23.03.2011

KABUS, NEFRET, ÖFKE: O

Pembe dizi tadında uzun bir yazı olacak baştan söyliyeyim ama heyecanlı da olacak ;)
********************************************************************************
Öz önce tesadüfen bir blog'a rastladım ve kabustayım sandım. Bilgisayarımı yeniden başlatmayı bile düşündüm. Aman Allahım dedim gerçekten!.

Şu hayatta nefretle andığım adını duyduğumda tüylerimin diken diken olduğu kendisini görmeye dayanamadığım gerçek duygularımı yıllar önce yüzüne karşı söyleyemediğim için içimde kalan tek bir kişi var. Eski bir çalışma arkadaşı. Arkadaş lafı bu insana hiç yakışmıyor.

Bir de ne göreyim bugün blogcu uzantılı bir blog açmış kendine konusu ne dekorasyon mekarasyon dahası KİŞİSEL GELİŞİM. İnanılmaz. Ayol sen ne zaman hangi vakit kendini geliştirdin de kişisel gelişim konusunda ahkam kesiyorsun. Sen ne zaman kendinden başkasını düşündün de Evrenin yasaları hakkında konuşuyorsun.

Adını burada açıklamayı o kadar çok isterdim ki. Blogunun adresini verip sizleri kahkalara boğmak isterdim ama lakin ben insanlıktan nasibimi almış biri olarak yapmıyorum bunu.

Gelelim hayatta sadece nefret duygusunu ilk gün ki gibi taze hissettiğim bu insanın bana ne yaptığına. Belki buradan yazarsam rahatlarım belki içim huzur bulur. Kişisel Gelişim konusunu yalayıp yutmuş biri olarak ahh keşke ahh keşke benimle bu platformlardan birinde karşılaşsa da bir güzel benzetsem onu! Nefretin insanın en çok kendisine zarar verdiğini biliyorum. Birini affetmenin o insanın yaptıklarını kabul etmek olmadığını da biliyorum. Hepsini biliyorum ama ona karşı hissettiğim bu duygulardan kendimi koruyabiliyorum.

Yıllar yıllar öncesi bir iş başvurusu yapıyorum büyük bir Alman firmasına. Asistanlık için. Kabul ediliyorum. Bir kadınla beraber çalışacağım. Çalışacağım kadın Yönetici Asistanı Genel Müdüre asistanlık ediyor. Benim ünvanım asistan asistanı olarak geçiyor ama ben Alman Finans Direktörüne destek vereceğim. Zaten üniversite yıllarından beri çalıştığım ve hiç mütavazi olamayacağım oldukça profesyonel özelliklere sahip olduğum için işi gayet güzel kotarıyorum.

Bu çok bilmiş kendini dünyanın ve hatta kainatın en iyi yönetici asistanı sanan zatın özelliklerine bakalım: Lise Mezunu, İngilizcesi Yes No What is Your Name kıvamında ve daha bir sürü eksik yön. Peki güçlü yönü nedir bu kadının. Birinci en güçlü yanı yöneticisine tapması. Neredeyse tuvalette girip altını bile silecek olması. İkinci en büyük artısı ne hikmetse en yakın arkadaşlarının İnsan Kaynaklarında olması. Sorarım size kim Kurumsal ve global bir şirkette lise mezunuyken ve İngilizce bilmezken bu pozisyonda çalışabilir elbette güzel network sahibi hanımlarımız.

Neyse bu hanım kişisi baktı ki ben bir Talent'im yani gelecek vaadediyorum. İngilizcem ana dilim gibi. Ee herşeyi kavrayabiliyorum yapabiliyorum dahası etrafım tarafından seviliyorum iyi iş ilişkilerim var. Eee hatun gıcıklandı tabii. Tehtit oluşturmaya başladım ben onun için. Sandı ki ben onun sekreteri olacağım beni yönetecek. Evet toydum iş hayatında ama aptal değildim. Kendimi hiçbir zaman kullandırmadım. Ve hiçbir zaman hiçbir patronun kölesi olmadım. Sorumluluklarımı daima bildim ama ailemde biri hastayken veya kendimle ilgili önemli birşey varken veya GEREKSİZ yere mesaiye kalıp patronun gözüne girmeye çalışmadım.

Bu şahış gece geç saatlere kadar kalırdı ve bundan şikayet ederdi. Ee ben kalayım derdim. Yok meydanı bana bırakmazdı. Aslında şikayetçi gibi görünürdür sadece ve etrafada ben kalmak istemiyorum gibi gösterirdi.

Bakınız bu güvenmediği henüz çok genç bulduğu kızcağızı 3 ay sonra evet 3 ay sonra tüm ofisi Genel Müdürü emanet ederek İngiltereye şirketin katkılarıyla dil eğitimine gitti hem de 2 veya 3 aylığına. İnanılır gibi değil öyle değil mi? Elbette hiçbir sorun çıkmadı. Henüz çok yeni olduğum halde ofisi de idare ettim Genel Müdürü de. Hatun kişisi döndü sanırsın ki Kraliyet ailesinde doğmuş İngilizcesi de oradan. Yahu sen değil 3 ay bir ömür kalsan benim İngilizcemle yarışabilir misin? Anaokulundan beri İngilizce eğitim veren okullarda okumuşum ben. Ailemde 4 yabancı gelin/damat var. Evimde 2 sene Amerikalı bir çocuk kalmış sırf biz İngilizce öğrenelim diye. Üniversite hayatım çeviri yapmakla geçmiş.
Bunları anlatma sebebim kendimi övmek değil. İngilizcesi bu seviyede olan bana bu hatun kişisinin eleştirmesi. Yahu senin haddine mi benim ingilizcemi eleştirmek.

Dahası bir takım işleri bana yaptırıp sonra da gözümün içine baka baka müdürlere karşı kendi yapmış gibi sunması. Bu başlarda bana çok koyardı. Kalkıp haykırmak isterdim. Ben yaptım o işi ben yaptım diye. Lakin sonra dedim ki, yahu bu kadın sana muhtaç sen bir gün gelir yapmazsın anya konya anlaşılır. Sen bunları yaparken onun için veya değil gelişiyor musun, evet o zaman gerisini boşver.

Çalıştığım bu büyük firmanın başka bir merkezinde yakın bir arkadaşım oldu. Dikkatinizi bu noktaya vermenizi isterim. İleride aaa diyeceksiniz çünkü. Bu arkadaşla ben dedikodu yapıyoruz, işteki sıkıntılarımız paylaşıyoruz. Ve bu arkadaşım dahil olmak üzere şirketteki hemen hemen herkes bana nasıl oluyor da bu hatuna katlanabildiğimi çok iyi iş çıkardığımı söylüyorlar.

Evet sabetkarımdır. Sabrederim hiçbir zaman yılmam. Savaş açıldığsa savaşırım. Asla pes etmem ve sonunda hep gülen ve kazanan olurum. Çünkü ben asla savaş açmam! Açılan savaşı da kendi kurallarımla oynarım yani kendine güven, kendi yoluna bakma ve ilahi adalete güvenerek!
Bu kuralların daima hayatta başarı getirdiğine inanırım.

Elbette çok ağladığım oldu bu kadınla çalışırken. Elbette yıprandım, tökezlediğim, kendime olan inancımı yitirdiğim zamanlarımda oldu. Ama hep Allahın o enerjisini üzerimde hissettim. Bu hatunun yeni adım attığı kişisel gelişim platformunda ben o zamanlarda çoktan yol almıştım.

Şirketimiz merkeze taşınmaya karar verdi. Gebze kadar uzak bir yere. Ben havaalanı civarında oturuyorum düşünebiliyor musunuz mesafeyi. Yine de caymadım. Alman yöneticimle iyi anlaşıyorduk. Şirketi taşımada görev aldım ve şirket taşındıktan sonrada bir müddet çalıştım. Bu arada iş aramaya başladım ve başvurduğum başka büyük bir firmadan 3. görüşme sonucunda olumlu yanıtı aldım. Ama işleri yarıda bırakmadım.

Bu arada sezgileri ve profesyonelliği kuvetli biri olarak bu hatunun beni işten çıkarma çabası içersinde olduğunu biliyordum. bunu da o diğer merkezdeki arkadaşla paylaşmıştım. Ama elbette bu zevki bu hatuna tattırmayacaktım. Hımm bir de Alman yöneticimin Almanya'ya döneceğini hissediyordum. Gittim konuştum. Hatunun ne yapmaya çalıştğını bildiğimi de söyledim. Adam bana yanılmadığımı söyledi! Ve benimle çalışmaktan zevk aldığını ama kesinlike haklı olduğumu bildirdi. Ve gideceğinin sinyalini de verdi.

Veee bilin bakalım bu Alman abimiz ne yaptı bana! O kadar haklısın ki dedi. İşten sen istifa ettiğin halde tazminatının ödenmesini sağlayacağım dedi. Teşekkür ettim çünkü hakkımdı biliyorum. Odasından çıktım. Masama oturdum. Hatun bana sana birşey söyleyeceğim dedi. Yok dedim ben söyliyeyim önce. Az önce istifa ettim. Kaldı kala kaldı. Haftaya da yeni işime başlıyorum dedim. Tehtit ortadan kalktı ya ona ne kadar aciz olduğu hatırlatacak olan ben gidiyordum ya yüzünde muzaffer bir eda vardı.

Aaahhh ahhh o zamanlarda mobbing nedir bilseydim emin olun dava açardım.!

Durun daha hikaye bitmedi. Elbette yasal olan neyse ona uydum. 1 hafta daha işe gidecektim. Ertesi sabah işe gittim. Bilin bakalım masamda kim oturuyor? Evettt o diğer merkezdeki arkadaş. İşte bu benim iş hayatımdaki mihenk taşım oldu. İş yerinde gerçek arkadaşlık diye birşrey yoktur.

Bana ne dedi biliyor musunuz? Mecburdum kabul etmeye. Maaşı çok iyiydi ve evime çok yakın. Düşünebiliyor musunuz? 1 yıl boyunca bana bu kadına nasıl katlandığımı soran? Ben olsam asla yapamam diyen? Bir gece önce benimle dedikodu yapan arkadaşım, arkadaşım dediğim evine girip çıktığım insan masamda oturuyordu. Hiçbirşey yapmadım. Hiçbirşey. Alman yöneticim geldi! Ve kıza şöyle dedi: Ne çabuk oturmuşsun masaya Tüten gidene kadar oturamazsın! Kendisine teşekkür ettim ve bugün ayrılacağımı gerekirse tazminatımdan kesebileceklerini söyledim. Yoo dedi ve onayladı. Herkesle vedalaştım istinasız herkes durumu bildiklerini ve yolumun çok açık olacağını söylediler.

O gün o büyük şirketin kapısından çıkarken herkesi Allah'a havale ettim. Sadece bu kadar!

Yeni şirketimde işe başladım üzerinde 1 ay geçti sanırım. O dev Alman firmasının o birimi battı! Herkes işten çıkarıldı!

Evet sevindim kesinlikle sevindim. İlahi adalet denilen şeyin kanıta ihtiyacı yoktu. Ama evet vardı işte ilahi adalet denilen şey ve benim için işlemişti.

Hımm sonra mı ne oldu? Bu hatun kişisi ufak ölçekli şirketlerde çalıştı durdu.

Peki bana ne oldu? Kariyer basamaklarında hızla yükseldim. Başka bir şirketten büyük, kurumsal ve global bir şirketten teklif aldım. Elbette kabul ettim. Çok iyi bir ünvanım çok iyi bir maaşım ve herşeyden önemlisi huzurlu bir ortama sahip oldum. Evet hepsinin hakettim. Kazandğıım paranın her bir kuruşu anamdan emdiğim süt kadar helaldir bana!

Birgün telefonum çaldı. Aynı sektörden bir başka ufak ulusal bir firmadan telefon. Kadının sesini hemen tanıdım. Karşısındakinin ben olduğunu bilmiyordu. ezilerek büzülerek birşeyler rica ediyordu benden. Adını söyledim, ben Tüten dedim şok oldu! Telefonu ıııhhh vııı diyerek kapadı.

Bu arada Allah allah dedim bu sektöre nasıl geçti bu kadın? Hemen İK Direktörüne baktım o şirketin ve bingo! Elbette başka nasıl olabilirdi ki.

Ve bu kadını en son geçen sene gördüm bir seminerde. Yüzüne bile bakmadım. Ama o benim yüzüme bakabilecek yüzsüzlüğü kendinde gördü. Yine şirket değiştirmiş, hiç şaşmadım. Şuan çalıştığı şirket bir Türk firması aman efendim canım efendim anlayışının çok işlediği bir yer.

İşte böyle benim hikayem.

Çok uzun lafın kısası, ilahi adalete güvenmeli insan. Biri savaş açtığında kendi savaşını kendine güvenle sadece kendi işine bakmakla ve ilahi adaleti bekleyerek vermeli!

Hamiş: Hala rahatlamadım :)

Hiç yorum yok: