ise şöyle; 

Sainte Catherine & Sint Katelijne Meydanı; Bu meydan özellikle  pazarların kurulduğu bir meydan, Christmas zamanı avrupanın en güzel pazarlarından biri olduğunu da okumuştum. Buz pateni kuruluyor mesela ve bu meydanda farklı restaurantlara rastlamak mümkün. Bir de sıcak şarap bu meydanın olmazsa olmazlarından. 

Black Tower; bu meydana gelince 12. yüzyıldan kalma Black Tower'i görmeden gitmek olmaz; lakin biz o meydana gitmedik ki black tower'i görelim. 


St. Michael ve St. Gudula Katedrali; yine bu meydanda Gotik tarzında inşa edilmiş iki önemli yer önü de çimenlik hava güzelse otur keyif yap. 

 Parc de Bruxelles; Brüksel parkı, fotoğraflardan enfes gözüküyor ve bu parktan geçerek Brüksel Kraliyet binasına gidebilirsiniz. Bir sonraki gezilecek yerlerin arasında kesinlikle. Biz sadece araba ile önünden geçebildik, olsun bu da bir şey değil mi :)

Sarayın hemen arkasında Place Royale var. Burası da tarihi bir meydan ve müzelerin bir çoğu da burada. Belvue Müzesi (Belçika Tarihi), Müzik Enstrümanları Müzesi, Magritte Müzesi (Belçikalı sürrealist ressam Rene Magritte), Güzel Sanatlar Müzesi. Ve bir de Brüksel hakkında geniş bilgiye ulaşabileceğiz, ücretsiz gezebileceğiniz sergi var. (Experience Brussels Exhibition)

Justitiepaleis; bu meydanın az ilerisindeki görkemli adalet sarayı. 

Merkezin dışında kalan ve Brüksel'in simgelerinden biri olan Atomium'a gitmeyi gitsek bile içeriye girmeyi düşünmüyorduk; Atomium 9 küre ve bunları birbirine bağlayan 12 borudan oluşuyor, her bir kürenin içine girebiliyorsunuz; aynı zamanda hemen yanında Mini Europe var bizdeki MiniaTurk misali tüm avrupa ülkelerinin mini mini halleri; yani olsada olur olmasa da olurdu benim için.

Ah ama ahhhh Atomium'un doğru yürürseniz Brükselin en güzel parklarından biri olan Parc de Laeken'a varabilirsiniz ki göremediğimize gerçekten üzüldüm. İçinde 100 yaşını aşkın ağaçlar göl kenarı ve benzeri var; bence görülmesi gereken yerlerden biri kesinlikle. Ve buradan da Belçika Kraliyet ailesinin yaşadığı saraya ulaşabilirsiniz. 

Ve daha nicesi var ama yazdıkça yazacağım sizi sıkacağım.... 

Sonuç olarak; anlaşılacağı üzere, Brüksel'e tekrardan gitmek şart oldu. 






22.10.2013

Her Anne Çocuğuna Sinirlenir


Seyahat yazılarının arasına yeni bir yazı ekleyeyim dedim; tam da Aren'e fazlasıyla kızmaya başladığım bir dönemde karşıma bir makale çıktı. Aslında makalede yazanların hepsini siz de ben de biliyoruz; lakin bilmek hiçbir şey uygulamak herşey diyorum. Kim söylemiş, nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama; şöyle bir söz var: "Bilgiyi pratiğe dönüştüremiyorsan aslında bu hiçbir şey bilmediğin anlamına gelir". Bu söze bakarsak ben çoğu şeyi hiç mi hiç bilmiyorum; bilipte pratiğe dökemediğim çok ama çok şey var.


Sakin olduğumuz zamanlarda çocuklarımızın bizi sinirlendiren hareketlerine dayanma gücümüz her zaman fazladır; zaten bu yüzden de her uzman her makale ve her deneyimli anne kendine vakit ayır uyarısında, tavsiyesinde bulunur. Ama eğer zaten stresliysek  çocuğumuz da bize batar ve daha kolay kızmamıza sebeb olur. 
Fakat çocuğumuzun davranışı ne kadar sinir bozucu olursa olsun aslında bizim ona göstereceğimiz tutumu belirlemiyor. Aslında tutumumuzu belirleyen şey duygularımız; çocuğumuzun bizi sinirlendiren davranışları karşısında hissettiklerimiz ki bu hisler genellikle: korku,şaşkınlık ve suçluluk olarak kendini gösteriyor; mesela şiddet içeren bir davranış sergiliyor çocuğunuz, bunu görünce aman Allahım bu çocuk psikopat mı olacak yoksa gibi bir cümle kuruyorsunuz içinizden sonra da kötü bir anne olduğunuzu düşünüyorsunuz. Bu duygularla başa çıkamayınca da en iyi savunma iyi bir saldırıdır misali çocuğunuza kızıp bağırırsınız; ve bunların tümü sadece 2 dk içinde olur. 

Evet çocuklarımız bam telimize basıyorlar, bu doğru ama ne çocuklarımız ne de onların davranışları, onlara göstereceğimiz tutumu belirlemiyor. Bunları size yazıyorum ama aslında en çok kendime söylüyorum! En sık kullandığım cümlelerden biridir; Aren beni delirtiyorsun! Kendimizi saldırgan hissettiğimiz her olayın kökleri aslında kendi çocukluğumuzda yatıyor. İstisnasız okuduğum her makalede danıştığım ve konuştuğum her uzmandan aynı şeyi duydum; ebevenylik tarzının temelinde kendi çocukluğun yatıyor. Ve işte çocuklarımız içimizdeki yaralarımızı ortaya çıkarıyor. Lütfen bu kısma çok dikkat edin, saçma demeyin; çünkü buna inanırsanız, inanırsak çok fazla şeyi aşabiliriz. 


NEDEN Çocuklarımıza Bu Kadar Sinirleniyoruz ?
Ebeveynler ve çocuklar birbirilerini kimsenin yapamayacağı kadar çok tetiklerler. Biz yetişkinler olarak bile kendi ailemizle bunu yaşarız zaten. 
Çocuklarımız sıklıkla bam tellerimize dokunur çünkü onlar bizim çocuklarımız. Uzmanlar bu durum için şöyle söylüyor; çocuklarımız kendi çocukluğumuzdaki yoğun ve hassas duyguların birer simulasyonu. Çocukluğumuzda yaşadığımız korkular, hiddetlendiğimiz şeylerin hepsinin hala üzerimizde etkisi var. 
Bunların hepsini bilmek çözüm için çok önemli. Biliyorum bir çoğunuz buna inanmıyor, yoo benim çok güzel bir çocukluğum vardı diyor; ben hiç kötü bir şey hatırlamıyorum diyor vb vb vb. Ben de size şunu söylemek istiyorum; bazı şeyler bilinçaltımızın çok mu çok tozlu raflarında duruyor ve beyin kötü olumsuz ne şey varsa hayatta kalabilmek dahası delirmemek için hatırlamak istemiyor
Şu noktada istisnasız her iyi uzmanın söylediği ve çok önemli olan bir noktaya değinmek istiyorum; böylesi durumlarda kendinize şevkat göstermek, kendinizi sevmek en önemlisi. O çok kzdıgınız anda kendinizi 1 dk'lığına evladınızın yerine koyun, anneniz babanız nasıl epki verseydi yara almazdınız. 

Bunları yazıyorum inanarak ama ben de başaramıyorum. Aren'in beni çok kızdırdığı noktalarda kendimi onun yerine koymuyorum ve ne acıdır ki bazen davranışlarımda annemin babamın hiç sevmediği davranışları görüyorum!

Bağırdığımızda veya Vurduğumuzda Çocukta Neler Oluyor


Şimdi kocanızın veya karınızın bir tartışmada kendini kaybettiğini ve size bağırdığını, çığlık attığını düşünün. Yine düşünün ki kocanız ve karınız sizden 3 kat büyük ve üzerinize doğru geliyor. Ve düşünün ki bu insana yemek, güvenlik, koruma ve bir çok öz bakım işi için muhtaçsınız. Dahası özgüven, hayatı ve sevginin temelini öğrenmede öncelikli ilişkide olduğunuz insanlar. Şimdi bunları düşündüğünüzde nasıl hissettiğinize bakın ve emin olun ki çocuğunuz böylesi durumlarda bu hissin 1000 katını yaşıyor.

Elbette hepimiz çocuklarımıza sinirleniyoruz ve hatta sinirlendiriliyoruz. Ama burada zor olan sinirimizi kontrol etmek ve olumsuz etkileri mimimuma indirmek. 
Sinirlenmiş olmak bir çocuk için yeterince korkutucu zaten. Hele fiziksel şiddet çocukların hayatının dönüm noktasını oluşturuyor. Eğer diyorsanız ki ben diyorum aman beni takmıyor ki bağırıyorum, çağırıyorum, kızıyorum bana mısın demiyor gülüyor bile; bu  davranışlarınıza alıştığı ve kendince defans geliştirdiği gösteri aslında içinde bambaşka duygular yaşıyor çocuklar, onlara acı verecek duygular. Böylesi durumlarda tamir etmeniz gereken bir durum olduğu söz konusudur aslında. 

Öfkenizle Nasıl Başa Çıkarsınız?

İnsan olduğumua göre arada sırada "savaş veya donup kal "  durumuna düşeceğiz ve öylesi zamanlarda çocuklarımız gözümüzde birer düşmana dönüşecek. Sinirlendiğimize fiziksel olarak savaşmaya hazır hale geliyoruz. Sinirlilik hali kasların gerilmesine, tansiyonun yükselmesine ve nefesin hızlanmasına sebebiyet veriyor. Böylesi zamanlarda sakin kalmak mümkün değil; ve hepimiz biliyoruz ki böylesi zamanlarda çocuğumuzu dövmek veya öfke patlamasında bulunmak bizi geçici olarak rahatlatacak olsa da kesinlikle yapmak istediğimiz ve kalıcı olan bir şey değil.

 Şİmdi kendinize çocuğunuza vurmayacağınıza, sinirliyke ceza vermeyeceğine ve çığlık atmayacağınıza dair söz verin! Çığlık atmak istiyorsanız dışarı çıkın ve sadece çığlık atın sakın herhangi bir kelime kullanmayın bu sizi daha da öfkeli yapacaktır. 
Çocuğunuz da öfkelencek, sinirlenecektir; onları sadece yaralamış değil aynı zamanda rol model de olmuş oluyorsunuz. Çocuğunuz zaman zaman sinirlendiğinizi göreceği gibi bununla nasıl başa çıktığını da görecek ve deneyimleyecektir. Bunu gerçekten ister misiniz, öfkesiyle başa çıkamayan, sinir krizleri geçiren ve sinirliyken öfke saçmanın doğal olduğunu deneyimlemesini ister misiniz? 
Veya çocuğunuza sinirlenmenin insan olmanın bir parçası olduğunu ve bunun kontrol edilebilir olduğunu mu öğretmek istersiniz? Aslında ben bunu çocuğuma değil kendime öğretmek isterim herşeyden önce. Çünkü bunu biz öğrenmeden çocuğumuzun öğrenmesini bekleyemeyiz, komik olur. 
Öfkeyi kontrol edebilmenin bazı yolları ise şöyle: 
1. Sinirlenmeden ÖNCE limitler set edin!
Genellikle çocuğumuza bazı limitleri set etmediğimiz için sinirleniriz. Sinirlenmeye başladığınız an aslında birşeyler yapmanız gerektiğinin sinyalidir. Hayır bağırmak yok!Sizi rahatsız eden olay her ne ise buna son vermek için  olaya pozitif açıdan müdahale etmeniz gerekiyor. Ahhh hani nerede keşke başarabilsem, başarabilsek. Örnek; yerleri yalayan Aren'e hangi limiti koymalıyım ben.  Bir alışveriş merkezinde yere yatmış yeri yalan çocuğa nasıl pozitif yaklaşmalıyım ki denedim bunu: Arenciğim yerler çok pis mikrop kapabilirsin lütfen yalama dedim işe yaramadı, kızdım işe yaramadı, evet yaptım dudaklarını sıktım yine yine yine yaptı!

Eğer çok stresli olduğunuz bir gün ise ve en ufak bir şeye katlanamayacaksanız bunu çocuğunuza söyleyin; şimdilik son ver lütfen çok zor bir gündü benim için gibi. Haaa bunu dinleyen çocuk melektir zaten bence. 
Sizi gerçekten çok rahatsız edecek bir şey yapıyorsa çocuğunuz, bu durumda hemen müdahale edip ona kuralı hatırlatmanız gerekebilir. Ee tamam da dinlemiyor ki!

2. Sinirinizi kontrol edebileceğiniz durumları listeleyin

Çok sinirlendiğinizde sizi sakinleştirecek yollaruı bulun. Bazı insanlar bunu farkındalık yoluyla yapıyorlar, mesela; dur, nefes al, kendine bunun acil bir durum olmadığını hatırlat. Aslında kısacası yoga, meditatif hareketler yap denilmiş; valla öfkelendim mi bunlar aklıma bile gelmiyor benim. 
Gülecek birşeyler bulmaya da çalışabilirsiniz bu fiziksel olarak da tansiyonunuzun düşmesine yarıyacaktır. 
Öfkenizi fiziksel olarak durdurma ihtiyacınız olur ise; sevdiğiniz bir müziği açın ve dans edin. Bazı insanlar herhangi bir objeyi yumruklamayı severler ama bunu sakın çocuğunuzun yanında yatmayın; bu çocuğunuzu kesinlikle çok korkutacaktır, düşünsenize uyumadan önce o yastığa başını koyuyor olacak. Ve araştırmalar gösteriyor ki bir şeyi yumruklamak, bilinçaltınızda acil durum mesajı oluşturuyor. Derin nefesler alarak hissettiklerinizi farketmeye başlarsanız bu duyguların yavaş yavaş eridiğini göreceksiniz. Başarabilenler el kaldırsın :) Ben yapamıyorum. 
3. 5 Dakika Mola. 
Baktınız ki siniriniz ve öfkeniz artmaya başlıyor ve bu hem size hem de çocuğunuza fazlasıyla zarar verecek; işte o zaman kendinize mola verin ama bu mola esnasında sakin sizi nasıl sinirlendirdiğini, nasıl haklı olduğunuzu falan düşünmeyin. Sadece kendiniz rahatlatın ve sonra olay yerine dönün. Bunu da çocuğunuza mümkün olduğunda sakin bir biçimde şuan çok sinirli olduğunuzu ve 5 dk yok olacağınızı söylerek yapın. Bu çocuğunuza kendi kendine kontrol'ü öğretecektir. Yahu nasıl mola vereyim ben, arkamı dönsem bir vukuat olacağı kesin derken arkasından şunu söylüyorlar; çocuğunuzu bırakamaycaksanız o zaman yakınında bir yerde durun onunla hiç muhattap olmayın, derin nefesler alın ve yavaşça kendinize çocukların sevgiyi hiç haketmedikleri durumlarda aslında en çok sevginize ihtiyacı olduğu durum olduğunu hatırlatın. Ve sürekli bunun acil bir durum olmadığını hatırlatın. Bu haliniz çocuğunuz için güzel bir örnek olacaktır; böylece baş edilemeyen duygularla nasıl baş edilebileceğini öğrenecektir. 

Duygularıyla başa çıkamadığını ve sizin yardımınıza ihtiyacı olduğunu hatırlattın. Ahh be anacım duygularıyla başa çıkamayan biz annelerin de yardıma ihtiyacı var. Bize kim yardım edecek he kim! Kendimiz değil mi? Zaten anneler hep yanlız, hep kendi başının çaresine bakmalı! Anne olmak zor çok zor. 

4.  Öfkenizi dinleyin harekete geçirmek yerine.

Aslında öfkenin bize öğretebileceği değerli bir ders var; sakinken yapmayacağımız şeyleri öfkeliyken yaparız, öfkeyle başa çıkmanın en iyi yollarından biri öfkemizi dışa vurmak yerine neden öfkeli olduğumuzu anlamaya çalışmaktır. Hayatımızda yanlış giden şey ve şeyler neler; aslında neye karşı öfkeliyiz ve bu öfkeyi çocuğumuza yansıtıyoruz. Bu soruların cevabını bulmakta zorlanıyorsak veya bulamıyorsak destek almak en iyi çözüm
Şunu belirtmeden edemeyeceğim, yardım almış biri olarak. Yardım almak çok önemli ve kesinlikle destekleyici amma velakin eğer size tavsiye edilen şeyleri yapmazsanız sadece pratiğe dökülememiş bilgi olarak kalıyor; yani özetle herşey insanın kendisinde bitiyor. 
5. Hatırlayın öfkenizi bir başkasına karşı göstermek, öfkenizi daha da güçlendirecektir.
Populer olan öfkeyi dışa vurmak gerekir düşüncesi bir yana bir çok araştırma öfkeyi bir başkasına gösterdiğimizde daha da öfkeleneceğimizi gösteriyor. Eğer öfkenizi dışa vurmak istiyorsanız bunu fiziksel olarak elbette çocuğunuzun görmeyeceği bir biçimde yapın ve kendinizi sakinleştirin 

Olayı düşündüğümüzde daima kendimizi haklı karşı tarafı ise suçlu görürüz ve bu öfkemizi daha da güçlendirir. Neden öfkeli olduğumuzu düşünmek bize daha çok yardımcı olacaktır. 

6. Disiplin etmeden önce BEKLEYİN.
Olayı sıcağı sıcağına asla konuşmayın çocuğunuzla, o anda ona hiçbir şey söylemeyin; en fazla söyleyeceğiniz şeyi bunun hiç hoşunuza gitmediği ve bu konuyu sakin olduğunuzda konuşacağınız olsun. 
7. Konu her ne olursa olsun fiziksel şiddetten uzak durun.
Sanırım bunu hepimiz başarabiliyoruzdur zor da olsa. Şayet çocuğunuza vurursanız lütfe ona bunun asla doğru bir davranış olmadığını, hata yaptığınızı söyleyin ve özür dileyin; vakit kaybetmeden de profesyonel yardım alın. 
8. Tehtitlerden uzak durun.
Tehtit etmek anlık bir etki yaratabilir ama asla çözüm değildir; bu bir dahaki sefere otoritenizi daha da hiçe saymalasına vesile olacaktır. Benim bazen anlık çözüme çok ihtiyacım oluyor ve tehtite başvuruyorum malesef. 
9. Kelime seçimlerinize ve ses tonunuza dikkat edin. 
Araştırmalar gösteriyor ki sakin bir ses tonuyla konuşmak hem kendimizi sakinleştirmeye vesile oluyor hem de karşımızdakinin sakin sakin cevap vermesine. Aynı zamanda seçilen kelimelerin de olumlu olduğu sürece olumlu tepkilere sebeb olduğu da biliniyor. Hem hatırlayalım; biz onların rol modeliyiz. Biz bunu çok sık yaşıyoruz; bağırırsak hemen arkasından Aren de bize bağırarak cevap veriyor. 

10. Problemin bir parçası olduğunuzu görün.  
Eğer duygusal gelişime açık biriyseniz çocuğunuz size bu konuda önemli bir rehber olacakır. Çocuğumuzla olan tüm iletişimizde, durumu sakinleştirecek veya kızıştıracak güç bizde aslında. Durum her ne ise önce kendi duygularınızla başa çıkın; elbette bu çocuğunuzu bir melek yapmayacak ama davranışlarının bir anda nasıl değiştiğine şahit olacaksınız, o da sakin kalmayı öğreniyor olacak. 
11. Hala sinirli misiniz?
Çocuğunuzla her ne yaşadıysanız hala sinirli misiniz; o zaman bu duygunuzun altında yatan gerçeğe bakın. Olaydan sonra, bırakın gitsin artık. Öfkenize bağlı kalmayın, bunun bir defans olduğunu hatırlayın ve öfkenizin gerçek sebebini bulun, bunu bulduğunuzda herşey çözülecek. Bulmaca çözer gibi bir hal işte :)

12. Mücadelenizi seçin. 
Çocuğunuzla aranızda geçen her olumsuz iletişim aranızdaki ilişkiyi etkileyecektir. Büyük resmi görmeye çalışın ve ufak tefek şeylere takılmamaya çalışın. Asıl sorunun ne olduğuna bakın; örneğin, çocuğunuzun diğer insanlara karşı nasıl davrandığı gibi herhalde çoraplarını yere atmaktan daha önemli bir konu öyle değil mi?

13. Daha etkili disiplin yolları arayın. 
Bazı aileler, çocuklarına hiç bağırmayan,hiç fiziksel bir şidetle bulunmamış aileleri duyunca şaşırıyorlar ve hatta buna inanamıyorlar. Bu ailelerde disiplin yok, bağırma yok, sadece ve sadece empatiyle set edilmiş limitler var. Erken yaşlarda duygularının sorumluluğunu alan çocuklar birer yetişkin olduklarında özgüven ve duygu kontrolü konusunda harika birer yetişkin oluyorlar. Cezanın HER ZAMAN negatif bir etkisi olduğunu biliyoruz ve aslında bilinen aksine disiplinin de ters tepen ve negatif yanları var. 


14. Sürekli öfkenizle başınız dertte ise profesyonel yardım alın. 
Ayıp olan profesyonel yardım almak değil; çocuğunuza sürekli bu şiddeti uygulamaktır.

Velahasıl bu 14 maddenin 5 tanesini bile yapmayı başarsak bence hayatımız ve çocuğumuzla olan iletişimimiz ciddi anlamda gelişir ve olumlu hale gelir. Deneyelim mi? 



Yağmuruyla Güzel Brüksel


Seyahatimizin ilk durağı yağmuruyla güzel Brüksel! Brüksel, bir çok insanın bir şey yok dediği bir ülke ve hatta insanların sadece çikolata ve biradan ibaret sandığı ama hiç de öyle olmayan bir şehir. Öylesi dolu, öylesi keyifli bir şehirki. Tekrardan gidilecek şehirler içersinde benim için. Hatta belli aralıklarla gidilebilecek bir şehir bile olabilir, ah vizenin ah bordo pasaportun gözü kör olsun !

Grand Palace (foto google)



 Kış mevsimin yaşanmaya başladığı şehirlere gideceğimizi biliyorduk, soğuya hazırlıklıydık ama tüm gün sürecek yağmurlara değildik. Hazırlıksız da yakalansak, hepimiz iyi adapte olduk. Normalde daha az yağmurda bile dışarı çıkmayacakken, tüm gün bardaktan boşanırcasına veya İngilizlerin söylediği gibi kedi&köpek gibi yağan yağmurda keyifle geziyorduk; ve bunu yapan sadece biz değil bir çok başka turistti, sanki yağmur kimsenin umrunda değilmiş gibiydi(Türkler hariç :)). Hele orada yaşayanlar için sıradan ve normal bir gündü. 



Uçaktan indiğimizde saat 17:00 civariydi; daha önceden ayarladığımız araba ile şehir meydanına yürüyerek 8 dk mesafede olan, Brüksel'de yeni açılmış Meininger otele doğru yola çıktık. Aren uçak boyunca uyumadığı, yaklaşık 7-8 saattir de uykusuz olduğundan bu bizim araba değil krizi yaşadı ve illa kendi arabımızı istedi. Uykusuzluktan saçmaladığını bildiğimiz için karga tulumba arabaya soktuk bir 10 dk ağladı ve uykuya daldı; biz de yaklaşık 20 dk sonra otelimizdeydik. 




Konaklama
Otelimizi booking. com aracılığı ile yaptık; en çok oy alan otellerden biriydi; tercih sebeblerimizin başında şehir merkezine yakınlığı geliyordu ve elbette uygun fiyatlı olması. Otel eski bir fabrika, "Green Hotel" yani doğa ile dost otel kategorisindeydi. Aynı zamanda "art hotel" olarak da geçiyor yani içersinde sanatın bol olduğu bir otel; daha çok sokak sanatı diyebiliriz buna.  


Kanala bakan bir otel ama açıkcası kanalın hiçbir esprisi yok bildiğin çamur gibi bulanık pis bir su göz zevkine hitap etmediği gibi göz zevkini bozacak bir manzara :) Yani Brüksel'de kanal civarı bir otelde kalmaya hiç mi hiç gerek yok. Ama merkeze yakın bir otelde kalmak bana sorarsanız şart! Neden mi, sebeblerini ulaşım kısmında yazacağım. 



Otel gençlerin yoğun kaldığı ve aslında en çok da onlara uyan bir oteldi. Otelde isteseniz de öğlen ve akşam yemeği yok mesela, ama asma katında açık bir mutfak var; dışarıdan istediğiniz yiyecek ve içeceği sokabiliyorsunuz ve kendinize o mutfakta yemek hazırlayabiliyorsunuz; gençlerin çoğu böyle yapıyordu ve ben 1 kez bile o mutfağı pis veya dağınık görmedim. 



Kahvaltısı çoğu avrupa şehrinde olduğu üzere son derece zayıf; yemekhane gibi bir yerde komin bir şekilde kahvaltını yapıyorsun hatta fast food zincirlerinde olduğu üzere, tabağını çanağını temizleyip kaldırıyorsun :)



Çocukla gitmek için uygun mu? İlk yazımda da söylediğim üzere, bazı konularda fazla titizsen ve detaycıysan hiç uygun değil. Kısa süreli kalacaksan ve özellike tek başına gittiysen oldukça uygun bir otel. 




Brüksel'de kalınabilecek bir çok tarz ve iyi otel var. Bu arada Novotel ve Ibıs oteller zinciri inanılmaz güzel yerlere konumlanmıştı; fiyatını bilemiyorum ama bir daha gidersem Novotel'de kalacağım kesin. Size önerilerimden biri de anne&babamın kaldığı Pantone otel bu otelde oldukça tarz ve meşhur bir otel. 






Ulaşım 
Sanıyorsanki Avrupa şehiri ulaşım ne kadar kötü olabilir diye; inanın ki Brüksel'de oldukça kötü. Örnek vermem gerekirse; yürüyerek 8 dk vardığın meydana, sence tramvay ile kaç dakikada varırsın? Tabii bu arada tramway gelir mi gelmez mi meçhul. Tam tamına 25 dk varabiliyorsun hem de tek tramway ile değil :) bir durakta inip tekrardan başka bir tramvay'a geçmen gerekiyor. Metro ağı ne geniş ne de kullanan var, biz sadece 1 kez kullandık onda da kaybolduk zaten. Taksi bulmak oldukça zor. Araban var ise park büyük sorun. Bisikletin varsa hayat sana güzel arkadaş! Yürümeyi seviyorsan o zaman inanılmaz özgürsün. Gece dışarı çıkarsan ve 22:00 sonrasına kalırsan pardon ama kelimenin tam anlamıyla sıçtın :) Taksi tek alternatifin olur ki nasıl bulursun onu da hiç bilmiyorum. 


Biz her yere yürüyerek gittik; bir keresinde tramway durağı otele çok yakın diye ve o 8 dk yol arenle yaklaşık 45 dk olduğundan haydi tramwaya binelim dedik ve bindiğimize pişman olduk; indiğimiz yerde Aren 30 dk kuşlarla ve su birikintisiyle oynamak isteyince 2. günümüzdeki, tek tam günümüz oluyor, meydana gitmemiz 2 saati buldu bu da günün yarısı demek. tabii ki indiğimiz yerden normalde 10 dk'da yürüyeceğimiz yolu Aren'le 30 dk yürüdük; bu uzun yürüşlerin bir faydası oluyordu, bir çok yeri ve yaşam tarzını görmüş oluyorduk. (Herşeye olumlu tarafından bakmayı adet edinmek lazım değil mi?)



Dikkat dikkat!


Brüksel'e haftasonu gidiyorsanız bilin ki Pazar günü şehir tam bir hayaletler şehiri. Ulaşım yok denecek kadar az, alışveriş için açık mağaza bulamazsınız, hatta yemek için bile açık bir restaurant bulmak zor. Ve malesef biz Cumartesi günü geç saatte gittiğimizden Salı günü de otelden ayrılacağımızdan dolu dolu geçirebileceğiz bir Pazarımız bir de Pazartesimiz vardı. Bilin bakalım Pazartesi günleri de neresi kapalı, müzeler! Ve biz akıllı ailesi müzelerin hemen hemen hepsini Pazartesi'ye bırakmıştık :) Ne şans di mi? Hayır bunu önceden neden akıl edemediğime şaşıyorum, biz ettik siz etmeyin. Gideceğiniz ülkede müzelerin ve önemli yerlerin ne zaman açık ne zaman kapalı olacağına dikkat edin derim. 

Sanıyorsan ki Pazartesi'nin tek olumsuz yani müzelerin kapalı olması yanılıyorsun; Pazartesi günleri mağazaların neredeyse yarısından fazlası öğlene doğru açılıyor. Sanıyorum kendi kıymetlerini çok iyi biliyorlar; uzun bir haftasonu tatili yapıyorlar. Duyduğuma göre Cuma günleri de zaten erken kapanan mağazalar, normal bir günde bile 19:00'da açık bir dükkan görürsen şanslısın, daha erken kapanıyormuş. 



Yeme&İçme

Brüksel deyince akla ilk gelen şey bira ve çikolata. Akla ilk gelmesi gerekenlerin arasında olduğu da kesin. Bunların dışında; midye&patates (moulles), waffle da mutlaka akla gelir. Brüksel'e gidipte çikolata yememek olmaz, sevmiyorsan bile yersin o kadar söyliyeyim ve işte çocukla seyahat edeceksen ve çocuğunun çikolata yemesini istemiyorsan o zaman gitme :) Çocuğunu dünyanın en güzel ve en şık çikolatalarından mahrum bırakamazsın. 

Bira benim içebildiğim tek içkidir ve zevkle içerim hafif biraları. Hayatımda içtiğim en güzel biraları Brüksel'de içtim kesinlikle. Çikolatalar da öyle. Zaten çikolataya pırlanta muamelesi yapıyorlar, dükkanlar öylesi şık, öylesi temiz ve öylesi güzel... Vitrinlere hayranlıkla bakarsınız. 

Waffle yiyecekseniz sokakta 1 Euro'ya satılan üzerine 2 muz koydu mu 3 Euro olanlardan değil mutlaka en iyisinde yemelisiniz; lakin be alışmışım bizim türk usulü waffle sevemedim pek oradakini; Aren de sevemedi, Güray denemedi bile. 

Sokakta patates satan çok yer görebilirsiniz, ben onu da pek beğenmedi ki 7/24 patates kızartması yiyebilirim ama sanırım ben en çok annem usulü patates kızartması seviyorum. 

Midye'ye gelince bayıldım ve eğer sen de deniz ürünlerini seviyorsan mutlaka ama mutlaka denemelisin. 

Şık hiçbir restaurantı denemedik malum çocukla olmazdı. 

******
Benim rastladığım insanları fazlasıyla soğuk hani ingilizlerin yanlarında laubali kalacağı cinstendi; sürekli terbiye etme halleri vardı. Ufak bir örnek vermem gerekirse; 2 kişinin zor sığacağı Şirinler ve benzeri yerel ürünlerin satıldığı ufak bir dükkana giriyoruz, Aren ve ben. İçeride bir anne ve kız var çıkmak üzereler, Are Şirinlere bakmak istiyor 2 adım atıp geçmemiz gerekiyor; müşteri olan kadına; "Sorry,would you let me go there" diyorum, dükkan sahibi Belçikalı kadın hemen atlıyor pleaseeee diyor; anlamıyorum ne demek istediğini ona da;  "Sorry, I did not understand what you mean" diyorum, kadın da bana: "You should say pleaseeeee" diyor. O an içimden kadının saçını başını yolmak geriyor; sinirli bir gülümsemeyle: "Pleaseeeeee do not teach me how to talk OK!" diyorum kadın anlamadığım ama küfür olduğu  çok belli olduğu cümleler savuruyor. Ben de Türkçe ve sinirli bir biçimde Arenciğim şu gördüğün teyze bize kötü sözler söylüyor o yüzden buradan bir şey almadan çıkacağız diyorum; tamam diyor anlayışlı evladım. Ve Aren bombayı patlatıyor çıkarken kadına bakıyor ve öküzzzzz diyor; hiç bozmuyorum Aren'i evet canım arabalar gibi insanlarda öküz olabiliyor tam yerinde kullandın bu kelimeyi aferin diyorum.

Genelleme yapmak istemiyorum elbette bambaşka harika insanları da vardır, ama bizim rastladıklarımız hep bir pleaseee do that, say that hallerindeydi. 

Herşeye rağmen bu yazdıklarım Brüksel'in güzelliğine gölge düşürmüyor. Gezilebilecek, görülebilecek ve keyif alınabilecek fazlasıyla yer var; dahası çocukların da keyif alabileceği müze, mekan oldukça fazla. Brüksel'i mutlaka seyahat planlarınızın içine koyun derim. 

Biz neler yaptık, nereleri görmeyi hedefledik, nereleri gördük bir sonraki yazının konusu olacak; merak ediyorsanız takipte kalınız.