27.03.2014

Ruhun mu Hasta Bedenin mi?


Beden-ruh-zihin üçlüsünü bu güne kadar sıkça duymuşsunuz eminim ve bunların uyumunu. Beden-ruh ve zihine üçüz kardeşler diyebiliriz; üstelik tek yumurta! Bu üçlü bir arada hareket etmediğini bir şeyler mutlaka ki ters gider. 3'ünden biri bir diğerini ve sizi uyarıyordur aslında. 

Kimi zaman zihin seslenir diğer ikisine; hey beni unuttunuz ama çok geride kaldım diye. Kimi zaman ruh seslenir ama beni kaybettiniz diye kimi zaman da bedeniniz size bir şeyler anlatmaya çalışıyordur. Tüm bunlar yaşanırken siz kendinizi hasta oldum zannedersiniz; ve pek tabii ki hastasınızdır. Hasta olduğunuzdan emin olduğunuz anda ilk yaptığınız şey genellikle doğru ilacı kullanmaktır, doktora gidip sorarsınız neyim var diye? 

Oysa size neyiniz olduğunu söyleyecek ilk yer kendinizdir; bedeniniz size bir şeyler anlatmaya çalışıyordur; bu belki ruhunuzun kaybolduğu belki de aklınızın çok geriden geldiğinin mesajıdır. Ama siz bu mesajları almak yerine hastalığınıza iyi gelecek ilacı alırsınız ve bu mesajların sesini kapatırsınız; mesaj oradadır aslında hiçbir yere gitmemiştir sadece bastırılmış sesi off yapılmıştır; en kısa zamanda size yine sesi duyuracaktır ve malesef siz duymadığınız sürece daima bağırmaya devam edecektir. 

Şimdi diyeceksiniz ki; ee yani ben duş alıp sokağa çıktım, havada 3 dereceydi, üstelik yolda biri suratıma hapşurdu ehh sonrası malum hasta oldum. Ben de size ehh pek tabii ki  hasta olacaksınız diyeceğim; niye mi? Öncelikle zihniniz ve bedeniniz uyum içerisinde olsaydı ve iç sesinizi dinleseydiniz duş alıp 3 derecelik bir havaya çıkmazdınız. 

Bunların dışında belki de çocukluktan beri size çok hassas olduğunuz ve hemen hasta olacağınız söylendi siz de buna inandınız ve duş alıp evden çıkarken içinizden bak yine hasta olacağım he dediniz. 

Ve belki de moralinizin çok ama çok düşük olduğu bir gündeyseniz ve doğal olarak bağışıklık sisteminiz ve vücudunuz savunmasız bir haldeydi ve hooop virüsler, soğuk işinize işledi. 

Başta da söylediğim gibi hastalıkların hepsinin bir mesajı vardır; size bir şey anlatmaya çalışırlar. Hasta olur olmaz yapmanız gereken ilk şey doktoru değil kendinizi dinlemektir. Tedavi için yapmanız gerekende bedeninizi dinleyip ona cevap vermektir. Elbette hastalıkların hepsinden kaçamayız; zaman zaman ilaç da kullanmamız gerekecektir ama akıllı ilaç kullanımı ve ilaç kullanırken bedenin sesini kapatmamak çok çok önemli. 1 haftada kurtulacağız bir hastalıktan 2-3 gün içerisinde kurtulabilirsiniz bu sayede. 

Şimdi bazı hastalıkların ruhsal sebeplerinden örnekler vereceğim size, artık bilemiyorum beni biraz şımartırsanız bir başka yazıda daha da çok örnek verebilirim. Bu konularla daha yakından ilgilenmek istiyorum diyorsanız, Louise Hay'ın kitabını öneririm. 


Alerjiler:  Alerji kendi gücünü yadsımadandır. Eğer birileriyle anlaşamıyor ve bunu çok kafaya takıyorsanız; bedeninizde bunun dışa vurumu alerjidir. 

Ateş: Yakıcı öfke. Öfkeniz çok fazlaysa ateşlenmeniz bunun en doğal sonucudur. 

Bronşit: Huzursuz aile ortamı. Sessiz sürtüşme. Çok kısa bir süre önce ağır bir bronşit geçirmiştim evimizde huzursuz bir ortam olduğunu söylememe bile gerek yoktur sanırım. 

Migren: Kusursuz olma isteği. Bastırılmış öfke. Cinsel Korkular. Hayatın akışına direnme. 

Egzama: Kin. Zihinsel patlamalar. 

Sırt ağrısı: Hayattan maddi manevi yardım isteği. 

Bağırsak sorunları: Eskiden kolay kopamamak. 

Diş sorunları: Uzun süren kararsızlıklar

Grip. Kitlesek karamsarlık

Horlama: Kalıplaşmış düşünceler ve bunlara direnme

Hımmm bir de aklıma gelmişken ses kısıklığı bugun BB'de mi yaşıyormuş ne :) Aşırı öfkelenme, öfke dolup dolup konuşamamak. 


25.03.2014

S.O.S Veren Çocuk

Aslına bakarsanız ülkenin S.O.S durumuyla daha ilgiliyim şu sıralar ve içimden çok fazla bir şey gelmiyor ama biliyorum ki hayattan kopmak doğru bir mücadele biçimi değil. Yazılara kaldığımız yerden devam edelim. 



Geçtiğimiz hafta bizim evde kırmızı alarm'lı S.O.S durumu vardı; evden kaçmayı bile düşündüğümü itiraf edebilirim. Her gün eve dönerken içimi bir sıkıntı kaplıyordu ve ayaklarım geri geri gidiyordu. Kapıdan girer girmez ağlayan bir çocuk ve ağlaması hiç bitmeyen bir çocuk, herşeyi mızmızlıkla isteyen bir çocuk. Zordu çok zordu. Mutsuzluğu yüzünden, hareketlerinden her halinden beliydi. Neyi olduğunu anlamamak bizi daha da delirtiyordu. O kırmızı alarma geçince biz de gidip yeşil reçeteli ilaçlardan almaya karar verdik. 

2 sebebi vardı bana kalırsa; bunlardan ilki kansızlığı ve kısa bir süre önce demir şurubuna ara vermemiz, ara verdik çünkü test yaptıracağız, ikincisi de değişen uyku düzeni. Çok geç saatlerde uyumaya başladı; bakarsan geç uyanarak ve gün içinde uyuyarak toplam saati dolduruyordu ama belli ki bünye bunu kaldırmıyordu. Ve artık yaklaşık 10 günün sonunda deli gibi ağladığı, yere eğilip oyuncağını alamayacağı duruma geldiği gün saat 7:30 uyuya kaldı. kafası bir anda düştü ve derin bir uykuya daldı. Güray sabahın 6:00'sında uyanacağını düşünürken, saat 9:00 uyanarak günlerin yorgunluğunu üzerinden atmış oldu. Eski Aren'imize kavuştuk. Bizim eski halimiz bir çoğunuz için S.O.S durumunudur ya neyse buna şükürler olsun diyoruz biz; bir daha da böyle bir kabus yaşamak istemiyoruz. 

Gelelim herhangi bir sebeble S.O.S veren çocukla karşılaştığımızda ne yapacağız ve buna sebeb olan şeylerin altında yapan sebeblere. 


Çocuklarımızın konuşmasını 4 gözle bekleriz; çünkü o zaman iletişimimizin artacağını, birbirimizi daha iyi anlayacağımızı düşünürüz. Halbuki çocuklar dilli düdük dahi olsalar uzunca bir süre duygularını sözcüklerle değil davranışlarıyla ifade etmeye, anlatmaya devam ediyorlar; hele bu bir erkek çocuğu ise sanırım bu süreç hiç bitmiyor :) Neyse konuyu dağıtmayalım:)

3 yaşındaki bir çocuk başka bir çocuğa vuruyorsa, 5 yaşındaki oyuncaklarını size fırlatıyorsa ve hatta 7 yaşındaki çocuk kapısını hızlıca çarpıyorsa aslında sözlü olarak ifade edemediği duygularını göstermeye çalışıyordur. Yanlız bizim 2,5 yaşındaki çocuk yukarıdakilerinin hepsini yapıyor. Kapısını çarpıp yanlız kalmak istiyorum dedim sizeeeee diye bağırıyor; ergeliğinden korkuyorum bu Aren'in. 

Böyle durumlarda karşılaştığınızda elbette en kısa yol olan ceza vermeyi seçebilirsiniz ama o zamanda işlerin hiç iyiye gitmeyeceğini söyliyeyim size. Evet davranışı kesinlikle kabul edilebilir değil ama burada sakinleşip onun bu davranışına sebeb olan duygusunu anlamak gerekiyor; işte bunu anlamayınca çocuğun S.O.S durumunu göremez oluyoruz. 

Hemen sıcağı sıcağına bir örnek vermek isterim; dün akşam yemeğinde makarna vardı, Aren genellikle eliyle yer makarnayı çatala zor geliyor diye, dün ona çatala sarmayı öğrettim pek hoşuna gitti, genellikle babasını taklit eder dönüp dönüp güray'a baktı ve güray gibi yapamayınca çok sinirlendi ve makarnaları yere atmaya başladı; ben bu kısmı atladım ama Güray farketti ve sanırım sinirlendi benim gibi yapamadığı için dedi ve hemen Aren'in yanına gidip dur ben sana yardım edeyim dedi ve ortalık süt liman oldu. Bir S.O.S durumuna acil ve ilk yardımı yaparak ucuz atlattık ;)


Hatırlatmak isterim ki davranışlarının altındaki neden biz yetişikinler için son derece saçma ve anlamsız olabilir ama doğru empati onun penceresinden onun ayakkabılarını giyerek bakmaktır. 36 numara ayağınıza 23 numara giyerek bakacaksınız yani; kolay mı hiç değil. Ancak böyle bakabilirseniz ihtiyacı olan desteği ona verebilirsiniz. 

Çocuğunuzun sizi en rahatsız eden davranışları aynı zamanda S.O.S davranışlarıdır yani çözülmesi gerekenler. Yani bir bakın şöyle; sizi en çok hangi davranışı delirtiyor işte orada hala çözülmemiş bir duygu durumu söz konusu. 

S.O.S örneklerine bakacak olursak; 
  • Bir çocuk sürekli huysuz ve işbirliği yapmıyorsa genelde daha çok uykuya ihtiyacı, daha çok ilgiye, çözülmesi gereken fiziksel bir ihtiyaca veya annesinin güvenli kollarında ağlamaya ihtiyacı vardır. İşte tam da geçtiğimiz haftalarda yaşadığımız durum. S.O.S'ın tepe noktası aman allahım böyle huysuzluk kolik zamanında bile olmamıştı. 
  • Özellikle kardeşi olan çocukların daha çok görülmeye, farkedilmeye ve yaptıklarının değerli olduğunu duymaya ihtiyaç duyarlar. 2 çocuğunuz varsa Allah kolaylık versin diyorum başka ne diyebilirim ki ben 1 taneyi idare edemezken. 
  • Limitleri zorlayan çocukların görmek istedikleri şey ailelerinin duruma hakimiyetleridir aslında. Ay bu limitleri zorlamaya hiç girmeyeceğim ben yoksa ağlayabilirim tamam mi :) 
  • Söylediklerinizi duymayan, dinlemeyen çocuklar bilinçli veya bilinçsiz bizi ciddiye almayacak şekilde yetişmişlerdir ancak bağırınca ciddiye alırlar ki aslında vermek istedikleri mesaj; lütfen sakin kal ve benimle iletişime geçtir. Burada şunu söyleyebilirim çocuğunuzla beraberken dünya duracak arkadaş sadece o olacak ve bu da onu bilecek; yok elinde telefon yok ocakta yemek, gözün sağdan sola dönmeyecek, ona odaklanacaksın; ne kadar benciller değil mi?!?
  • Sürekli isyan eden çocuğun gücünü daha çok hissetmeye ve daha çok saygıya ihtiyacı vardır. Oğlum biz sana daha nasıl saygı gösterebiliriz; yaşın 2 keskin bıçak kullanıyorsun, yaşın 2 her lafa dahilsin yaşın 2 ben gideceğim diyorsun git diyoruz daha ne saygısı oğlum daha ne!
  • Çocuk bize saygı göstermiyorsa vermek istediği mesaj; daha çok ilişkiye, iletişime, saygıya ve sıcak yaklaşıma ihtiyacım vardır. Hep bana hep bana olmazki oğlum benim de bunlara ihtiyacım var. 
  • Yalan söyleyen çocuk mutlaka ki korkuyordur. 


S.O.S durumlarıyla karşılaştığınızda veya zaten farkındaysanız kendinize sorabileceğiniz 7 soru var: 

  1. Sizi rahatsız eden nedir bu durumda?
  2. Bu duruma sebeb olarak ilk aklınıza gelen nedir? uyku, iletişim, fiziksel bir ihtiyaç
  3. Ne yapmalısınız, bir liste hazırlayın lütfen. 
  4. Durum karşısınıda kendi korkularınızı farketmeye çalışın. Mesela çocuğunuz birden bire bebek gibi konuşmaya başladı; onu düzeltmeniz gerektiğini mi düşünürsünüz yoksa bebek gibi ilgiye ihtiyacı oldğunu düşünüp ona göre mi davranırsınız? Korkularınız için derin bir nefes alın ve nefesinizi verirken bu korkunun gittiğini düşünün. Çocuklarımızın ihtiyaçlarını doğru bir biçimde karşıladığımızda çocuklarımızda kaldıkları yerden devam ederler ama ihtiyaçlarını karşılayamazsak  soruna takılı kalırlar.
  5. Lütfen plan yapın hem de yazılı bir biçimde ve mutlaka gün içinde bu planlardan birini uygulayın. 
  6. Çocuğunuzun davranışı değiştiğinde olumlu veya olumsuz bunu hemen farkedin, farketmemek mümkün mü tabii, ve durumu analiz edin, ne öğrendiniz, neyi farklı yaptınız gibi. 
  7. Neyi değiştirmeniz gerekiyormuş bakalım ;)

Çocuk S.O.S verince ne yapacağımızı az çok öğrendik değil mi? Peki ya siz çoktan S.O.S durumuna geçtiyseniz o zaman ne olacak; gidip yeşil reçeteli ilaç mı alacaksınız olmadı daha ucuz gidip kendimi camdan mı atayım diyeceksiniz? Hayır sadece kendinizle aranızdaki iletişimin koptuğunu farkedeceksiniz ve kendinize zaman ayırıp kendinizi şımartıp sarılıp seveceksiniz. Önce kendi S.O.S çözüp sonra çocuğunuza odaklanacaksınız. 

İşte böyle sevgili okur; çocuk büyütmek biraz da kendini büyütmek!


24.03.2014

Herkesi Sevmek


HERKESE GUVENEMEZSİN HERKESİ SEVEMEZSİN HERKESLE ARKADAS OLAMAZSIN!



Bazı insanlar vardır bu dünyaya geliş amaçları bambaşkadır; onlar seçilmiştir, onların bambaşka görevleri vardır bu dünyada. Bu insanlar zaten biz sıradan insanlardan kolaylıkla ayırtedilebilrler: çünkü dünyevi hiçbir şeyle ilişkileri yoktur, sanırsın ki paralel bir evrende yaşıyorlar. (gündemdeki paralel evren değil elbette :))


Bir de bir takım egosu fazlasıyla ön planda olan insanlar vardır kendilerini bu seçilmişlerden sanırlar; sanmak bir yana sanki bu bir rolmuş gibi o role bürünmeye çalışırlar. 

Ben öyle ulvi bir insan değilim, seçilmiş biri olmadığımın da farkındayım. Yani herkesi sevmiyorum, sevmeyi de istemiyorum zaten. Sevmediğim insanların özellikleri ortak; yalancı, sahtekar, ahlaksız, insanların arkasından sürekli konuşan, başkalarının kötülüğü ile sevinen, ahlaksızlığını her boyuta taşıyan: siyasi, ticari ve insanı.... Elbette başka özellikleri de sayarım ve muhtemelen ekranın öte tarafında ee herhalde canım böyle insanı kim sever diyebilirsiniz. Sanırım burada devreye ahlak ve insanlık anlayışı giriyor. Benim ticari, siyasi veya insanı olarak ahlaksız dediğim bir kimseye bir başkası değer ölçüleri doğrultusunda ahlaksız demeyebiliyor. Kısacası; benim değer ölçülerime uygun olmayan insanları sevmiyorum, sevemiyorum ve sevmek için bir neden de aramıyorum. Farklı fikirlere ve farklı insanlara bayılıyorum ve hayatımda fazlaca yeri var ama konu ahlaki ve insani değerler ise orada herkese yeşil ışık açmıyorum. 

 Dedim ya seçilmiş  insanlardan biriymiş gibi davranan yani -mıiş gibi yapan insan sayısı çok çok fazla. 

Ruhsal boyutta düşündüğümde biliyorum ki her bir insan bizim yansımamız ve aslında hepimiz bütünün parçasıyız ve herhangi bir insanı bütünün parçası görmediğinde zinciri bozmuş oluyorsun. Ben olayın her boyutunun farkında olan bir insanım ve yine de bu farkındalık içersinde bazı insanları sevmemeyi tercih ediyorum. 

Beni bir kenara bırakın Kuran-ı Kerim Araf süresinde bazı insanlar için aşağıdakini  söyler ve bu tip insanlardan uzak kalmamızı öğütler. Ben inananlardanım, Kuran-ı Kerim'e de ayetlere de doğru tercümesine de gönülden inanırım. Allah kuran-ı kerimi kendisi için değil insanlığa rehber olması için indirtmiştir tıpkı diğer din kitapları gibi ve her insanın rehbere hatta rehberlere ihtiyacı vardır: 

"Yemin olsun ki biz, insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yarattık. Kalpleri var bunların, onlarla anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. Davarlar gibidir bunlar. Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta kendileridir bunlar"


Hal böyleyken o özel ve seçilmiş insanlardan olmadığımı da bilmezken, çoğu zaman kullandığım bir söz vardır; Mevlanıcılık oynamak, buna asla soyunmam. Yani mevlana gibi: Her kim olursan ol gel gibi bir söz söylemeyecek kadar haddimi bilirim. 

Lakin kendini bilmez insanlarla son zamanlarda fazlasıyla karşılaşıyorum; sen sevgili özel olduğunu sanan sıradan insan, böylesi seçilmiş bir kul olsan zaten hayatının her alanında o ulviliğini o güzelliğini görürüz dahası öyle yaşarsın zaten. Lakin farklı belki de çok sevecen çok insancıl gözükmek adına veya her ne adına ise; böyle rollere bürünmeye çalışırken makyajı akmış bir palyaçodan farkın olmuyor; bir de o insanı severken bana sevimsiz cümleler kurabiliyorsun buna da sözlükte çelişki deniliyor. 

Seçilmiş insanlardan değil ise bir kimse ve herkesi seviyorum, hepimiz kardeşiz gibi davranıyorsa ben o insanı sevemiyorum arkadaş. Hayattaki en tehlikeli insanlardan da olduğunu düşünüyorum. 

Velhasıl kelam; şimdilerde motto dediğimiz geçmişte güzel ahlak sözlerinden biriyle kapanışı yapayım. Kendin OL! 

İsterseniz Tarkan'ın "Başkası olma Kendin Ol Böyle Çok Daha Güzelsin adlı şarkısını dinleyerek de kapanış yapabilirsiniz. 


NOT: Twitter protestosu yazımla birlikte blogu takibi bırakan 4 kişi olmuş; sizlere de uğurlar olsun diyorum; Tarkanın şarkısıyla değil ama Ankara havasıyla da uğurluyorum sizi. 


21.03.2014

#TwitterBlockedinTurkey Özgürlüğümüz Kısıtlanamaz

#TwitterBlockedinTurkey

T.C. Anayasası

VIII. DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA VE YAYMA HÜRRİYETİ
Madde 26

Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma haklarına sahiptir.

Dün gece yarısı ülkemizde anayasa ihlal edilmiştir. Uluslar arası bir sosyal paylaşım ağı olan Twitter’a erişim farklı mahkeme kararları ile engellenmiş, halkın kendisini ifade etme ve haber alma özgürlüğü kısıtlanmıştır.

T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan dün Bursa’da düzenlediği seçim mitinginde “Twitter mwitter, hepsinin kökünü kazıyacağız Uluslararası camia şöyle der, böyle der hiç umurumda değil. Herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin gücünü görecek.” dedikten ve Başbakanlık Basın Müşavirliği'nin “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bazı linklerin kaldırılmasına ilişkin mahkemelerden çıkarmış oldukları kararların uygulanması konusunda Twitter yetkililerinin duyarsız kaldıkları bir süreç söz konusudur. Mahkeme kararlarını umursamama, hukukun gereğini yerine getirmeme biçimindeki bu tutumda bir değişiklik gözlenmemesi halinde, vatandaşlarımızın mağduriyetini gidermek için teknik olarak, Twitter'e erişimin engellenmesinden başka çare kalmayabileceği belirtilmektedir” açıklamasından sadece bir kaç saat sonra gece yarısı Twitter’a Türkiye'den erişim yasaklanmıştır. Internet servis sağlayıcılarına ulaşan mahkeme kararları ile Twitter'a ülke sınırları içinden erişim kapatılmış, mobil cihazlarda kullanılan 3G erişimi de aynı şekilde engellenmiştir.

Yasakların ve sansürün bir çözüm olmadığını, sosyal medyanın susturulamayacağını, özgürlüklerin sansür yoluyla kısıtlanamayacağını herkesin görmesi, bilmesi gerekir. Bunu dün gece Twitter yasaklandıktan kısa bir süre sonra DNS ayarlarında değişiklik yaparak veya VPN, Hotspot Shield gibi bazı programlar üzerinden mecraya giren milyonlarca Türk kullanıcısı da göstermiştir.

Sayıları 12 milyona yaklaşan Türkiyeli Twitter kullanıcıları #TwitterBlockedinTurkey etiketiyle konuyu bir saat içinde Twitter’da dünya çapında en çok konuşulan etikete taşımış, farklı etiketlerle gece boyunca TT listesinde kalarak, dünya kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Yasaklamadan sonraki ilk 4 saat içinde 2,5 milyondan fazla Türkçe tweet gönderildiği hesaplanmaktadır. Şu anda dünya basını Türkiye’deki Twitter yasağını öncelikli haber olarak vermekte, bunun özgürlükleri baltalama yönünde bir girişim olduğunu söylemektedir.

Biz, ülkemizin geleceğini oluşturacak çocukları yetiştiren anne babalar olarak Gezi Parkı direnişi ile tırmanan ve 17 Aralık süreciyle hızlanan şiddet ve sansür uygulamalarını esefle izlemekteyiz. Türkiye’nin gerçek demokrasiden gün be gün uzaklaşmasından, meclisinden medyasına, emniyet güçlerinden yargısına kadar her türlü sistemin çivisinin çıkmış olmasından derin bir endişe duymaktayız.

Dün geceki yasak kararıyla Türkiye dünya üzerinde Twitter’a erişimin engellendiği Çin dışındaki tek ülke olmuştur. Bunun utancı ve ayıbı bu yasağı getirmeye cesaret edenlere ait olmakla birlikte, ağırlığını omuzlarımızda taşımaktayız. 

Bu ülkenin gelecek nesillerinin özgür bireyler olarak büyümesini en çok isteyen ve bunun için emek veren anne babalar olarak hükümetin son aylarda giderek artan baskıcı tavırlarını kabul etmiyor ve bu sansürü şiddetle kınıyoruz.

Herkesi gerek internet üzerinden, gerekse etrafımıza bu durumu anlatarak konuyu protesto etmeye ve nihai olarak da 30 Mart 2014 Pazar günü yapılacak olan yerel seçimlerde vatandaşlık hak ve sorumluluğu olan oy kullanma görevini mutlaka yerine getirmeye davet ediyoruz.

Blogger Anne ve Babalar

10.03.2014

Telefonsuz Hayat


Bu aralar evren bana nasıl bir mesaj vermeye çalışıyor bilemiyorum; ama deneniyorsam sanırım farkındadır ki son derece doğal karşılıyorum olup biteni. 2-3 hafta kadar önce arabadan cüzdanım ve evimizin anahtarı çalındı. Güray benim aldığımı sanıyor ben onun; sabah uyandığımızda canım cüzdanımı nereye koydun diyorum, ben almadım ki diyor. Aşağıya iniyoruz arabadan almaya, araanın camı kırılmış ve cüzdanımda yok elbette. Nüfus cüzdanım, bir kaç önemli belge ve kredi kartlarım yok. Ee n'apıyım diyorum, servise binip işe geliyorum. 

Hala nüfus cüzdanımı, ehliyetimi çıkarmış değilim, izin almam gerekiyor ama oldukça yoğunum; bakalım çıkacak elbet. 

Cumartesi günü, Aren'i oyun grubuna götürürken de cep telefonum çalındı ve aynı gün yüzüğümün taşı düştü. Cep telefonumun kaybolduğunu oyun grubuna girmeden kısa bir süre once farkettim, açıkcası gerçekten ne şok oldum ne de çok üzüldüm. Aklıma tek gelen şirkete karşı sorumluluğumdu; şirket maillerimi telefonuma indirmiştim ve şirketimiz bu mailler için akıllı telefonlara extra şifre koyduruyor, aklıma ilk gelen de acaba telefonumun şifreleri kilitli miydi yoksa o anda açık mıydı? Umarım kapalıdır dedim. En son ne zaman yedekleme yaptığımı da hatırlayamadım; fotoğraflar ve daha bir çok anı bir başkasının elindeydi. Yapacak bir şey yoktu, evladımın da diğer tüm özel anılarımda hafızamdaydı dahası yaşanmıştı zaten. 

Eşim benim telefon daha doğrusu sosyal medya bağımlısı olduğumu düşünüyor; ben olmadığıma eminim zaten şu geçen 2 günde de hiçbirini aramadım; bu vesileyle hazır bağımlı olmadığım da ortadayken eskisi gibi sadece alo diyeceğim bir telefon mu alsam diye düşünüyorum; sanırım tek özleyeceğim Whatsupp grublarım olur :))


Ve evet cep telefonum olmadan saatin kaç olduğunu bilemiyorum; herhangi bir matematiksel işlem yapamıyorum, günü de bilemediğim oluyor, fotoğraf makinası taşıma alışkanlığım olmadığından foto da çekemiyorum ve karanlıkta da yolumu bulamam. 

İşte bunlardan eksik kalmayayım diye bir telefon alacağım, ama en akıllısından mı alırım yoksa kendim gibi aklı kendine yetenden mi bilemiyorum. 


Sevgili evren ben hiçbir zaman inanmadığım bir şeyi yazmadım ve söylemedim; eğer beni bu konuda deniyorsan emin olmuşsundur herhalde; ufak şeylere üzülmeyi bırakalı ve başıma gelen her şeye şükretmeyi öğreneli çok oldu. Başka meyi test ettiğini bilemiyorum ama sana iyi günler hayırlı işler dilerim; kiminle dans ettiğine bir daha bak şekerim! 

6.03.2014

Kendini Kötü Hissederken....

Gününüz kötü mü geçiyor uyandınız ve üzerinizde bir ağırlık, bir bıkkınlık mı var. Depresyondasınız veya depresyona girmek üzeresiniz, kimseyi görmek ve hatta konuşmak bile istemiyorsunuz, tek istediğiniz mutsuzluğunuzu dibine kadar yaşamak ve öyle kalmak! Demek ki siz bunları hissettiğiniz gün mutsuz olmayı seçtiniz, demek ki biriktirdiğiniz ve belki biriktirdiğinizin farkında bile olmadığınız şeyler vardı ve bir anda olduğunu sandığınız bir öfke patlamasına tutuldunuz sebebsiz bir mutsuzluk hali. 

Bunları hissettiğiniz anda hemen kalemi al hayatındaki iyi şeyleri yazmaya koyul hemen ama. Üşenme lütfen kaleme kağıda sarılmayacaksan telefonunun klavyesine sarıl ama mutlaka yaz. Yazmanın bir şifa olduğunu daima hatırla. Yazdıkça çözülecek her bir cümlede kendini daha iyi hissetmeye başlayacaksın. Yazdıkların bittiğindeki eminim hayatında her güzel şeyi yazmış bile olamayacaksın şükürler olsun diyeceksin ve sabahki halinden eser kalmayacak. 

Yazdığın onca şükür ve şükran duyacağın şey varken hala kendini kötü hissediyorsan üzgünüm ama şükrün ve şükranın gönlünden gelmiyor demektir; sahip oldukların kıymetini ve değerini bilmiyorsun demektir. Öylese kötü olman öylesi doğalki. Kendini sevmiyorsun demektir bu; kendini sevmezken evladını bile sevemezsin sonun kaçınılmaz mutsuzluktur! Şimdi iyi düşün bunu mu seçiyorsun kendin için, gerçekten mi????

İşte benim hemen aklıma gelen şükran listem: 

Yürüyebiliyorum
Konuşabiliyorum
Duyabiliyorum
Tat alabiliyorum
Yazabiliyorum
Okuyabiliyorum
Bu sabahta uyandım 
Sağlıklıyım & Sıhatliyim
Ailem & Evladım & Dostlarım var ve hepsi sağlıklı
Kazancım var
Yuvam var 
Aklım var

ve nicesi ve nicesi...... Hepsine şükürler olsun, Yaradan'a şükranlarımı sunuyorum. 

Bunları yazıp üzerine bir de okuyunca kendinizi daha iyi hissetmemeniz pek mümkün değil. Mutlu olana kadar, bunların hepsinin doğal değil size bahşedilen çok çok özel şeyler olduğunu anlayana kadar yazın ve okuyun. 


Mutsuz olduğunuz günler elbette olacaktır, o gün mutsuz olmayı seçtiğinizi bilin ama yine de şükranlarınızı sunmayı ve şükretmeyi daima hatırlayın. Dilinizde şükür gönlünüzde o şükrü söyleyecek duygu daim olsun. 


Eminim bir çocuğunuz ülkemin ve dünyanın hali böyleyken mutlu olmak mı diyorsunuz; kötü şeyler ancak ve ancak iyi şeyler çoğaldığında yok olurlar; herkes üzerine düşüneni yapsa dünyanın halini varın siz düşünün ee başkası üzerine düşeni yapmıyor diye siz de mi yapmayacaksınız, neden? Mutluluğunda mutsuzluğunda bulaşıcı olduğunu hatırlayın ve size hangisinin bulaşmasını istiyorsanız ona karşı korumasız ve yakın olun. Şimdi hayatınıza dışardan bakın hangisine yakınsınız hangisine karşı korumasızsınız!.... 

Siz iyi vatandaş olun, siz farkında olmayanları farkına vardırın ama bunun için tüm gün TV karşısında oturmanıza kötü ve boktan giden herşeyi sövmenize gerek yok!  

Mutluluk bulaştıran ve üzerine mutluluk bulaşanlardan olun! 

Bir kez daha: Dilinizde şükür gönlünüzde o şükrü söyleyecek duygu daim olsun. 








4.03.2014

Cinsel Kimlik ve Çocuklar- Kız Gibi mi Erkek Gibi mi?



Dün abimin doğumgünüydü; bir kızı ve bir de oğlu var. Günçe 9 yaşında, Göknar 3 yaşında olmak üzere. Aren Göknar yerine Günçe ile arkadaşlık etmek istiyor ve Günçe'ye kelimenin tam anlamıyla hayran. Günçe'yi kimselerle paylaşmak istemiyor ve onun yapabildiği her şeyi kendisi de yapmak istiyor. 

Aynı zamanda çocukluğundan beri etrafında çok fazla kız arkadaşı var. Dün akşam doğumgününde canımı çok sıkan şeyler yaşandı. Günçe güzel bir elbise giymişti ve Aren'in karşısına geçip geçip eteklerini tutarak dönüyor, etek havalanıyor ve Aren'de hayran gözlerle onu izliyordu. Ben de anne ben de elbise giyeceğim, lütfen anne lütfen diye tutturmaya başladı. Günçe'nin dolabını açtım ve Bale kıyafetlerinden birini buldum ve Aren'e giydirim, kıyafetinin üzerine; Aren bayıldı ve çok hoşuna gitti, o da eteklerini sallamaya, havalandırmaya başladı. Bu olay Günçe'nin odasında yaşandı, salona döndüğümüzde; herkesin ilk tepkisi aaaaaa niye bunu giydi şimdi bu çocuk oldu. Aradan yükselen ve çok yakınım olan insanların söylemleri şöyleydi: 

- Baban görmesin seni pipini keser
- Kız Aren buraya gelsene
- Ya çıkarın şunu şu çocuğun üzerinden.....

Konunun en çok üzerinde duran ama böylesi çirkin konuşmayan insan babam. Gerek Aren'in mutfağa olan ilgisi, gerek kızsal şeylere olan merakı ve böyle elbise ve benzerlerini giyiyor olması, kimbilir belki kendi aile tarafında genetik olarak gay olan birilerinin olması, babamı fazlasıyla endişelendiriyor. 

Duyduğu cümleler karşısında Aren umursamaz duruyordu; ben de oldukça sakin yaklaştım ve açıklama yaptım: 

- Danıştığımız psikolog henüz cinsel kimliğinin oturmadığını ve serbest bırakmamız gerektiğini söylüyor, biz sakıncalı bulmuyoruz. Söyledikleriniz Aren'i yaralayacak cinsten söylemezseniz sevinirim. 

Anlaşıldı mı elbette hayır. Kız Aren sesleri yükseliyordu ve her daim hadi çıkarın bu elbiseyi sesleri vardı. 

Kırıldım mı, evet üzüldüm mü evet, endişe ettim mi HAYIR!. 

Niçin kırılıp, üzüldüm; çünkü evladım ileride gay olmayı tercih edebilirdi bu durumda toplumu geçtim aile içinde yaşanabilecekler beni fazlasıyla korkuttu. Oysa ben o ortamdaki diğer insanların çocuklarının gay değil insan olmasıyla daha çok ilgiliyim ve ilgilenirdim. Başka kusurları ve sorunların olan çocukların bu yönlenleriyle hiç ilgilenmediğim gibi kırıcı olmayı hiçbir gün tercih ettim. 


Aren'in kızsal şeylere ilk ilgisi oje ile başladı.  Biz o dönem pipililer sürmez, erkekler sürmez gibi şeylerle izin vermiyorduk. Sonra etrafındaki kız çocuk arkadaşları toka taktığı için toka takmak istiyordu ve elbette beni makyaj yaparken görünce ben de ben de diyordu. O dönem Nilüfer hanım'a sıklıkla danışmaya gidiyorduk; bu konuyu sorduğumuzda. Söylemlerimizin son derece yanlış olduğunu 3-4 yaşa kadar cinsel kimliğin oturmayacağını ve bu tip konularda serbest bırakmamızı söyledi bize. Dahası erkek çocuğunun babayı örnek alacağını, babasının da böyle bir eğilimi olmadığına göre korkmamamız gerektiğini söyledi. Biz oldukça kafamız net bir biçimde çıktık. 

Oje konusunda cilde zararlı olduğunu belirttik; zaten oje süren biri de olmadığımdan pek istekli olmadı. Ama diğer konuların hepsinde serbest bıraktık ve gözlemlediğimiz sadece kızsal şeylere "ben de  ben de" yaklaşımı diğer şeylere yaklaşımından farklı değil. Örnek vermek gerekirse; Günçe masadan atlayınca da ben de diyor, günçe etek giyince de bende diyor. 

Dün akşamdan sonra akşam geç saatlere kadar ve bugün bu konuyu çeşitli tezlerden ve yabancı kaynaklardan araştırdım. Okuduğum tüm makalelerin, bilimsel çalışmaların ve tezlerin hepsi aşağıda özetlemeye çalışacağım şeyleri söylüyor. 

Erkek gibi giyinmek isteyen kız çocuklarının ve kız çocuk gibi giyinmek isteyen erkek çocuklarının ailelerin soruları ve endişeleri ortaktır. 

-Çocuğumun bu davranışı anormal mi?

-Onu değiştirmeye çalışmalı mıyım?

-Profesyonel yardıma ihtiyacı var mı?


Oysaki oldukça doğal ve çok sık rastlanan bir durumdur bu; erkek çocukların  ablalarının kıyafetini giymek istemesi veya kız çocukların erkek oyuncaklarıyla oynamak istemesi. 5 yaşın altındaki bir çok çocuk henüz cinsel kimliği hakkında net bir bilgiye sahip değildir. Ablasının kıyafetini giymek istemesinin cinsel kimlik karmaşasıyla çok büyük olasılıkla hiçbir ilgisi yoktur. 

Daha büyük çocuklar bile zaman zaman keşke erkek olsaydım keşke kız olsaydım gibi söylemlerle bulunurlar. 

Bu sorun gibi gözüken durumun daha çok erkek ailelerininde gözükmesinin sebebi arabayla oynayan bir kız çocuğun barbie ile oynayan bir erkek çocuk kadar endişe uyandırmamasındandır toplumda. 
Bir çocuğun cinsel kimliği keşfetmeye başlaması hayatının ilk yılına denk geliyor. 8-10 ay civarında cinsel organlarının farkına varıyorlar. 1-2 yaş arasında birbirlerininin fiziksel değişiklikleri konusunda merak duymaya başlıyorlar. 3. yaş gününden önce kendilerini erkek veya kız olarak söylemeyi bilebiliyorlar. 4 yaşına geldiklerinde ise artık kesin olarak kız veya erkek oldukları bilebiliyorlar ama yukarıda da belirttiğim üzere 5 yaşından önce netlik kazanmıyorlar. 

4-5 yaş arasında feminen ve maskulen rolleri farkediyorlar: 
*Erkek çocuklar daha agresif oyunlar oynarken kız çocuklar daha feminen oyunlar oynuyorlar 
*Sosyal davranışlara bakıldığında daha erkeksi veya kadınsı tavırlar sergileyebiliyorlar. 
*Vücut dilleri de feminen veya maskulen olarak kendini ele vermeye başlıyor. 
* İlkokul zamanı ise çocukların kendi cinsel kimliğine uygun arkadaşlar seçtiği görülüyor yanı erkeklerin daha çok erkeklerle kızların daha çok kızlarla birlikte oynaması gibi. Erkek çocukların seslerinin kalınlaşması kız çocuklarının daha kibarlaşması gibi 

Cinsel kimlik doğrultusunda davranmanın  üzerinde en büyük etkinin çocuğunun etrafındaki erkek ve kadın kimliklerinden kaynaklandığı görülüyor. Erkek ve kadınlara ait karakteristik özellikleri çocuklar ebeveynlerinden ve çok yakınındakilerden alıyorlar. Ve bu etkileşimi kendi karakterleri ve değerler sistemine katıyorlar. Aynı zamanda TV'dan etrafındaki arkadaşlarından da etkileniyorlar. Tüm bunların etkisi feminen ve maskulen davranışların kalitesini belirliyor. Ama elbette bu konuda  çocuğun en çok etkilendiği şey ebeveynin çocuğa olan yaklaşımı. 

Cinsel Rol ve BasmaKalıplar
Kültürlerin feminen veya maskulen olarak yerleşmiş davranış biçimleri var; ve ne zamanki çocuğun davranışları bu davranış biçimlerinin dışında oluyor işte o zaman çocuk ayrıştırılmaya ve dalga geçilir hale geliyor. Ve ebeveynler doğal olarak çocuklarının sosyal olarak kabul edilip edilemeyeceği konusunda endişe duymaya başlıyorlar. 


Çoğu zaman çocuğunuzunu sosyal olarak kabul görecek davranış biçimlerine zorladığınızı görürsünüz. Oysa önemli olan çocuğunuzu kendini yeterince iyi hissetmesinidir. Toplumca belirlenen basmakalıp rollere sahip olmayabilir ama her çocuğun kendine özel yetenekleri ve güçlü yanları vardır ve önemli olan da ebeveyn olarak bunları ön plana çıkarmaktır. 


Ironik olan şu ki; yıllar içinde kadın ve erkeklere biçilen roller de değişmiştir. Erkekler eskisine göre daha yumuşak ve kabul edilebilir feminen yanlara sahip olabilirken kadınlarda daha maskulen taraflarıyla kabul görmektedir. 

Sonuç olarak çocuğunuzun kendi yolunda gelişmesi ve potansiyelini en üst seviyesinde kullanamabilmesi için ona yardımcı olmalısınız, topluma ayak uydurması ve basmakalıp rolleri üstlenmesi konusunda değil. 

Çocuğum gay veya lezbiyen olarak mı büyüyecek? 

Yapılan araştırmalara göre çocuklukta bu ve benzer davranış biçimleri gösteren çocuklar birer yetişkin olduklarında cinsel kimliklerinin tersi bir biçimde yaşamaya devam etmişler. Büyük bir çoğunluğun bu tip davranışları büyüdükçe geçmiş ve tamamen ortadan kalkmış 

Büyüdükçe hala cinsel kimliği konusunda emin olamayan çocuklar da var; ve fakat bunların da sayısı oldukça az. 

Kadınsı özellik gösteren erkek çocukların anneleriyle ilişkilerinin çok iyi olduğu ve kadınsı oyunlar oynamayı sevdikleri gözlemlenmiş tam tersi de kız çocuklar için geçerli. 

Ne Yapmalıyım &Ne Zaman Profesyonel Yardım Almalıyım ?

Çocuğunuzla ilk hassas konuşmayı siz yapmalısınız ve onu dikkatlice dinlemelisiniz; ebeveyn olarak yapılacak ilk şey bu. 
Çocuğunuz her davranışıyla, duruşuyla her anlamda çok güçlü bir biçimde karşı cinse ait özellikler ve davranışlar gösteriyorsa bu durumda profesyonel yardım almanız gerekiyor demekir. 

Bu belirtilerin ortak özellikleri arasında; çocuğun kendine zarar vermesi ve depresyon görülür. 

Tüm bu belirtiler en çok ergenlik çağında yoğunlaşıyor; çünkü bedeni değişen çocuk bunu kabullenemiyor ve depresyon katsayısı artıyor. 

Çocuğunuz çok şiddetli bir biçimde diğer cinsel kimliği istediğinden bahsediyorsa ergenliği veya ileri yaşları beklemeden profesyonel yardım almak gerekiyor; çünkü bu durumda çocuğunuzun dahil olduğu sosyal gruplar, okul ve bezleri için de bir aksiyon planına ihtiyacınız olacak. 

Velhasıl kelam; okuduğum tüm bilimsel makale ve yazılar bana Nilüfer hanımın verdiği bilgiden daha farklı bir şey vermedi; sadece detayıyla öğrenmiş oldum ve davranış biçimimizin de doğru olduğunu görüp yüreğime su serpilmiş oldu. 
Herşey bir yana çocuğum ileride gay olur mu bilemiyorum ama okuduğum en katı bilimsel makaleler bile önemli olan çocuğunuzu yargılamadan kabul etmeniz ve ona yardımcı olmanız diyor. Çocuğum gay olsa kendimi öldüresiye üzülmem, elbette tercih ettiği cinsel kimlik yerine doğuştan getirdiği cinsel kimlik ile yaşamasını tercih ederim; ama hayattaki seçimlerinin hele ki onu mutlu edecek seçimlerinin daima yanında olurum. İnandığım ve çabaladığım tek şey özgüvenli ve kendiyle barışık & mutlu bir çocuk yetişrirmek. 

Daha 2 yaşındaki çocuğumun Gay olacağı endişesine kapılanların çocuklarının ne olacağını bilemiyorum umarım ailelerinin istedikleri gibi olurlar ama şayet tercihleri başka olursa yanlarında ailelerinden çok bizi bulacakları da kesin.